YAŞAMAK…
Gazi Mustafa Kemal Paşa, 10 Eylül 1922’de daha İzmir’e girmeden, yanında bulunan H. Edip Adıvar, Falih Rıfkı Atay, Ruşen Eşref Ünaydın’a “Arkadaşlar, esas kavga şimdi başlıyor. Bu kavga iktisadi – ekonomi kavgası olacaktır.” diyordu. Bununla da kalmayıp, tarımın “Ülkemiz için stratejik sektör” olduğunu, bu nedenle üretici olan çiftçilerimizin “Memleketin efendisi” olduğunu vurguluyordu.
Yeni Cumhuriyet, yarı ilkel bir tarım toplumu devralmıştı. 13 milyon nüfusumuzun yarıdan fazlası yaşlı, hastaydı(verem, trahom, frengi, tifo, tifüs, kolera ve sıtmadan kırılıyordu). 4 Bin Km’lik demiryolu ağının 1 metresi bile bizim değildi. 10 işçilik atölyeler bile sanayi tesisi sayıldığı halde toplu sanayi çalışanı 20 Bin işçiyi geçmiyordu. Üç beyaz dediğimiz un, bez(patiska) ve şeker dışarıdan ithal ediliyordu. 1929 Dünya Kapitalist Bunalımı’nda her şeyin üstüne tuz biber ekti. Buna rağmen Erken Cumhuriyet 1930’lu yıllardan itibaren planlı döneme geçti. Öncelikle şeker, bez ve un fabrikaları kuruldu. Bugün Türkiye’nin en büyük bankalarından biri olan, Türkiye İş Bankası yüce Atatürk’ün destek ve katkılarıyla 1924 yılında kuruldu. Bunu takiben Etibank(Madenler için) ve Sümerbank izledi. Temelleri Osmanlı İmparatorluğu döneminde Mithat Paşa zamanında atılan Ziraat Bankası’nın asli görevi çiftçilerimize yapılacak destekti. Bir yandan da sanayi devleti olmak istiyorduk. Karabük Demir Çelik Fabrikaları 1939 yılında çalışmaya başladı. Ülkemizde Serbest piyasa ekonomisine geçildiğinden bu yana Cumhuriyetin var ettiği tüm tesisleri özelleştirdik. Özelleştirme ile birlikte hem işsizlik, yoksulluk ve de pahalılık arttı. Enflasyon patladı. Üzülerek ifade edelim ki, Türk Ekonomisine ve Türk Lirasına güven azaldı.
Bir atalar sözüdür. “Parası pul olanın, kendisi kul olur.” demişler… Paramız, dünyada en çok değer kaybeden arasında. Kamu iktisadi Teşekkülleri (KİT)’ler ülkemizin ve sosyal devletin çatısıydı. Hepsini sattık, savdık. Sonuç, işsizlik, enflasyonun ve pahalılığın artması, ülke ekonomisinin kırılgan hale gelmesi ve de paramızın pul olmasıdır. Tipik bir örnek vermek isterim. Seka Akdeniz kâğıt sanayi, ülkemizin en yeni kâğıt fabrikasıydı. Bin (1000) işçi ve memur çalışıyordu. Kar eden bu fabrika, hem çalışanların ücretlerini ödüyor hem de hazineye katkı sunuyordu. Altın yumurtlayan bu tavuğu neden sattık? Seka Akdeniz Kâğıt Tesisleri Taşucu’nda 2040 Dekarlık bir alan üzerine kurulmuştu. Çok büyük bir koruluğu, sosyal tesisleri, yüzlerce Lojmanı vardı. Bu tesis sayesinde Silifke’de bölgenin en büyük kamyon kooperatifine sahipti. Seka Akdeniz İşletmelerinden konu etmişken, bir konuya değinmeden geçemeyeceğim. Bitmez tükenmez zamlardan kâğıt sektörü de nasibini aldı. Şöyle ki, daha düne kadar bir top A-4 kâğıt 4-5 TL iken, şimdi soruyorsun kırtasiye dükkanına 80.00 TL diyor. Haydi gel kitap bastır!
Yurttaşlarımız şimdi ekmek, yağ, bakliyat ve et kuyruklarında saatlerce çile çekiyor. Gereksinimlerini biraz daha ucuz alabilir miyim diye. Ülkemiz için çok stratejik bir sektör olan tarım ve hayvancılığa yeniden ağırlık vermeliyiz. Türkiye’nin içinde bu durumu yetmezmiş gibi kuzeyimizdeki iki komşu ülkenin Rusya ve Ukrayna Savaşından en çok zarar gören 3. Ülke ne yazık ki bizim ülkemiz oldu. Eskiler, “kara gün kararıp gitmez” derlerdi. Daha çok çalışıp, üreterek, yoksulluk, fukaralık ve yolsuzlukları ortadan kaldırarak, ülkemizi düze çıkaracağız. Beka sorunumuz; Ekonomik kalkınma, hukuk devleti ve tam demokrasidir.
Kaynak: Türkiye’nin Düzeni – Doğan Avcıoğlu (Dün - Bugün - Yarın) Bilgi Yayınevi - Aralık/1968