YAPILAŞMA VE YAPI İŞÇİLERİ
Kadim kent Silifke kalesinin eteğine çıkıp ta ovaya baktığınızda Silifke’nin ne kadar yayıldığını daha iyi görüyorsunuz. Hele sol sahildeki ova tamamen bir apartman tarlasına dönüşmüş. Yer gök betonarme olmuş. Çocukluğumuz fıstık, badem, zeytin ve yabani turunç tarlaları sayısız apartmana dönüşmüş. Irmak kenarında kocaman bahçeler içindeki tek katlı, iki katlı bağımsız ev ve konaklar çoktan tükenmiş. Ki o bahçelerde hemen hemen her evde dut, zeytin ağaçları olurdu. Bizler evimizin karşısındaki Kambur İbrahimlerin dut ağacından toplardık güzelim dutları. Kamburun bahçesi çocuklara serbestti. Bu kente ve sarı sıcağa yakışan aslında işte bu evlerdi. Şimdi çocuklarımız apartmanlarda büyüyor. Birbirine benzeyen devasa yapılar sıkıyor insanı. Üstüne üstlük çokta pahalı. Artık bir memur ve de işçinin anadan, atadan kalan bir şeyi yoksa 2-2.5 milyon Türk Lirasına apartman dairesi alması çok zor. Milletin çoğunluğu etten yoksun, bebeler ve çocuklar süt içemiyor. Üstüne başına kışlık alamıyor. Sosyal yaşama, etkinlik ve konserlere katılmak ve de gitmek olası değil. Değil çünkü onlara ayıracak parası yok.
Yakınımızda inşaatlarda gözlemleyebildiğim kadarı ile işçiler sabah kahvaltılarını inşaatlarda yapıyorlar. Evinden getirdiği, domates, zeytin, haşlanmış patates, yumurta ve bir de somun. Çay da demlemişlerse, keyiflerine diyecek yok. Urfa’da görev yaparken, öğlen yemek molasında yapı işçilerine ne yiyip, ne içiyor bu adamlar diye bakardım. Genelde hepsinin yaptığı, uzun bir tava içinde 3-4 tane büyük patlıcan (Şanlıurfa’nın patlıcanları uzun olurdu.) üstüne konan yağ, doğru pişirim fırınlarına… Gazeteyi seriyor yere, tavayı ortaya koyup, açma ekmeği ile patlıcanları dürüm yapıp azığını bir güzel yiyor. Ne et, ne süt, geç onları… Bir de Şanlıurfa türküsü tutturdu mu deme keyfine. Kimi mühendis dostlara söyler dururum. Niye kentimize uygun ve özgün evler yapmıyorsunuz diye. Kentimize uygun tek katlı, iki katlı eski yapıların çoğu yıkıldı. Yerine apartmanlar yapıldı. Ne Çamlıktaki Taş Kışlayı, hemen önündeki iki katlı Abidin Paşa Köşkünü, Taş Köprüye bağlı değirmenini, çarşıdaki ahşap 3 katlı Akşam Kız Sanat Okulunu ve de çarşının orta yerindeki muhteşem Ömer Rıza Taylan Köşkünü koruyabildik mi?
Bucaklı mahallesinde “Hacı Kasapların” hemen arkasında harabe halinde bir konak vardı. Ortaokul öğrencisi iken, o binada okul öğretmenimiz Ahmet Göksu otururdu. Sonradan İstanbul’a göçtüğünü duyduk. Konağa, Bucaklı yolunun hemen kenarında, taş merdivenle girilirdi. Konağın önünden ırmağa dek kocaman bir bahçesi vardı. Aslında Irmak kenarındaki bütün evler ve konaklar böyleydi. Şimdilerde Ahmet Göksu öğretmenimizin bu konağı aslına uygun onarılıyor. Neden olanları kutluyor, çalışanların ellerine sağlık diliyorum. Kentimiz aslına uygun, özgün bir yapısına kavuşuyor.