MÜZEDE MUHTEŞEM BİR KONSER AKŞAMI
Taşucu’nda bulunan Arslan Eyce Amphora Müzesi geçtiğimiz cumartesi günü muhteşem bir konsere ev sahipliği yaptı. Taşucu Eğitim ve Doğal Hayatı Koruma Vakfı tarafından organize edilen konserde, tarihi müzenin duvarları Nefes Trio isimli grubun eşsiz ezgileri ile yankılandı. Konserin yapıldığı mekanın bir müze olması, müzede sergilenen eserler ve müzenin tarihi yapısı ile birlikte düşünüldüğünde çalınan müzikleri daha bir anlamlı ve güzel hale getirmişti. Sanatçıların enstrümanlarından çıkan tınılar, bu tarihi mekanın akustiği ile birleşince daha bir yer etti içimizde, sanki. Belki de keman, çello ve perküsyon başka hiçbir mekanda bu kadar eşsiz bir uyum yakalayamamıştı.
Konsere oldukça yoğun bir ilgi vardı. Taşucu’nun eski sakinleri ile yeni sakinleri (Ruslar) konserde bir arada idi. Çalınan ezgilerin çoğunlukla evrensel olması, konsere olan ilgiyi daha da artırmıştı.
Konserin ilk bölümünde daha çok dünya müziğinden bilindik ezgiler çalındı. Neler yoktu ki aralarında? Dmitri Shostakovich’in “Waltz No. 2” isimli parçası bunlardan biri idi. Sonra, Frank Sinatra’ya ait olan “My Way” isimli yine çoğumuzun bildiği ve duyunca hatırladığımız bir tanıdık ezgiyi daha çaldı müzisyenler. Bir ara Mozart’ın “Türk Marşı”nın ezgileri de çalındı kulağımıza.
Konserin ikinci bölümünde ise, artık klasik olmuş Türk müziği ezgileri çalındı. “Nazende Sevgilim”, “Bu Gala Daşlı Gala”, “Sevdim Bir Genç Kadını” bunlardan birkaçı idi. Aşık Veysel’in “Uzun İnce Bir Yoldayım” isimli türküsü gecenin belki de en çok ilgi gören ezgisi oldu. Salonu dolduran müzikseverler bu parçada hep bir ağızdan müzisyenlere eşlik de ettiler.
Taşucu’nun yeni sakinleri olan Rus müzikseverlere gecenin sonunda müzisyenlerin küçük bir jesti oldu. Rusların dünyaca ünlü Kızıl Ordu Korosu tarafından da seslendirilen “Polyushka Polye” isimli hemen herkesçe bilinen ezgi Amphora Müzesi’nin duvarlarında adeta yankılandı.
Türkçeye de uyarlanan ve bir evrensel ezgi haline gelen “direniş”in şarkısı “Çav Bella” da geceye ayrı bir renk ve heyecan katan müziklerdendi.
Gecenin sonunda kulaklarımızda kemanın, çellonun ve perküsyonun bıraktığı eşsiz ezgiler, dimağlarımızda sanatın ve evrensel müziğin bıraktığı tarifsiz bir tat kalmıştı. En nihayetinde, sanatla ve müzikle daha bir anlamlıydı hayat. Hayatın tüm olumsuzlukları bir tarafa, insan yaralarını sanatla sarabiliyor, sanatla iyileşebiliyordu. Müziğin birleştirici gücü sayesinde hayat bir süreliğine anlam kazanıyor, ülkeye ve kendi hayatlarımıza dair meseleler dışarıda kalıyor ve unutuluyordu.
Bu noktada, biz müzikseverlere unutulmaz bir gece yaşatan ve geceyi organize eden Taşucu Eğitim ve Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nın sayın Başkanı Mustafa Devrim Eyce ve vakfın emekçileri ayrı bir teşekkürü hak ediyor. Umuyorum ki, bu tarz sanatsal ve kültürel etkinlikler önümüzdeki aylarda artarak devam eder.
Son yıllarda, Taşucu denilince akla hep Akkuyu Nükleer Santrali ve dolayısıyla Ruslar geliyor. Bunda konum olarak nükleer santral alanına (Büyükeceli) nispeten yakın olması, bu nedenle santral projesinde çalışan Ruslarca yerleşim anlamında daha çok tercih ediliyor olması etkili tabii. Nükleer’in Taşucu’na ekonomik anlamda kattıkları da var, illa ki. Ancak Taşucu, nükleer gibi bana göre olumsuz “tını”sı olan ve doğaya ve çevreye dair kaygılarım nedeniyle benim baştan beri karşı olduğum bir “proje” ile anılmak yerine tarihten gelen birikimi ile daha çok sanatla, kültürle ve doğayla anılmalı, bu yönde atılan adımlara en başta Taşuculular ve Silifkelilerce sahip çıkılmalı. Taşucu, geleceğe sanatsal ve kültürel bir miras ile bir “doğal hayat” mirası bırakmalı. Taşucu sanatla, kültürle, doğayla anılmalı, “nükleer” ile değil!..