BAŞKENTTEN SELAM
BAYRAK ŞAİRİ ARİF NİHAT ASYA
Mehmet Akif’in “İstiklâl Marşı”, Orhan Şaik’in “Bu Vatan Kimin” ve Arif Nihat Asya’nın “Bayrak” şiirleri… Asırlar geçse de, heyecan ve gururla okuyacağımız, okutacağımız destan şiirlerdir. Pek çok değerli şairimiz, kuşkusuz, şanlı Bayrağımız için şiirler yazdılar ama Bayrak denilince benim aklıma hep, Arif Nihat’ın Şiiri gelir; kimi zaman mırıldanır, kimi zaman kükreyerek okurum!..
B A Y R A K
Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü,
Işık ışık, dalga dalga bayrağım!
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.
Sana benim gözümle bakmayanın
Mezarını kazacağım.
Seni selâmlamadan uçan kuşun
Yuvasını bozacağım.
Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder...
Gölgende bana da, bana da yer ver.
Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar:
Yurda ay yıldızının ışığı yeter.
Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün
Kızıllığında ısındık;
Dağlardan çöllere düştüğümüz gün
Gölgene sığındık.
Ey şimdi süzgün, rüzgârlarda dalgalı;
Barışın güvercini, savaşın kartalı
Yüksek yerlerde açan çiçeğim.
Senin altında doğdum.
Senin dibinde öleceğim.
Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim:
Yeryüzünde yer beğen!
Nereye dikilmek istersen,
Söyle, seni oraya dikeyim!
Arif Nihat Hocayla ilk kez Afyonkarahisar’da karşılaştım. 1970 yılının Zafer Haftası (26-30 Ağustos) kutlanıyor, Hoca da onur konuğu olarak orada bulunuyordu. Bir ara O’nun Emirgan Kıraathanesinde olduğunu öğrendim ve hemen oraya gittim. Yanında şair Ali Türk Keskin vardı ve birbirlerine karşılıklı şiir okuyorlardı. Ali Türk’ün tanıştırması ile dostluğumuz başladı... Konuk ses sanatçılarından Ali Şenozan ve Salih Uygun’u da alarak, arzusu üzerine Mevlevi Dergahına, Ulu Camiye, Gedik Ahmet Paşa Külliyesine ve Arkeoloji Müzesine götürdüm. Mevlana’nın torunu Mehmet Semai (Sultan Divani)’nin huzurunda Hoca’yı gördükten sonra, O’nun gerçek bir Mevlevi olduğuna kanaat getirdim. Gittiği ve gördüğü her yerle ilgili notlar alan şair, sonradan bir kitap dolduracak kadar Afyonkarahisar şiirleri yazdı.
Kuşkusuz Afyonkarahisar, Hocayı bağrına basmıştı, ne var ki düzenlenen şiir şölenleri arzu edilen sayıda insanı salona çekmiyordu. Bu duruma üzülen Hoca, beni sorgularcasına; “Ali Türk’ün, Osman Attila’nın ve senin hemşehrilerin, neden şiire önem vermiyorlar?” demişti. Hoca’nın bir başka üzüntüsü ise, Turizm Derneği’nin kokteylinde beklediği ilgiyi görememiş olmasıydı.
Arif Nihat Asya ile Afyonkarahisar’da geçen birkaç günün izlenimlerini kaleme aldığım bir yazı dizisi ile yayımlamıştım.
Bir süre sonra Ankara’daki evinde ziyaret ettim. Daktilosunun başında idi ve muhterem eşleri hanımefendinin getirdiği kahveyi orada içtik. Bazı anılarından söz etti ve mevcut kitaplarının hepsinden birer tane imzalayıp, armağan etmek lütfunda bulundu.
***
MHP Genel Başkan Yardımcısı iken geçirdiği bir trafik kazasında hayatını kaybeden Dündar Taşer’in cenaze namazına katılmak üzere Hacı Bayram Camiine gittiğimde, Hoca’yla karşılaştım. Yanındaki Osman Attila beni onunla tanıştırmak istediğinde Hoca; “Tanıyorum, benim hakkımda uzun uzadıya yazılar yazıyor” dedikten sonra şunları ekledi: ”Ne lüzum var benim hakkımda o kadar yazmaya? Doğdu, yaşadı, öldü dersin, olur biter!”
***
Arif Nihat Asya, kendi deyişiyle doğdu, yaşadı ve öldü... Her insan gibi... Ancak, iz bırakarak öldü... O hiçbir şey yapmamış olsa bile; bir tek “Bayrak” şiiriyle, adını edebiyat tarihimize altın harflerle yazdırmıştır. Bu nedenle, yaşarken olduğu gibi, vefatından sonra da, ardından çok sayıda yazılar ve şiirler yazılmıştır. İnanıyorum ki, Türk Milleti O’nu hiç ama hiç unutmayacaktır.
07 Şubat 1904 Tarihinde Çatalca-İnceğiz’de doğan ve 05 Ocak 1975 tarihinde hayata gözlerini yuman değerli şairimize bir kez daha Allah’tan Rahmet diliyorum.
Hocanın, kendisinin de çok sevdiği ve mehter marşı tarzında bestelenmiş olan şiirinin de unutulmamasını temenni ediyorum:
Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Dağlardan çektirilen, kalyonlar çekilecek;
Kerpetenlerle sûrun dişleri sökülecek!
Yürü; hâlâ ne diye oyunda, oynaştasın?
Fatih’in İstanbul'u fethettiği yaştasın!
Sen de geçebilirsin yardan, anadan, serden
Senin de destanını okuyalım ezberden
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden
Elde sensin, dilde sen; gönüldesin, baştasın
Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!
Yüzüne çarpmak gerek zamânenin fendini!
Göster: kabaran sular nasıl yıkar bendini!
Küçük görme, hor görme, delikanlım kendini!
Şu kırık âbideyi yükseltecek taştasın;
Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın
Bu kitaplar Fâtih'tir, Selim'dir, Süleyman'dır;
Şu mihrab Sinânüddin, şu minâre Sinân'dır;
Haydi, artık uyuyan destanını uyandır!
Bilmem, neden gündelik işlerle telâştasın
Kızım, sen de Fâtihler doğuracak yaştasın!
Delikanlım! işaret aldığın gün atandan!
Yürüyeceksin! Millet yürüyecek arkandan!
Sana selâm getirdim Ulubatlı Hasan'dan!
Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın;
Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!
Bırak, bozuk saatler yalan yanlış işlesin!
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!
Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın
Yürü, hâlâ ne diye kendinle savaştasın?
Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!