YAŞAMIN ÖTEKİSİ
Bu hafta yazımda yaşamın ötekisini yazmak istedim.
Biz hangi yakasındayız?
Beri yakada mıyız, öteki yakada mı?
Ötekileştiren tarafta mı yoksa ötekileştirilen miyiz?
Neler ötekileştiriliyor?
Kimler ötekileştiriliyor?
Bir gün mahallede aynı akrabadan beş altı arkadaş benim topumu almalarına rağmen istedim diye topu vermemek için toplandılar beni dövmeye kalkmışlardı. O zaman çok büyük hayal kırıklığına uğramıştım. Top benimdi, onlar da arkadaşımdı. Top onların oldu arkadaşım sandığım insanlar da bana düşman olmuşlardı.
Yine bir gün köy merasında hayvan otlatırken köyümüzün başka mahallesinden üç dört arkadaş denize yıkanmaya gelmişler evlerine dönüyorlardı. Yanımızdaki beş altı arkadaşın hareketlendiğini gördüm. Öteki mahallenin çocuklarını dövelim diyorlardı. O arkadaşları dövmek için kovaladılar onlar da kaçtı hal bu ki kaçanlar da uzaktan akrabalardı ama öteki mahallenin çocukları idi… Kaçan arkadaşların yerine koydum kendimi üzüldüm. Bırakın yapmayın dediğim bizim mahallenin çocuklarını da anlamakta zorluk çektim.
Yine bir gün bir ahbap yemeğinde masada arkadaşlarla oturuyoruz. Çok güzel etli bir yemek var. Evin annesi önce oğlunun tabağını istedi. Ona kocaman bir et verdi. Sonra diğerlerine yemek verdi. Onlara da et vermişti ama en güzel yerini oğluna vermişti. Çok üzüldüm. Misafire önce verilirdi. Sağdan başlanır sırayla verilirdi. Hiç biri olmadı. Eve gidince anneme; anne misafir geldiğinde yemek verirken lütfen bana en son ver dedim. Neden oğlum deyince olanı anlattım. Çocuk halimle çok rencide olmuştum, hayatım boyunca buna dikkat ettim.
Genç olduğum yıllar. Belki de siyasete en yakın olduğum bir zamandı, hatta ilk temaslarımın olduğu zaman… Bir avukat şehrine dönmüş. Yıllarca NATO’nun avukatlığını yapmış. Kendi şehrinde avukatlık bürosu açmış. Kitap yazmış. Birkaç yıl sonra siyasete de atılmış. Ön seçim yapılıyor. Rakibi ilkokul mezunu hiçbir başarısı olmayan birisi... Ön seçim çalışmalarında dikkat ettim en yakın arkadaşları, en çok sevenleri, köylüleri, komşu köylüleri ona karşı. Öbür tarafın hiçbir projesi yok. Bu adayın uluslararası turizm, sanayi kalkınma, kooperatifçilik gibi projeleri var. Ama dışardan geleli iki yıl olmuş. Öyle bir propaganda yapılıyor ki uzaydan gelmiş, el olmuş, vatana ihanet etmiş seçilmemesi gerekiyor. Hiç bir şey ifade etmeyen bizimle yaşamış olsun da gerisi önemli değil diyorlar. Ben sanırdım ki demokrasi liyakati seçen bir mekanizma…
Askere gittim askerler arasında tertipçilik var. Eski tertipler yeni gelenleri ezmek için elinden geleni yapıyorlar. Haksız da olsa üst tertipleri bir birlerini koruyorlar. Dedim bunlar okumamış. Bir baktım subay ast subay arasında da devrecilik var. Devren varsa ordunun neresinde bir işin varsa görülüyor. Ya da ülkenin herhangi bir yerinde işi varsa hal yoluna koyuluyor.
Geleceğin aydın insanlarının yetiştiği üniversitelerde yemek kuyruğunda başlayan kaynak yapma alışkanlığı, ilerde devlet kurumlarında da devam ediyor.
İleriki yıllarda dikkat ettim insanlar tanışırken; önce adı soyadı sonra nereli olduğunu öğreniyor. Önce masumane güzel bir davranış olarak gördüğüm bu tanışma şekli daha sonra kurumlarda iş birliğine daha ilerde ortak faydalara, kazançlara dönüşüyor. Sistem içinde normal yollardan uzun zaman alacak işler kısa zamanda çözülüyor. Öbür tarafta kimlerin işi erteleniyor uzuyor orası belli değil.
Yükselmeler, kariyer planlarının arkasındaki en güçlü dayanak bu dayanışmalar oluyor.
Baktım insanlar bir şekilde güç haline gelip işini görmenin yolunda. İşi görülsün de gerisi önemli değil…
Üniversitede dünya siyasetini ve yaşamını öğrenirken, hocalarımız ballandıra ballandıra Amerikan Anayasası, İngiltere parlamentosu, Hollanda tarımı, Alman standardını anlatırlarken ben, biz de böyle olmalıyız. Onları geçmeliyiz diyordum…
Uluslararası tahkim, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Lahey Adalet Divanı, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Dünya Yiyecek Örgütü, UNESCO uygar devletler ne güzel örgütlenmiş dedim. Uygar ve modern toplum işi çözmüş dedim.
Bizim ülkemizde şahit olduğumuz adaletsizlikler buralarda olmaz diye düşündüm.
Kurumsallaşmış toplumlar, adalet oturmuş, sistem çalışıyor…
Bu arada özellikle Amerikan devletinde şunları duymaya başladım. Ülkemizin çıkarı neyse onu yaparız.
Aklıma şu soru geldi;
Ya Amerikan çıkarı insanlığın yok olmasına sebep olacaksa ne olacak?
Ülkemle NATO arasında ilişkide bakış açım değişti. Körfez krizinde biz NATO’ya destek verdik. Ama NATO ülkeleri Irak ve Kuveyt’in bütün varlıklarına ortak oldular, bu arada bizim krize girmiş ülkemize kayıtsız kaldılar. Ülkenin en büyük iflasları yaşandı
Şimdi geldiğimiz noktada Gazze’de anlaşılıyor ki dünyada hiçbir ülke uygar değil, kapitalizm herkesi bir şeklide kullanılıyor. İnsanlık ayaklar altında.
Birleşmiş milletler dahil güvenlik konseyi, adalet divanı ve diğer masum görünüşlü bütün örgütler ve koca devletler belirli güçlerin emrinde kamuflaj işlevi gören kurumlarmış.
Şimdi yazımın başından beri vurgulamaya çalıştığım güç olma yöntemleri aslında küçük bir azınlığın hizmetini görürken faydasını gerçekleştirirken çok büyük bir kesimin mahrumiyetine sebep oluyor.
Güce sahip olan tarafta kendini mutlu ve şanslı hisseden kesim gücün karşısında öteki durumuna düşüyor.
Aslında ötekileşen bizim ne tarafta olduğumuz da değil.
Yaşamın içerisinde öteki haline gelen olaylar ve değerleri düşünmemiz lazım.
Aslında farkında olarak ya da olmayarak kendimizi akıllı ve kurnaz sanarak değerli olan her şeyi değersizleştirerek öteki haline getirmişiz.
Adaleti, vicdanı, ilkeleri, ahlakı ötekileştiren hepimizin bir şekilde hizmet ettiği bu düzen değil mi?
Her şeyden önemlisi bugün dünyanın geldiği durumda insanlık ötekileşmiş ve biz insanız diyoruz ama insan sıfatının içini boşaltmışız.
En güzel değerlerimiz, inançlarımız, ahlakımız yaşamın ötekisi olmuş…
Hatta doğal yaşam, memleketimiz ve dünya öteki olmuş… Tabir caizse yaşamımıza çökmüşler de biz hala bize ne verecekler bundan kazancımız ne olacak onun peşindeyiz…
İstiklalimiz, istikbalimiz öteki olmuş da tınmıyoruz…
Ve biz bundan rahatsız olmamaya başlamışız…