Tevfik OVACIK
Köşe Yazarı
Tevfik OVACIK
 

Serbest Piyasa Çapulculuğu

Serbest Piyasa Çapulculuğu Kelime anlamı görünürde doğal, kendi şartları içinde müdahale olmadan fiyatların belirlendiği piyasa gibi algılanıyor. Öyle algılanması da tarihsel süreçte sağlandı. Gerçek olmasa idealde tam rekabet piyasası vardı. Ekonomiler ona ulaşmak için çaba sarf etmelilerdi.   Ama o gölgemiz gibiydi arkasından gittikçe kaçıyor, yönümüze göre yanımızda ve arkamızda oluyordu. Hatta güneşin en tepeye çıktığı öğle vakitlerinde gölge kısalıyordu ama biz yaklaştık sanıyorduk. Öyle sanmamız sağlanıyordu. Aslında serbest piyasa sadece günümüzde değil insanlığın takas yolu ile ticareti keşfetmesiyle başlamış. Ama o zamanlarda bile fiyatı güç ve mecburiyet belirlemiş. Liberal ekonomilerin batıda ortaya çıkması ile “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” ilkesiyle sanki ekonominin üzerindeki bütün elleri çekmişler gibi bir algı oluşturmuşlar. Bu arada komünizm, aşırı devletçilik girişimleri ile aslında serbest piyasa iyice kutsallaşmış. Çünkü aşırı müdahaleci yapılar ekonominin dengesini daha da bozmuş. Özellikle kurgulanmış devlet Amerika, sonrasında batı ekonomisi ekonomiyi kurallara bağlama adına kendilerinin faydasını maksimize edecek şekilde düzene koyarak kontrollü ekonomiye geçmişler. Adı serbest ekonomi, liberal ekonomi… Adları ve manaları itopikleştirilmiş sistemler. Ulaşılması imkânsıza yakın ufukta güzel görülen sistemler. Bu vesile ile ekonomilere yazılı kurallar konmuş. Devlet kuraları kor, koyduğu kuralları denetler ve sistemin adil çalışmasını sağlar. Ne kadar güzel sistem değil mi? Bence de bu cümle hayat bulursa devlet bu düzeni kurabilecek bir sistemi kurgulayabilir ve hayata geçirebilirse muhteşem peki neden olmuyor? Öncelikle virüsün gerçek durumu; gücün yanlış konumlanması… Kazanç artmaya başladıkça güç manyetik bir alan da oluşturuyor. Devletler ne kadar düzen sağlasalar da adil davranacak muktedirliğe ulaşamıyorlar. Ya da olağan üstü zamanlarda toplumların çekmiş olduğu acıların ertesi bir dayanışma bölüşme ruhu oluyorsa da bu uzun ömürlü olmuyor. Siyasetin kendisi bizzat güç mücadelesi olduğu için devlet mekanizmasını yönetecek ekip oluşurken adaletsizlikler başlıyor. Siyaseti iktidara taşıyan taraflar gücü tamamen devlete bırakmıyor. Hükümet edenleri ipotek altına alıyor. Böyle olunca iktidarlar diyetlerle çalışmaya mecbur kalıyor. Dünyada da böyle; özellikle Amerika ve diğer emperyal güçler düzeni kurarken, ekonominin standartlarını kurarken öncelikle kendi faydalarını maksimize edecek şekilde düzenliyorlar. Sadece kendi devletlerini değil dünya düzenini de yönetecek şeklide… Buna ek olarak bizzat bu ülkeler öncelikle kendi burjuvlarını oluşturuyorlar. Birçok devletin küresel çapta ekonomik operasyon yapacak şirketi yok… Ancak bu ülkelerin taşeronu olabiliyorlar. Var olan küresel yapılar da bu devletleri perde arkasından kontrol edecek şekilde örgütleniyorlar. Hatta bu devletler küresel bu yapıların küresel seviyede menfaatlerini koruyacak Jandarma devletler pozisyonuna getirildi ve kullanılıyor. Bu güçler hep hazırlıklılar. Geleceğin insan kaynaklarını oluşturacak şekilde örgütleniyorlar. Para sistemleri, merkez bankaları onların kontrolünde… Hatta üretim ve ticaret standartları onların düzenini güçlendirecek şekilde yapılıyor. Bu durumda normal devletlerin yönetimi küresel düzeni düşünerek değerlendirirsek evdeki akvaryumun içi gibi kalıyor. Bütün bu verilerin ışığında devletler serbest piyasasını oluşturmaya çalışıyor. Bunu adaletli dürüst, samimi politikalarla gerçekleşme şansını arttırabilecekken hükümet edenler devletin imkânlarını kendi siyasi güçlerini maksimize etmek için kullanınca, dolayısıyla küresel sistemin kucağında ancak figüran olabiliyorlar. Ülkemizde iki olay anlatacağım; 1980’li yıllar. Trakya, Çorum, Mersin’de çeltikçiler ürünlerini yetiştirmiş çuvallara doldurmuş pirinç yapılmaya hazır hale getirmişler pazara hazırlar. Bu sırada ekonomi bozuk, kredi kullanmışlar ama hesapları tutuyor. Kaliforniya’dan dev bir gemi Mersin Liman’ına yanaşıyor. Pirinç yüklü. Açıkta bekliyor. Meclisin torba yasalarından birisinin içine küçük bir cümle ile pirinç ithalatının gümrüğü düşürülüyor. Gemi yanaşıyor. Ertesi hafta bütün marketlerde bizim içinden kilo ile pirinç aldığımız çuval pirinç yerine 1 kg, 2 kg, 5kg’lık AKEL pirinçleri hazır paketler yerini almış. Bizlerin alışık olmadığı bir pazarlama. Paketi temiz hazır net kg… Sonuç bütün büyük pirinççilerimiz batıyor. Dost banka müdürleri çeltik üreticilerinin düşmanı olmuş adeta haciz memurları ile çiftçinin kapısına kilit vuruyorlar. Yine 1980’li yıların ortaları; Bir kanun çıkıyor. Bundan sonra tarımda sertifikalı ürün kullanılacak. Bir süre de verilmiş ama bizim ülke vatandaşı düzenli çalışma kültürüne çok uzak. Tohumlarını sertifikalı hale getirip paketleyecek ne tesis var, ne insan kaynakları ne de kültür. Anam babam usulü tohum devam ediyor. Sertifikalı ürünün bir standardı var. Ürün de standart. Verimliliği fazla… Halk güzel, yuvarlak, düzgün, parlak olan ürünü seviyor. Pazarlama da teşvik edici. İşleri kolaylaştırıcı. İmkân da veriliyor. Ayrıca hazır ve kolay ulaşılabilir. Çiftçi buna saldırıyor. Artık tarımın çoğunluğu bunu kullanıyor. Bizzat çiftçinin eşi bile bu ürünü tercih ediyor. Düzgün düzgün sebzeler meyveler. Tabii standart sertifikalı tohum üreten yerli bir şirket yok denecek kadar az. Bir Sabancı grubunun SAPEKSA firması var… Bu tohumlar hiybrid (hibrit- Türkçesi melez) yani tek kullanımlık. 90’lı yıllarda fark edildi ki bu tohumlar çabuk da hastalanıyor. Her yıl bir hastalık yeni bir ilaç. Sonra anlaşıldı ki tohumların satıcıları ilaç da satıyor. Tabii tohumların genleri oynanmış. Üretim artıyor, hastalık da değişiyor. Kaymaklı bir tarım kumpası. Serbest piyasa var ama güç serbest piyasayı yönlendiriyor. Siyaset buna engel olamıyor. Küçük çiftçi yavaş yavaş köyleri terk ediyor. Şehre göç teşvik ediliyor… Büyük ölçekli firmaların işçiye ihtiyacı var… İnsanlar kendi işini terk ediyor işçileşiyor. Üstelik doğal şartlarda yaşamayı, beslenmeyi terk edip endüstriyel ürünlerin müptelası oluyor. Kendisi de endüstriyel çarkı döndüren mavi yaka oluyor… Serbest piyasa, kontrolsüz yaşamın kaynağı oluyor. Aslında kontrol gücün eline geçiyor. Hem kapitali hem siyaseti en aktif kullanan gücün maskarası oluyor. Devlet acizleşiyor… Piyasa güçlü çapulcuların meydanı haline geliyor…  
Ekleme Tarihi: 13 Ocak 2025 - Pazartesi

Serbest Piyasa Çapulculuğu

Serbest Piyasa Çapulculuğu

Kelime anlamı görünürde doğal, kendi şartları içinde müdahale olmadan fiyatların belirlendiği piyasa gibi algılanıyor.

Öyle algılanması da tarihsel süreçte sağlandı.

Gerçek olmasa idealde tam rekabet piyasası vardı. Ekonomiler ona ulaşmak için çaba sarf etmelilerdi.  

Ama o gölgemiz gibiydi arkasından gittikçe kaçıyor, yönümüze göre yanımızda ve arkamızda oluyordu.

Hatta güneşin en tepeye çıktığı öğle vakitlerinde gölge kısalıyordu ama biz yaklaştık sanıyorduk. Öyle sanmamız sağlanıyordu.

Aslında serbest piyasa sadece günümüzde değil insanlığın takas yolu ile ticareti keşfetmesiyle başlamış.

Ama o zamanlarda bile fiyatı güç ve mecburiyet belirlemiş.

Liberal ekonomilerin batıda ortaya çıkması ile “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” ilkesiyle sanki ekonominin üzerindeki bütün elleri çekmişler gibi bir algı oluşturmuşlar.

Bu arada komünizm, aşırı devletçilik girişimleri ile aslında serbest piyasa iyice kutsallaşmış. Çünkü aşırı müdahaleci yapılar ekonominin dengesini daha da bozmuş.

Özellikle kurgulanmış devlet Amerika, sonrasında batı ekonomisi ekonomiyi kurallara bağlama adına kendilerinin faydasını maksimize edecek şekilde düzene koyarak kontrollü ekonomiye geçmişler.

Adı serbest ekonomi, liberal ekonomi… Adları ve manaları itopikleştirilmiş sistemler. Ulaşılması imkânsıza yakın ufukta güzel görülen sistemler.

Bu vesile ile ekonomilere yazılı kurallar konmuş.

Devlet kuraları kor, koyduğu kuralları denetler ve sistemin adil çalışmasını sağlar.

Ne kadar güzel sistem değil mi?

Bence de bu cümle hayat bulursa devlet bu düzeni kurabilecek bir sistemi kurgulayabilir ve hayata geçirebilirse muhteşem peki neden olmuyor?

  • Öncelikle virüsün gerçek durumu; gücün yanlış konumlanması…
  • Kazanç artmaya başladıkça güç manyetik bir alan da oluşturuyor.
  • Devletler ne kadar düzen sağlasalar da adil davranacak muktedirliğe ulaşamıyorlar. Ya da olağan üstü zamanlarda toplumların çekmiş olduğu acıların ertesi bir dayanışma bölüşme ruhu oluyorsa da bu uzun ömürlü olmuyor.
  • Siyasetin kendisi bizzat güç mücadelesi olduğu için devlet mekanizmasını yönetecek ekip oluşurken adaletsizlikler başlıyor. Siyaseti iktidara taşıyan taraflar gücü tamamen devlete bırakmıyor. Hükümet edenleri ipotek altına alıyor.
  • Böyle olunca iktidarlar diyetlerle çalışmaya mecbur kalıyor.
  • Dünyada da böyle; özellikle Amerika ve diğer emperyal güçler düzeni kurarken, ekonominin standartlarını kurarken öncelikle kendi faydalarını maksimize edecek şekilde düzenliyorlar.
  • Sadece kendi devletlerini değil dünya düzenini de yönetecek şeklide…
  • Buna ek olarak bizzat bu ülkeler öncelikle kendi burjuvlarını oluşturuyorlar.
  • Birçok devletin küresel çapta ekonomik operasyon yapacak şirketi yok… Ancak bu ülkelerin taşeronu olabiliyorlar.
  • Var olan küresel yapılar da bu devletleri perde arkasından kontrol edecek şekilde örgütleniyorlar. Hatta bu devletler küresel bu yapıların küresel seviyede menfaatlerini koruyacak Jandarma devletler pozisyonuna getirildi ve kullanılıyor.
  • Bu güçler hep hazırlıklılar. Geleceğin insan kaynaklarını oluşturacak şekilde örgütleniyorlar.
  • Para sistemleri, merkez bankaları onların kontrolünde…
  • Hatta üretim ve ticaret standartları onların düzenini güçlendirecek şekilde yapılıyor.
  • Bu durumda normal devletlerin yönetimi küresel düzeni düşünerek değerlendirirsek evdeki akvaryumun içi gibi kalıyor.

Bütün bu verilerin ışığında devletler serbest piyasasını oluşturmaya çalışıyor.

Bunu adaletli dürüst, samimi politikalarla gerçekleşme şansını arttırabilecekken hükümet edenler devletin imkânlarını kendi siyasi güçlerini maksimize etmek için kullanınca, dolayısıyla küresel sistemin kucağında ancak figüran olabiliyorlar.

Ülkemizde iki olay anlatacağım;

1980’li yıllar. Trakya, Çorum, Mersin’de çeltikçiler ürünlerini yetiştirmiş çuvallara doldurmuş pirinç yapılmaya hazır hale getirmişler pazara hazırlar. Bu sırada ekonomi bozuk, kredi kullanmışlar ama hesapları tutuyor.

Kaliforniya’dan dev bir gemi Mersin Liman’ına yanaşıyor. Pirinç yüklü. Açıkta bekliyor. Meclisin torba yasalarından birisinin içine küçük bir cümle ile pirinç ithalatının gümrüğü düşürülüyor. Gemi yanaşıyor. Ertesi hafta bütün marketlerde bizim içinden kilo ile pirinç aldığımız çuval pirinç yerine 1 kg, 2 kg, 5kg’lık AKEL pirinçleri hazır paketler yerini almış. Bizlerin alışık olmadığı bir pazarlama. Paketi temiz hazır net kg… Sonuç bütün büyük pirinççilerimiz batıyor. Dost banka müdürleri çeltik üreticilerinin düşmanı olmuş adeta haciz memurları ile çiftçinin kapısına kilit vuruyorlar.

Yine 1980’li yıların ortaları;

Bir kanun çıkıyor. Bundan sonra tarımda sertifikalı ürün kullanılacak. Bir süre de verilmiş ama bizim ülke vatandaşı düzenli çalışma kültürüne çok uzak. Tohumlarını sertifikalı hale getirip paketleyecek ne tesis var, ne insan kaynakları ne de kültür.

Anam babam usulü tohum devam ediyor.

Sertifikalı ürünün bir standardı var. Ürün de standart. Verimliliği fazla… Halk güzel, yuvarlak, düzgün, parlak olan ürünü seviyor.

Pazarlama da teşvik edici. İşleri kolaylaştırıcı. İmkân da veriliyor. Ayrıca hazır ve kolay ulaşılabilir.

Çiftçi buna saldırıyor. Artık tarımın çoğunluğu bunu kullanıyor. Bizzat çiftçinin eşi bile bu ürünü tercih ediyor. Düzgün düzgün sebzeler meyveler.

Tabii standart sertifikalı tohum üreten yerli bir şirket yok denecek kadar az. Bir Sabancı grubunun SAPEKSA firması var…

Bu tohumlar hiybrid (hibrit- Türkçesi melez) yani tek kullanımlık.

90’lı yıllarda fark edildi ki bu tohumlar çabuk da hastalanıyor. Her yıl bir hastalık yeni bir ilaç. Sonra anlaşıldı ki tohumların satıcıları ilaç da satıyor.

Tabii tohumların genleri oynanmış. Üretim artıyor, hastalık da değişiyor. Kaymaklı bir tarım kumpası.

Serbest piyasa var ama güç serbest piyasayı yönlendiriyor.

Siyaset buna engel olamıyor.

Küçük çiftçi yavaş yavaş köyleri terk ediyor.

Şehre göç teşvik ediliyor…

Büyük ölçekli firmaların işçiye ihtiyacı var… İnsanlar kendi işini terk ediyor işçileşiyor.

Üstelik doğal şartlarda yaşamayı, beslenmeyi terk edip endüstriyel ürünlerin müptelası oluyor.

Kendisi de endüstriyel çarkı döndüren mavi yaka oluyor…

Serbest piyasa, kontrolsüz yaşamın kaynağı oluyor. Aslında kontrol gücün eline geçiyor.

Hem kapitali hem siyaseti en aktif kullanan gücün maskarası oluyor.

Devlet acizleşiyor…

Piyasa güçlü çapulcuların meydanı haline geliyor…

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve silifkesesimiz.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.

deneme bonusu veren siteler deneme bonusu deneme bonusu https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren bahis siteleri youtube mp3 blossomtips.com deneme bonusu veren siteler yeni En iyi deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler