BAŞKENT’TEN SELAM
TATARİSTAN CUMHURİYETİ
SSCB Devleti Orta Asya ve Balkanlar’da bulunan Türk Yurtlarını işgal etmiş ve bu yurtlarda yaşayan soydaşlarımızı egemenliği altına almıştı!.. Bunlardan Azerbaycan, Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan ve Kırgızistan bağımsız Devletler olarak Dünya coğrafyasında yerlerini almışlardır ama Kremlin’in özerklik statüsü verdiği Tataristan, Başkurdistan, Çuvaşistan, Tuva, Hakasya, Yakutistan (Saka Yeri) ve Altay Cumhuriyetleri, bağımsız değildirler. Bugünkü Rusya Federasyonu coğrafyasında yer alan bu Türk Cumhuriyetlerinin yanı sıra Dağıstan, Kabardin-Balkar” ve Karaçay-Çerkez Özerk Cumhuriyetleri’nde de bir hayli soydaşlarımız yaşamaktadır.
SSCB’ne defalarca seyahatlerde bulundum. Bu seyahatlerimin birisi, özellikle Tataristan Cumhuriyeti’ne idi. Bu o seyahat notlarımdan bir özet sunmadan önce, kısaca bu Cumhuriyet hakkında kısa bir bilgi vermek isterim…
***
Tataristan Özerk Cumhuriyeti, Avrupa’nın doğu kesiminde, İdil (Volga) ve Kama nehirlerinin birleştiği yerdedir. Batısında Çuvaşistan, doğusunda Başkurdistan Türk cumhuriyetleriyle komşu olan ülkenin kuzeybatısında Mari Cumhuriyeti, kuzeyinde Kirov bölgesi, kuzeydoğusunda Udmurt Cumhuriyeti, güneydoğusunda Orenburg bölgesi, güneyinde Samara (Kuybişev) ve Simbir (Ulyanovsk) bölgeleri bulunmaktadır. Yüzölçümü 87.836 km2, nüfusu 4 Milyon civarındadır. Ülkenin Başkenti Kazan olup, nüfusun 1,5 milyonuna yakın bölümü burada yaşamaktadır.
Genelde alçak ve engebeli bir ovayla kaplı olan Tataristan’da sade görünüşlü yüzey şekilleri egemendir. Ülke topraklarının deniz seviyesinden en yüksek noktası Bögilme-Belebey platosundadır. Toprakların büyük bölümünü İdil Nehri kollarından Kama nehri sular. İdil üzerinde kurulmuş olan Kuybişev Barajı’nın gölü önemli bir kısım araziyi işgal etmiştir. Bölgede kara iklimi hâkimdir. Kışlar uzun ve sert, yazlar serin geçer. Yıllık yağış miktarı ortalama 400-500 mm. kadardır. Yağış en çok yaz aylarında görülür. Tataristan’ın büyük bölümü kara toprakla, yaklaşık % 16’sı da ormanlarla kaplıdır. Doğal bitki örtüsü bozkırdır; İdil kıyısındaki taşkın ovalarında çayırlar yer alır. Ülkede Tatarlara Kazan veya İdil Tatarları ismi verilir. Kazan Tatar’larının toplam sayısı yaklaşık 9 milyon olup bunun üçte bir kadarı Tataristan’da yaşamaktadır. Nüfusun % 52,9’unu Tatarlar, % 39,5’ini Ruslar, % 3,4’ünü Çuvaşlar, kalanını farklı etnik kökenli insanlar oluşturmaktadır. Halkın % 74’ü şehir ve kasabalarda, % 26’sı kırsal alanlarda oturmaktadır.
Tataristan küçüklüğüne rağmen gerek endüstrisi gerekse tarımıyla Rusya ekonomisinde önemli bir yere sahiptir ve federasyonun en zengin ülkelerinden biri sayılmaktadır. Diğerleri gibi bu ülkenin de yer altı ve yer üstü zenginlikleri Moskova projeleriyle yatırımlara tahsis edilmekte, bu sebeple halka gayri sâfi millî hâsıladan çok az pay kalmaktadır. Tataristan topraklarının büyük bir bölümü tarıma elverişlidir. Yetiştirilen başlıca ürünler çavdar, buğday, mısır, keten, patates ve şeker pancarıdır. Ayrıca sebze ve meyve üretimi de gelişmiştir. Hayvancılık ve buna bağlı olarak mandıracılık önemli bir uğraşı alanıdır. En büyük yer altı zenginliği petrol ve doğal gazdır; yılda ortalama 100 milyon ton petrol çıkarılmaktadır. Petrol ve doğal gaz boru hatlarıyla Kazan, Gorki, Ufa, Perm, Saratov ve Sverdlovsk’a taşınır. Kuybişev Barajı’ndan elektrik enerjisi elde edilir. Ülkede endüstrinin en önemli kolları petrol, doğal gaz, kimya, petro-kimya, makine, elektronik, kereste ve gıda endüstrileridir. En önemli tesisler Kazan ve çevresi ile Kama ırmağı boyunda (özellikle otomotiv) toplanmıştır. Ulaşımda daha çok nehirlerden faydalanılır. Moskova ve İdil havzasının diğer şehirlerine ırmak limanlarıyla düzenli yolcu taşımacılığı yapılır. Ülkenin kuzeybatı ve güneydoğu uçlarından Moskova ve Urallara uzanan iki ana hat geçer. Birçok merkez arasında karayolu bağlantısı vardır. Kazan’da büyük bir havaalanı bulunmaktadır.
***
Tataristan Seyahatim
Eski Bir Türk Yurdu Kazan Üniversitesi’nin düzenlediği Türkoloji Konferansına katılmak üzerine 06 Haziran 1992 Tarihinde, Bakü’den, yaklaşık 3 Saatlik uçuştan sonra Tataristan’ın başkenti Kazan’a ulaşmıştım. Ferit Abdulin adlı bir görevli alanda karşılayıp, Tataristan Oteli’ne götürmüştü ve 1317 No.lu odaya yerleşmiştim. Tataristan Oteli’nde restore çalışmaları vardı. Odalara TV ve buzdolabı koyuyorlardı. Hatta telefonları ve tüm mefruşatı bile değiştiriyorlardı.
Ertesi sabah erken saatlerde kapıma vurarak beni uyandırmışlardı. Gelenlerden birisi konuklarla ilgili bir görevliydi; öteki ise İsrailli bir Yahudi! Yahudi’yi benim kaldığım odaya veriyorlardı ama benim şiddetle itirazım üzerine başka bir yere götürmüşler ve yanıma da kimseyi vermemişlerdi. Tataristan kısa bir süre önce bağımsızlık ilân etmiş; hatta burada yaşayan Ruslar dahi, bağımsızlık lehine oy kullanmışlardı. Ama Rusya karşı çıkınca, tanıyan başka bir ülke de çıkmamıştı!..
Ayakta kalan 6-7 Camiden, sadece 3 tanesi ibadete açıktı ama pek cemaat yoktu. Eski Kazan’daki camide, Türkiye’den gelen iki gencin, din dersleri verdiklerini görerek memnun olmuştum. Kirov Caddesindeki “Pişen Bazarı Mescidi”ni de görmek istemiştim ama kapalı olması nedeniyle sadece dışarıdan görebilme olanağını bulmuştum.
Bu mahallede, Abdullah Tukay adlı ünlü Tatar şairin doğmuş ve yaşamış olduğunu öğrenmiştim. Eskiden Pazar kurulan yerde de artık büyük bir devlet binası vardı. Başka bir gün Merceni Camiine gidip, birkaç Tatar ve imam Abdülhak ile sohbet etmiştim. Bunlardan Mirkadıyan Mahmudov, köyde yaşıyordu ve savaş kahramanıydı. Merceni Camii Nasıri Sokağında bulunuyordu.
1825-1902 Yıllarında yaşamış olan Kayum Nasıri adlı pedagog ve yazar, bu sokaktaki bir evde yaşamış ve bu nedenle sokağa onun adını vermişlerdi. Camiye adını veren tarihçi ve filozof Şehabettin Merceni de aynı sokakta, 1858-1889 Yılları arasında, caminin yanındaki evde yaşamıştı.
Kültür Evi’nde sürekli etkinlikler yapılıyordu. Bir ara, “Hoca Nastradin” adlı eseri seyretmek için tiyatrodan bilet almak istediğimde, gişe memuresi “yok” demiş ama karaborsada, her zaman biletin satıldığını öğrenmiştim.
Kazan’da bir restore seferberliği vardı. Tüm binalar badanalanıyor, boyanıyordu. Mevcut otellerin hepsinde de esaslı onarımlar görülüyordu.
Benim de katılacağım bilimsel kongreden sonra, 18-21 Haziran 1992 Tarihlerinde yapılacak olan “Dünya Tatarları Kongresi”ne, İstanbul’da faaliyette olan “Tümata” müzik topluluğunun da davet edildiğini öğrenmiştim.
Kazan’da davet edildiğim ilk ev, değerli bir bilim adamı olan Lenar Cemalettin’indi. Lenar, halkbilim uzmanıydı. Akademide bu konuyla ilgili birkaç kişi daha vardı. Lenar Tatar Halk Kültürü ile ilgili çok sayıda makale ve kitaplar yayımlamıştı. Bir vesileyle bizim Metin Ergün’le tanışmıştı. Söylediğine göre evine konuk olan ilk Türk bendim. Eşi İlgize hanım devlet hizmetinden emekliye ayrılmıştı. Onuncu sınıfta okuyan İlgiz adlı bir oğulları vardı. 1935 Doğumlu olan Lenar, Kazan’da olduğum süre içerisinde benimle en candan ilgilenen kişi olmuştu.
İştirak edeceğim uluslar arası konferansın genel sekreteri olan Prof. Dr. Ferit Hakimcanov da Lenar’ın kapı komşusuydu. (Prof. Hakimcanov bizim Afyonkarahisar Kocatepe Üniversitesi’nde birkaç yıl, misafir öğretim üyesi olarak görev yapmıştı).
Uluslararası Türkoloji konferansı için Kazan’a, çoğu Türk yurtlarından olmak üzere, dünyanın çeşitli ülkelerinden, çok sayıda bilim adamı ve uzman gelmişti. Türkiye’den 60 Kişi bekliyorlardı ama gelenlerin sayısı 10’u geçmezdi. Eski Sovyetler Birliği coğrafyasından gelenler, “Yaşlar Mihmanhanası” (Gençlik Misafirhanesi)’nda kalıyorlar; batıdan (Türkiye de bu sınıfa dahildi) gelenler ise kent merkezindeki Tataristan Oteli’nde konaklıyorlardı. Batılı katılımcılar, otel ve yemekler için katılım ücreti olarak 200 Dolar ödemişlerdi. Konferans 10 Haziran’da yapılan açılış oturumundan sonra çeşitli seksiyonlarda devam etmişti. Programda beni “Dil Seksiyonuna” koymuşlardı ama Lehar ve Ferit “olmaz, sen folklorcusun” deyip, “Folklor Seksiyonuna” götürmüşlerdi. Bildiriler Rusça okunuyordu. Zira eski SSCB’de ortak dil Rusça’ydı ve batıdan gelen katılımcıların dışında, herkes Rusça biliyordu. O akşam Yaşlar Mihmanhanasının geniş salonunda kokteyl vardı. Yiyip içenler kafayı bulunca dansa kalkmışlar ve geç saatlere kadar tepinmişlerdi. Kuşkusuz, Türkoloji Konferansı hem Tataristan hem de Türk Dünyası için son derece önemli bir etkinlikti. Fakat sadece akademisyenler, konunun farkındaydılar ve önemini biliyorlardı. Ama ne devlet ne de halk ilgi göstermiyordu ve belki de haberleri bile yoktu?..
Ertesi akşam, seksiyon çalışmalarından sonra Mirseet Sultangaliyev’in doğumunun 100.yıldönümü münasebetiyle Tatar Devlet Akademi Tiyatrosunda bir tören düzenlenmişti. Sultan Galiyev’in çeşitli yönlerinin anlatıldığı konuşmalardan sonra bir de bale gösterisi yapılmıştı.
Kazan’dan hızlı bir deniz aracıyla Volga Nehri üzerinden gittiğimiz Bulgar kentinde, Türkolog dostlarla
Tarih, 11 Haziran 1992… Kurban Bayramının birinci günü. 70 yıl aradan sonra Kazan Tatarları ilk kez Kurban Bayramı’nı kutluyorlardı. İki gündür, televizyonlarda da bu bayram ile ilgili yayınlar yapılıyordu. Bu sabah da Kazan televizyonu, Kazan’daki bir camiden, bayram namazını naklen yayımlamıştı. Ayrıca bayram süresince, resmi tatil ilan edilmişti. Konuştuğum şuurlu bir Tatar genci bana şöyle demişti: “İslâma dönmeliyiz; aksi halde Ruslaşırız!..”
Türkoloji Konferansı üyelerini kaldıkları otellerden toplayıp, İdil Nehri’nin, Kazan iskelesinde bekleyen iki deniz otobüsüne bindirmişlerdi. Volga adıyla da anılan bu nehir üzerinden deniz araçlarıyla, Karadeniz’e kadar gidebilmek mümkündü. Ceyhun ve Seyhun gibi, İdil de Türk tarihi için önemli bir su idi. Rahat bir yolculuktan sonra, tarihteki büyük Bulgar Devleti’nin kurulduğu yere ulaşıp, deniz otobüsünden inip karaya çıkmıştık. Burada bizi ulusal giysiler içindeki kızlar karşılamışlardı. Bu mekânda yaşayan Bulgarlar Türk kökenliydi. Sonradan bugünkü Bulgaristan topraklarına göç edip, oradaki Slavlarla karışarak, Bulgaristan’ı kurmuşlardı. Ne var ki onların boşalttıkları topraklara Ruslar yerleşmişlerdi ve şimdi de Ruslar yaşıyorlardı. Vaktiyle bu topraklardaki İslâmiyet’in varlığı, yıkılmış da olsa, cami, minare ve kümbet kalıntılarıyla kanıtlanıyordu. Bir de arkeoloji müzesine dönüştürülen kilise görülüyordu. Bu kilisenin temel taşları arasında, Müslüman mezar taşları vardı!.. Burada ufak tefek kazılarla yenilmeyip, esaslı kazılar yapılırsa, kuşkusuz, eski Bulgar Türk Devleti, bütün haşmetiyle ortaya çıkmış olacaktır.
...13 Haziran 1992 Sabahı, tüm delegeler adeta çil yavrusu gibi dağılıp, çeşitli istikametlere gitmişlerdi. Ben Bakü’den geldim ve yine Bakü’ye dönecektim. Beni Bakü’ye ulaştıracak Tupolev’e Azerbaycanlı bilim adamı Vagif Aslanov ve Hollanda’dan gelip, Ebulfez Elçibey yönetimindeki Halk Cephesi’ne bir miktar para getiren Mehmet Tütüncü ile birlikte oturmuştuk ve uçağımız, 07.40’da Kazan’dan havalanmıştı…