Eğrisi, Doğrusu, Gerçeğiyle Bugünlerde Yönetim
Kültürel yapımızın bozuk bir tarafı ile yazıma başlayacağım.
Bizim uzlaşmamıza, istişareye, çözüme karşı belki de tanımlayamadığımız en kötü yanımız.
Öncelikle niyet olarak bu davranışlardan uzağız.
Sonra öz eleştiriden yoksunuz.
Daha sonra da kendi hatalarımızı örtmek için karşı tarafı beceriksiz, yeteneksiz, başarısız gösteren bütün argümanların koleksiyonunu yapıp; müzakere esnasında ‘’sende de bunlar var ben daha iyiyim” kurnazlığının kahramanlığını yaşıyoruz.
Bu davranışlar kişisel sohbetlerden, şirket yönetimine kadar, parti yönetiminden devlet yönetimine kadar her seviyede iletişimimizde var.
Oturup sorunu tanımlayıp, çözümü projelendirip duruşunu sergileme yerine sadece karşı tarafı çözümsüz ilan etme becerimiz var.
Böyle olunca da gerçek problemlerimizi konuşamıyor, uzlaşma zemini kuramıyoruz. Karşı tarafı suçlu ilan et yeter mantığındayız.
Dolayısıyla insanların ya da karşı tarafın açığını kullanan bir ilişki sistemi zehirli sarmaşık gibi ruhumuzu sarıveriyor.
Bir nevi mafya taktiği… Yumuşak karnı bul ve kullan…
Cahilce ve güçle ikna yöntemi…
Bu sistem sadece belirli kişileri ilahlaştırır. Toplumu, şirketi, aileyi her ne organizasyon varsa onun düzenli yönetilmesini sağlamaz.
Aksine bu sistem görünürde kısa başarılar üretirse de gerçek çözümler üretemediği için yönetilenlerin yönetenlere karşı güvenini sarsar.
Bugün güvensizlik ortamı toplumun her kesiminde var.
Ailelerde, şirketlerde, kurumlarda, belediyelerde, devlette, bürokraside her şeyden önemlisi siyasette.
Öncelikle siyasete bakalım.
Her ne kadar siyasi partiler değişik otellerde kamplarda öz eleştiri yapıyor gibi görünseler de sonuçta bir çözüm çıkmıyor.
İktidar açısından bakalım. Taşra teşkilatları liyakat sahibi insanlardan oluşmuyor. En büyük ehliyeti siyasette belirli kademelerde bulunmuş olmaları. Halkın problemlerini projelendirme kabiliyetleri zayıf. Devletin taşra teşkilatları onların referansı ile atanıyor ama içinde bulundukları belde, ilçe ve ilin potansiyeline göre çözüm üretme kapasiteleri yok.
Tarımda şu an istenen seviyeye gelmemişsek bu teşkilatların dar bakış açısına sahip insanlar tarafından oluşması.
Herkesin tek amacı var siyasette bir üst basamağa ulaşmak ve oraya çıkarken çevresinde kullanışlı insanlardan bir ekip kurmak.
Haliyle o ekiplerin talepleri var. Ve siyasetçi o talepleri yerine getirirken hedeflediği makamlardan da oluyor. Çünkü kullanışlı çevre doymuyor.
Üst yönetim de yerini sağlam tutmak için zaman içinde duyarsızlaşıyor. Bu sefer akılla projeler rafa kalkıyor, üst perdeden konuşmalar başlıyor.
İktidar muhalefetle beraber çözüm arayacakken kendi teşkilatları ile bile çözüm üretemez hale geliyor.
Kısa zamanda çok iş yapmak için kendi teşkilatını kontrol etmek için bu sefer duygusal çıkışlar başlıyor. Taraftarlık psikolojisini kullanarak yerini sağlamlaştırmak isterken bu sefer de karşı tarafı yok sayan hatta karşı tarafla savaş psikolojisi ile saflarını sık tutmak istiyor. Bu arada muhalefeti yok saymak, onu önemsizleştirmek, itibarsızlaştırmak hepsi siyasetin silahı haline geliyor.
Siyaset, sistemden uzaklaşıyor. Yönetim sitemden uzaklaşıyor.
İlkesizlik, öngörüsüzlük bir yönetim biçimine dönüşüyor.
Belli bir zaman sonra sistem olmayınca tek adam yerini alıyor. Ondan habersiz iş yapılamıyor.
Hatta her şey onun adı verilerek yapılıyor. Adı verilmezse acaba ihanet mi var düşüncesi kafasını gösteriveriyor.
Aynı şeyler muhalefette de var.
Onlar da aynı ilkesizlik, öngörüsüzlükle iktidara yürürken masayı devirdiler.
Bir birlerine çelme takacağım derken masanın ayağını kırdılar.
Sadece ben olayım.
Yola eğer en iyi kim yönetir? Kimin seçilme şansı var onu arayarak çıksalardı belki bunlar yaşanmazdı.
İktidarın liyakatsizliğe prim veren yönetim biçimine biz liyakate adalete önem veriyoruz mesajını verecek milletin alternatif namzeti partiler daha devlete gelmeden masayı paylaşamadılar.
İktidarın yorgunluğu, liyakatsiz yönetime kapı aralayan yaklaşımı, yüksek perdeden konuşan patronu milletin önünde tevazuu kaybeden yaklaşımına karşı alternatif arayan insanların ümidi olacak iken, maalesef ümit olmaktan uzaklaştılar.
Ah herkes çevresine kulak verse, kendi akil insanlarını dinleseler!
Siyasi manevralarla kurdukları güçlerine güveneceklerine akla güvenseler de ikna yöntemini benimseseler.
Maalesef iktidar ve muhalefetin ortak paydası düzensizlik...
Şirketler de öyle.
İkna sistemi yerine dikta sistemi ile yönetilen şirketler gelişme kapısını aralamakta güçlük çekiyor.
Aklı ikinci planda tutarken duygusal kararlar ve ön yargılar doğruyu bulmayı ve yaşatmayı güçsüzleştiriyor.
Güç sahibi iktidar muhalefet ve şirket sahiplerinin ortak yapıları güçleri ile inşa ettikleri kale duvarlarında aklıselimi duyamıyorlar. Yaydıkları korku iklimi ile çevrelerini içe kapanık hale getirmişler.
Değişen bir şey yok…
Deneyerek yanılarak bedeller ödeyerek aranan doğrular çözümü zorlaştırıyor.
Bu bizim kültürel yapımız, sanırım. Toplumun her kesiminde benzer davranış var.
Güçlü olmayı istememiz de biraz bundan. Hâlbuki insanlar güçlendikçe tevazuu sahibi olursa o zaman toplum ve insanlık kazanır.
Yoksa korku kültürü bir yere götürmüyor.
Olan millete devlete, ekonomiye şirkete oluyor.