Acıyı Duymayan İnsan
Kaç zamandır düşünüyorum; kendimize ve sıfatımız olan insanlığa karşı neden artan oranda duyarsızlaşıyoruz?
Aslında insanlık hepimizin taşıdığı taşıması gereken çok değerli sıfat ama nedense günümüzde yaşananlara bakınca gittikçe artan oranda insanlığa karşı, insanlar olarak hepimiz gittikçe duyarsızlaşıyoruz, bana öyle geliyor.
Bu düşünceyi paylaşanlara bakarsam hiç de yalnız değilim.
Yine bu düşünceler içinde iken sosyal medyada bir paylaşım dikkatimi çekti;
“İnsanı ilgi ile dinlemek insana en büyük ikramdır” Hz Mevlana diyordu.
İçimiz ısıttı bu söz…
Dinleyebilmek, karşısındakine kulak kesilmek böyle bir insan ile karşılaşabilmek ne muhteşem bir şey…
Sana kulak veren seni anlayan, hatta seni senden daha iyi dinleyen bir insanın varlığı ne büyük bir ikram…
Acaba dinlemeyi mi unuttuk?
Duyulmayı, işitilmeyi istiyoruz da işitmeye gelince kulaklarımız mı çalışmıyor?
Yoksa kullanmaya, kullanmaya işitme kabiliyetimizi mi kaybettik?
Önce işitseydik bize neler ikram edilecekti acaba?
Belki de işitme zahmetine katlanamadığımız için ne büyük zenginliklerin farkına varmaktan kendimizi alıkoyuyoruz?
Ben de altına “Çağımızın en büyük sorunu dinlememek” diye not düşerek sosyal medyada paylaştım.
Sonra telefonu bıraktım, oğlumun arkadaşı Furkan’ının hediye ettiği A. Ali Ural’ın Makyaj Yapan Ölüler kitabını okumaya devam ettim.
Karşıma çıkan kısa hikâyenin başlığı; “Acı Duymayan Çocuk” adlı hikâyeyi okumaya koyuldum.
Hikâyede anne evladını doktora getiriyor. Doktor hemen stetoskopu alıp çocuğun sırtını dinlemeye başlıyor.
Doktor: Derin nefes al, ver diyor. Stetoskopu vücudun değişik yerlerine koyuyor dinliyor ama bir şey yok. Bu arada çocuğa nasıl derin nefes alıp vereceğini gösteriyor ama yine bir şey yok.
Sonra anneyi dinlemek aklına geliyor. Neden geldiniz, çocukta bir şey yok diyor.
Anne bir yanık kokusu aldım. Çocuk elini sobaya koymuş yanıyordu. Fark etmeseydim daha yanacaktı. Benim çocuğum acı duymuyor, ağrı duymuyor diye anlatınca doktor irkilir.
Anneyi dinleyince yüzleşir. Gerçeği duyar.
Bu toplumda nadiren görülen bir hastalık olduğunu, anlatır.
Hikâye “acı çekmeye başlamazsak yanmaktan kurtulamayacağız” cümlesiyle bitiyor.
Çok etkilendim gerçekten dinlemek, duyabilmek hepimiz için bir lütuf…
Son zamanlarda düşündüklerim, bu paylaşımı, hikâyeyi hepsini yaşamın bana bir işareti olarak kabul ettim ve bu hafta yazımı bu konuya ayırdım…
Artık duymuyoruz…
Modern toplumun gerekleri yaşamın seslerine, görüntülerine kokularına karşı bizleri yabancılaştırdı artık yaşama ve onu zenginleştiren her şeye daha çok duyarsızız.
Artık şehirlerde yıldızları görmüyoruz.
Kuş seslerine yabancıyız.
Ağaçların, çiçeklerin kokuları bize masal gibi…
Doğallık, hikâyelerin konusu…
Komşularımız çok uzak…
Eski gibi dostluklar yok.
Fayda paylaşan yakın ilişkiler var.
Çözüm ortaklıkları diyelim.
Bir dostum geçenlerde aynı köyde olmamıza rağmen dedeme üç haftadır gitmeye vakit bulamıyorum diyordu.
Ben de aynı evde çalışan dört kişi; ikisi online evde ikisi dışarda onlar da akşam yemeğinde ya da Pazar kahvaltısında ancak görüşebiliyorlar dedim.
Dünyaya baktım;
Milyonlar göçe zorlanıyor, yüzbinler savaşta ölüyor artık duymuyoruz, duyarsızlaştık.
İnsanlık daha çok kazanmak için daha çok yaşamını kaybediyor.
Ucuza sattığımız hayatlarla pahalı ve acı tecrübeler satın alıyoruz.
İnsanlık acı duymayı kaybediyor.
Bazen sadece kazanmak yetmiyor başkalarının kaybettiğini de görmek istiyoruz.
Acaba hangi acıyı duyarsak yandığımızı fark edebiliriz?
Ya da insanlığımızı tekrar hatırlamak değerli kılmak için hangi acıları duymalıyız?
Ağrının vücudun erken uyarı sistemi olduğunu okumuştum, yaşamda erken uyarı sistemlerimiz mi körleşti? Belki de yaşama karşı hassasiyetimizi ondan kaybettik
Benim dileğim acı duymadan yaşamın farkına varmamız.
Ümidim güçlü.
Yapabileceğimiz çok şey var…
Belki de isteklerimizin peşinde koşarken gerçek ihtiyaçlarımızın tanımını unuttuk.
Bizim ihtiyaçlarımızdan çok bize dayatılan istekleri ihtiyacımız gibi görmeye başladık.
Onlara ulaşınca yaşamımızda mutlu olacakmışız duygusuna kapıldık.
Oysa önümüzde isteklerimiz ve arzularımız arkamızda onlara sahip olurken ödemelerimiz ve borçlarımız. Düzenin at yarışının figüranları gibiyiz.
Gerçekten ümidim var..
Mevlana dinlemenin ikram olduğunu söylediğinden beri 750 yıl geçmiş.
Ne badireler atlattı insanlık…
Elbet bir yerimiz ağrıyacak, acı duyacağız vicdanımız ve aklımız harekete geçecek…