‘‘DEPREM GÖÇÜ’’ ve SİLİFKE
Son günlerde, deprem göçü nedeniyle Silifke’de ayrı bir hareketliliğin göze çarptığı hepimizin malumu. Depremden etkilenen yurttaşlarımız, coğrafi olarak nispeten yakın konumda bulunan Mersin’e ve ilçelerine göç etmek zorunda kaldılar. Bu anlamda; Silifke’miz de depremzedelerin sığınmak zorunda kaldığı ilçelerden birisi oldu: Trafikte, hastanelerde, kamu kurumlarında, bankalarda, -her yerde- ayrı bir yoğunluk söz konusu. Depremzedelerin bir kısmı kamu kurumlarına ait misafirhanelerde, yurtlarda ya da kendilerine tahsis edilen otellerde kalmaya devam etmekte, bir kısmı ise kiraladıkları konutlarda yeni bir hayat kurma çabası içerisinde. Kimisi, geçici bir süreliğine buralarda kaldıktan sonra, yeniden memleketine dönmek istemekte, kimisi de mevcut birikimi ile Silifke’de yeni bir başlangıç yapma derdinde. Arafta olanlar da var tabi, dönmek ile dönmemek arasında gidip gelenler… Dönecekleri o şehirlerde, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak sanki… Bunu kabullenmek, zor…
İnsanlar deprem bölgelerinde evlerini kaybettiler; yakınlarını, sevdiklerini toprağa verdiler, yaşanmışlıkları ile birlikte şehirler yitip gitti. Ve gün geldi, doğup büyüdükleri, hayatlarını kazandıkları ve sevdikleri ile birlikte huzurlu bir şekilde yaşadıkları o şehirleri terk edip gitmek zorunda kaldılar. Ne acı bir durum. Bunu tahayyül etmek bile zor. Elbette, o şehirler yeniden kalkacak ayağa. Gelenlerin bir kısmı dönecek; bir kısmı dönmeyecek, dönmek istemeyecek belki. Çünkü deprem, salt fiziksel yıkıma sebebiyet vermedi, depremi yaşayan insanlarda psikolojik ve duygusal yıkımlara da sebep oldu maalesef. O yüzden, deprem dolayısıyla şehirlerini terk etmek zorunda kalan insanları anlamaya çalışmalı, bireysel olarak her zaman onların yanında olduğumuzu hissettirmeliyiz. Depremin ilk gününden itibaren milletçe gösterdiğimiz dayanışma örneğini, ilerleyen süreçte de göstermeye devam etmeliyiz.
Ancak; göçle birlikte artan nüfus yoğunluğu, tabii, Mersin’de ve ilçelerde -Silifke’de de- bir takım sorunları beraberinde getirdi, bunu da göz ardı etmemeli. Bu bağlamda; sorunların çözümü noktasında gerek merkezi hükümete gerekse de yerel yönetimlere büyük iş düşmekte. Altyapı sorunları; barınma, sağlık, eğitim ve ulaşım konusunda yaşanan sıkıntılar bir şekilde çözüme kavuşturulmalı. Sorunlar çözülürken de, ortak akıl ve istişareye önem verilmeli. Bu noktada; geçtiğimiz günlerde, Mersin’deki 47 kurum ve kuruluş ile STK, bir bildiri yayımlayarak somut çözüm önerilerini kamuoyu ile paylaştılar: "Mersin, özel bir destek/statü kapsamına alınmalıdır. Mersin’in nüfusu yüzde 40’a yakın bir oranda artmıştır. Merkezi bütçeden Mersin’e nüfusu ile orantılı olarak aktarılması gereken tüm kaynaklar, bu oranda artırılmalıdır."
Bildirinin devamında, sağlık ve eğitim alanında artan ihtiyaçlar göz önünde bulundurularak, bu alanlardaki personel sayısının hızla artması gerektiği, Yatırım Teşvik Sistemi’nde 3. bölgede yer alan Mersin’in -olağanüstü koşullar göz önünde bulundurularak- 5. bölgeye alınması, İŞKUR tarafından depremzedelere yönelik istihdam teşvik programlarının başlatılması, kentimiz için hayati önem arz eden toplu konut ve altyapı yatırımları ile ulaşım projelerinin ivedilikle tamamlanması gibi somut adımların atılması gerektiği de belirtilmekte. Umuyoruz ki; zaman içerisinde, merkezi hükümet, yerel yönetimler ve STK’lar, tam bir uyum içerisinde, -siyasi ayrışmaları da bir tarafa bırakarak- sorunların çözümüne yönelik gerekli somut adımları birlikte atarlar. “Sosyal devlet” olmanın bilinci ile hareket edildiğinde çözülemeyecek hiçbir sorunumuzun kalmayacağı kanaatindeyim.
Depremin acıları henüz çok taze. Uzun bir süre de deprem mevzuu gündemimizde olmaya devam edecek gibi görünüyor. Elbette, bu zor günleri birlikte bir şekilde atlatacağız. Ama aynı acıları yeniden yaşamamak adına, kaderciliği değil bilimi esas alan, sorgulayan bir yurttaş bilincine de her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.