BEN GİDERİM BATUMA, KURUYAN BATAĞINA…
Bu güzel Sinop türküsünü her duyuşumda Gürcistan Acara gezimizi hatırlarım. Haziran 2012’de bazı Gürcü dostlarla yaptığımız bu seyahatte Batum ve çevresini gezip inceleme imkânı bulmuştum.
Yaptığım bir haber vesilesiyle tanıştığım, merkezi İstanbul’da olan Gürcistan Dostluk Derneği yöneticileri artık gelenekselleşen toplu sünnet programları için beni de davet ediyorlar, ben de seve seve kabul ediyorum. Hani tilkiye “tavuk sever misin?” diye sormuşlar. O da gülmekten cevap verememiş ya! Benimkisi o hesap. Seyahat aşkıyla yanan bir Yörüğe davet gelir de hiç reddedilir mi?
İstanbul’dan Mercedes Vito araçla kalabalık bir grup halinde yola çıkıyoruz. İçlerinde Gürcü asıllı olmayan bir tek ben varım. Yolcular arasında Orhan Şardağ Beridze isimli çok renkli bir şahsiyet de bulunuyor. Derneğin Denetim Kurulu Üyesi Orhan Şardağ, halen dünyada 14 alfabe kullanıldığını, Gürcü alfabesinin de bunlardan biri olduğunu belirtiyor.
Yolda bize “Gelino gelino” (Acara Gelini) isimli şarkıyı da dinlettiriyor. İlk defa dinlediğim bu hüzünlü parçadan etkileniyor, sözlerini öğrenince de daha çok seviyorum. Gelin getirilirken söylenen bu şarkı; insana, aşka, geline, kayınpeder ve kayınvalideye verilen önem gibi pek çok unsuru çarpıcı bir melodiyle şiirsel şekilde anlatıyor.
Yaya aştım dokuz dağı, seni bulmaya
Suyla doldurdum testimi, damla damla
Ayla dertleştim geceleri, hayal kurarak
Maniler söylerim, şafakla gelen güne.
Gelino, ağır ağır gel benimle,
Gelino, yüksektir kapının eşiği,
Gelino, kaynanan anandır ana gibi,
Gelino, kaynatan babandır baba gibi.
Toprak döşek olur uykumuza,
Gökyüzünü örteriz yorgan diye üzerimize
1260 kilometrelik yolu kat edip 16 saat süren çok zevkli bir yolculuktan sonra Sarp Sınır kapısına ulaşıyoruz. Kardeş ülke KKTC’ye girer gibi pasaportsuz ve vizesiz yabancı bir ülkeye girmenin zevkini ve kolaylığını yaşıyoruz.
Gamarcoba (merhaba) Gürcistan
Kafkasların giriş kapılarından biri olan Sarp’tan kapalı bir koridordan yürüyerek Sarpi’ye geçince kibar hanım görevliler Türkçe “merhaba” ve “hoş geldiniz” kelimeleriyle bizi sıcak bir şekilde karşılıyorlar. Kısa süren işlemlerin ardından saatlerimizi bizden bir saat ileri olan Gürcistan’a göre ayarlayıp sadece 17 kilometre ilerideki Batum’a doğru hareket ediyoruz. Sınırdan çıkar çıkmaz ilk karşımıza çıkan yerleşim bölgesi Gonio/Konyo (Gönye) ve içinde Osmanlı hamamı ve mezarları bulunan meşhur kalesi oluyor.
Vardım seyreyledim Acaristan’ı…
Buradan Batum’a kadar yol boyunca çift sıralı okaliptüs ağaçlarını görüyoruz. Kaptanımız, türküde geçen sahildeki bataklıkların bu ağaçlarla kurutulduğunu zira yetişkin bir okaliptüsün yılda 100-250 tona kadar su emdiğini belirtiyor. Daha sonra yaptığım araştırmalarda bu bilgilerin doğruluğunu teyid ediyorum. Ağaçlandırma çalışmalarının Çarlık Rusyası döneminde başladığını ve Gürcü kökenli Stalin döneminde devam ettiğini öğreniyorum. Hatta Stalin, ülkesini ziyarete gelen Arnavutluk’un komünist lideri Enver Hoca’ya da ülkesindeki bataklıkları kurutması için bu ağaçlardan hediye etmiş. Batum için çok özel olan bu ağaçların kesimi halen yasakmış.
Batum’u gördükten ve bu bilgileri öğrendikten sonra meşhur türkünün sözlerini “ben giderim Batum’a, kuruyan batağına”, tekrarında ise “ben giderim Batum’a, okaliptüs yatağına” diye değiştiriyorum. Böylece, Gürcistan denince aklıma ilk gelen asırlık Sinop türküsünün sözlerini değiştirmek de buraları yeni gören bana nasip oluyor. Bu vesileyle oldukça hareketli bu türkünün sözlerini yeni kuşaklara hatırlatmakta yarar var diye düşünüyorum;
Ben giderim Batum’a
Batum’un batağına
Bahçenizden içeri
Al beni otağına
Nazlı yarim geldim sana
Fistanını toplasana
Kemençeler çalınıyor
Bize horon oynasana heyy…
Köşke serdim yatağı
Gel derdimin ortağı
Yataklar diken oldu
Senden ayrı yatalı
(Nakarat)
Bıldırcınım uçuyor
Kanadını açıyor
Bıldır ki sevdiceğim
Bu yıl benden kaçıyor
(Nakarat)
Nakhvamdis (Hoşçakal) Gürcistan!
Yol dâhil toplam dört gün süren kısa ama zevkli yolculuğumuzda artık dönüş vakti geliyor. Tanıştığımız ve hemen kaynaştığımız dostlarımızla vedalaşarak sabah erkenden yola çıkıyor ve sınır kapısı yoğunlaşmadan ülkemize ulaşıyoruz. Sık sık mola vererek, sıkılmadan gerçekleştirdiğimiz dönüş yolculuğu gece yarısı vardığımız İstanbul’da sona eriyor. Bu güzellikleri yaşatan yol arkadaşlarıma teşekkür ederek evimde dinlenmeye çekiliyor; 3 bin kilometreyi aşan karayolunu göze alan ve ertesi sabah hemen işe başlamamı sağlayan soyadıma çok uygun Yörük genlerimle bir kez daha iftihar ediyorum.
Nakhvamdis (Hoşçakal) Gürcistan. İnşallah en kısa zamanda tekrar gelebilmek ve başta Tiflis olmak üzere göremediğim diğer güzelliklerini keşfetmek üzere hoşçakal.
“Gelino gelino” (Acara Gelini) ve “Ben giderim Batum’a” türkülerini her duyuşumda kendimi İstanbul’dan kalkıp Gürcistan Acara yollarına düşen siyah bir aracın içinde güzel insanlarla birlikte zevkli bir yolculuk yaparken buluyorum.