Bir Mardin masalı: Abbara
Korona günlerinde en güzeli kitaplara sığınmaktı… “Abbara” da, bu süreçte çok severek, bir solukta okuduğum romanlardan biri…
“Masalcıları çoktu Mardin’in. Masallar bitmezdi bu şehirde; hasede, kıskançlığa, cimriliğe gerek yoktu. Mardin Ovası kadar bereketli olmalıydı insan, Mezopotomya kadar cömert…”
Gazeteci-yazar Ahmet Tezcan’ın son romanı Abbara, bir Mardin masalı, “Mezopotamya’nın aklı ve kalbi” bu kadim şehir için yazılmış bir güzelleme…
Yazar, bir solukta okuduğum bu çarpıcı eserde, nefes kesen bir hayat hikâyesi eşliğinde hoşgörü şehri Mardin’in kardeşlik kokan çok dinli, çok dilli yapısını anlatıyor.
ABD’de Houston kentinde başlayan roman, İtalya’nın Mardin’e çok benzeyen şehri Matera’da sürüyor ve nefis bir finalle Mardin’de sona eriyor.
Kitaba adını veren Abbara, Mardin’in adeta simgesi olan dar geçitler… Genellikle evlerin, konakların altından geçen bu tüneller tarihi şehrin evlerini, sokaklarını, mahallelerini birbirine bağlıyor.
“Günün her vaktinde ışık ve gölge oyunlarıyla etkileyici görselliği olan bu geçitlerin, şehrin hava akımını sağlamak gibi bir işlevi vardı. Abbaralar; yaz mevsiminin kavurucu sıcaklarında serin bir esinti sağlıyor, çocukların oyun alanına, sevgililerin buluşma noktalarına dönüşüyordu.” (S:87-88)
Üstü kişisel mülkiyette, altı ise halkın kullanımında bulunan Abbara’lar, bu yüzden Mardin'deki örnek komşuluk hukuku ve hoşgörünün gerçek simgesi olarak da görülüyorlar.
Romanın kahramanı olan Amerikalı Josef, annesinin, vefatından sonra kendisine verilmek üzere yazdığı mektupla “evlatlık” olduğunu öğrenir. Kendisine bırakılan fotoğrafın izini sürerek Mardin’e kadar gelir. Çünkü o fotoğrafta küçük tünel girişine benzer taş yapının yarı aydınlığı içinde babasının kucağındaki bebek odur. O geçit de bir abbaradır.
Araştırmaları sırasında babası bildiği Bacon’un bir istihbaratçı olduğunu ve Türkiye’yi karıştırmak için görevlendirildiğini, bu süreçte kendisini doğuran ama girdiği depresyondan dolayı reddeden Mardin’li annesinden alarak evlat edindiğini öğrenir. Josef, anne bildiği ve çok sevdiği Betty’nin son vasiyeti olan “Beni doğduğun şehre götür” talebi üzerine onu Mardin’e getirir ve çok sevip bağlandığı bu kadim şehre yerleşir.
“Abbaralar gibi birbirine bağlıydı her şey. İnsan farkına varırsa bunun, sadece dışarıda, şehirde, Mardin’de değil, kendi içinde de sayısız abbara olduğunu görecek, kendinden kendine yol bulacaktı. Aramaktı insana düşen. Bulmak ise yüreğindeki aşka bağlıydı. Aşka; yani teslim oluşa, kendinden geçişe…” (S:158)
“Hayat dediğin; seni Dünya Mahallesi’nden Ahiret Mahallesi’ne geçiren bir abbaradan başka neydi ki? Amma gel gör ki; insanların çoğu, aynı Şehidiye Medresesi’ndeki gibi kendi abbarasının bir tarafını kapatmış, ahiretini yıkmış, dünyayla meşgul, hiç ölmeyecekmiş gibi gafil, eğleşip gidiyordu işte.” (S:101)
İlk fırsatta Mardin’e yeniden gitmeli ve romanın rehberliğinde şehri tekrar gezmeli, sıcak insanlarıyla sohbet etmeli, 76 yıl boyunca annesini bekleyen kırmızı çoraplı Bahe’nin hatıralarının izini sürmeli, abbaralarında kaybolmalıyım.
(Abbara, Ahmet Tezcan, Ketebe Yayınları, Nisan 2019, İlk baskı)