Namık Helvacı dayım olur!
Doğum yerim Silifke ama maalesef bu güzel ilçede büyümedim. Babamın memuriyeti dolayısıyla İzmir ve Diyarbakır’da bulunduk. Ancak çocukluğumun ve gençliğimin en güzel dönemleri yine Silifke ve çevresinde geçti. Zira Gülümpaşalı’lı annem ve Taşuç’lu babam yılda üç dört kez izinlerde, bayramlarda veya başka bir vesileyle mutlaka memleketimize gelirlerdi.
Bazen de, o yıllarda kamyonculuk yapan dayım Namık Helvacı’nın yaz tatilinde İzmir veya Diyarbakır’a yük getirişine denk getirirler, bizi önceden kamyonla yollarlardı. Bu yolculuklar ben ve iki buçuk yaş küçük kardeşim Emine için unutulmaz, muhteşem serüvenlerdi. Kamyonun şoför mahalline kurulur, uykumuz gelince de koltukların arkasındaki yatağa geçer güzel bir uyku çekerdik.
Dayım, hava astsubayı olan babamın tayinlerinde bazen ev eşyalarımızı da şehirlerarası taşırdı. Bu durumlarda şoför mahallinde annem, babam ve üç numaramız Reşat da olduğu için bize kamyonun kasasında kapağa yakın bir yerde minder ve yastıklarla yatacak bir yer açarlardı. Emine’yle beraber eşyaların üstüne serilen brandanın altında battaniyelere sarılarak güzel bir uyku çekerdik.
Dayım ile yaptığımız yolculukların en güzel tarafı ise o güzelim kamyoncu lokantalarında bize ısmarladığı nefis yemeklerdi. Buradan kazandığımız alışkanlıktan olsa gerek otomobille yola çıktığımda genelde lüks tesislerde değil kamyoncu lokantalarında mola vermeyi tercih ederim.
Zengin bir ailenin tek oğlu olan Namık Helvacı, annem Perihan ve diğer iki teyzem Yaşar ile Minira’nın abisi… Gençliğinde babası Rıfat Helvacı’nın elleriyle zor şartlarda kurduğu portakal ve limon bahçesiyle tarlalarda çalışmış ancak daha sonra kamyonculuğu ve otobüsçülüğü seçerek bütün Türkiye’yi karış karış gezmişti. “Nereye nasıl gidilir, en güzel yemek nerede yenir?” hepsini bilirdi.
Oldukça cömertti. Bir lokantaya, restorana gidildiğinde kimse elini cebine atamazdı. Çünkü ağanın eli tutulmazdı. Kazara kasaya yaklaşan ise, dayımın görevli personele uzaktan bir kaş-göz işaretiyle bertaraf edilirdi. Evimize gelişlerinde de hediyelerle biz yeğenlerini sevindirir, cebimize harçlık katardı.
Türkiye’nin herhangi bir yerinde bir hemşehrimle karşılaşıp “kimlerdensin?” muhabbeti açıldığında “Namık Helvacı’nın yeğeniyim” demem yeterli olur, kendisini hemen tanıdıklarında ve “Ooo! Demek Namık Abinin yeğenisin” dediklerinde gururlanırdım.
Dayımla ilgili anılarımdan birinde rahmetli dedem de var. Adını aldığım Rıfat Dedem, sefere çıkan dayımın günlerce eve gelmeyişine çok üzülürdü. Balandız Yaylasındaki evlerinde terastaki sedirde yattığımda, geceleri tuvalete kalkan dedemin el feneriyle girişteki ayakkabıları kontrol ettiğini ve onun ökçesine basılmış, sivri burunlu ayakkabılarını göremeyince üzülüp derinden “Heyyy! Heyy!” çektiğine birçok kez şahit olmuştum.
Adı gibi cennetlik olduğunu düşündüğümüz sevgili eşi Cennet Yengemiz, Mehmet Amcasının kızıydı. Oldukça sabırlı, temiz kalpli, hamarat bir gelindi. Annemin dayaklarına karşı bizi çok kollardı. Rahmetli olana kadar kayınbabası ve kayınvalidesiyle aynı evde yaşamış, onlara “öf!” bile dememişti.
Yengemin vefatından sonra dayım Göksu kenarındaki evlerinde yıllardır tek başına yaşıyor. Balandız’daki yayla evine yine tek başına çıkıyor. 85 yaşında olmasına rağmen maşallah gözlük kullanmıyor, arabasını kendisi sürüyor, mutfağa girip pratik yiyecekler hazırlayıp karnını doyuruyor.
Aramızda konuşurken biz yeğenleri de, kız kardeşleri de kendisinden genellikle “Namık Helvacı” diye bahsederiz. Akrabalık bağıyla “dayı” veya “abi” demeyi adeta saygısızlık addederiz. Çünkü “Namık Helvacı” ismi sülalemiz içinde tescillenmiş bir marka gibidir.
Bu vesileyle kendisine Rabbimden hayırlı, sağlıklı bir ömür diliyor ve soranlara hâlâ her yerde gururla söylüyorum;
Namık Helvacı dayım olur!