Çorap Söküğü
HÖPÜRDET HÜRMET
Sual ettiğiniz için teşekkür ederim; bilhassa sana iki kere teşekkür ederim Mihriban. “İç güveysiden hâlliceyim” desem de inanma.
“Yaşıyorum” desem de inanma, öleyim yalan…
İnişlerim yokuşlarım var, düşmelerde kalkmalardayım.
Kafam, kafa değil sersem sepet; sisli, bulanık, dumanlı…
Sabrım, iki dik bayır arasındaki küçük koyda demirli.
Yürek desen, otuz üç kurşun.
Hâllerimi aynı böyle yaz.
*
Durum vaziyeti böyle böyleyken ne yapmalı ne etmeli? Ne yazmalı ne demeli ey okur!
Dilerseniz insanlık tarihi kadar eski bir mevzu hakkında laf yetiştireyim bugün.
- Kabul edenler?
- Etmeyenler?
Kabul edilmiştir.
*
Mevzu eski ama her dem taze, her daim güncel. Mevzubahis rüşvet.
Hani gün gelmiş, Osmanlının devlet katında selam bile rüşvetsiz alınıp verilmez olunca…
Fuzuli’nin “... Selam verdim, ‘rüşvet değildir’ diye almadılar...” diye isyan ettiği “arpalık” olsun bugünkü bahis konumuz.
Muhterem okur,
Rüşvete, Ortadoğu’da “bahşiş” deniyormuş.
Kenya’da “daş”,
Meksika’da “mordira.”
Türkiye’de, “yalnız ve güzel ülke”de “sakal” deniyormuş rüşvete.
Sonra “memur vergisi.”
Sonra “göz hakkı.”
Sonra “çorbalık.”
Sonra “şirinlik.”
Sonra “hürmet.”
Bir de “höpürdet” deniyormuş… Ben söylemiyorum bunları adli tutanaklar söylüyor.
Üzgünüm ama o hâlde öl Sezar! Höpürdet Hürmet.
*
Musiki müdavimleri bilir.
“Bu ne sevgi ah bu ne ızdırap”ın unutulmaz sesi ve bestecisi…
Elliye yakın taş plak dolduran Abdullah Yüce, yine unutulmaz bir diğer eserinde, hani o hüzzam bestede art arda dört kez sorar:
“Söyle bana doktor?”
Ben de fakir ama gururlu, öksüz ve de yetim köşe yazıcınız olarak meseleyi Türk hekimlerine emanet edip soruvereyim:
“Rüşvet yemek damar sertliğine yol açar mı?
Aç karnına mı, tok karnına mı?”
Söyle bana doktor?
*
Aklımdayken, tam da yeri gelmişken sinek pislemedik yere şunu da not edeyim.
Rüşvetin tarihi insanlık tarihi kadar eski.
Ucu M.Ö. 4 bin yılına ait bir Sümer tabletine kadar uzanıyor.
Sümer tabletinde mevzu, tembel bir çocuğun sınıf başkanı yapılmasıyla betimlenmiş. (Meraklısına: Adı geçen belge, kil tabletlere kazınmış hâliyle İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde.)
*
Dilerseniz insanlık tarihi kadar eski mevzuyu bir fıkra ile iskeleye yanaştırayım:
İlkokul öğretmeni, yılbaşı çekilişi için öğrencilerle ortak piyango bileti almış.
Çocuklara sormuş:
-Büyük ikramiye çıkarsa ne yapacaksınız?
Herkesin bir dileği var hâliyle:
- Ev alırım öğretmenim!
- Araba alırım öğretmenim!
- Geziye çıkarız öğretmenim!
Tembel öğrencinin yanıtı ise sınıfta infilak etmiş:
- Rüşvet verir, Anadolu Lisesi giriş sınavını kazanırım!
*
Diyeceksiniz ki: Deveyi hendekten atlatma Canaran, sözünü düze vur hele.
Başüstüne! Dilim söylemeye varmasa da söylemek mecburiyetindeyim. Sekizinci Cumhurbaşkanının “Benim memurum işini bilir!” dediği bir ülkede, nükteli hikâyecikteki tembel öğrencinin yanıtı yadırganabilir mi?
Lafın kısası şudur: Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince diğerleri de yanlış gider! Sümerlerden günümüze…