Çorap Söküğü
YA HEP BERABER YA HİÇBİRİMİZ!
Önce özetler…
Mezitli Kültür Merkezi… Salonda iğne atsanız düşecek yer yok. Koltuklar neyse de merdiven boşlukları da dolu… Gözlemci rapor tutup gönderse, UEFA görse, Fenerbahçe’ye kestiği gibi kesmişti cezayı! Bkz. Fenerbahçe-AEK Larnaca Avrupa Ligi karşılaşması. Kadıköy. Fenerbahçe’ye merdiven boşluklarının bloke edilmesi nedeniyle 12 bin Euro ceza.
**
Kadınlar çoğunluktaydı. Kucağında çocuğuyla gelenleri de gördü gözlerim.
Zılgıt çeken var, ıslık tutan var, alkışlayan var… Bir de durmadan slogan ünleyen gençler: Kurtuluş yok tek başına. Ya hep beraber ya hiçbirimiz!
Türkiye İşçi Partisi Halkla Buluşması’ndayım.
**
Sunuculardan kadın olanı bizden biri: Hem öğretmen hem gazeteci. Kırmızı saçlarıyla ortalığı yakan Figen Kandemir. Çok başarılı.
Konuşmacıları beklerken TİP ne yapmış, özetini sinevizyonda izledik. Onca yer gezdim, akustiği kusursuz salon çok az yer gördüm. Mezitli Belediyesi’ne bir alkış lütfen!
**
Davet sahipleri, saat 17’deki buluşmaya 17.20’de geldi… Onlar soluklanırken kürsüye önce İl Başkanı çıktı konuştu, çok heyecanlı bir arkadaş, coşkulu ve de inançlı. Sonra sıfatını tam işitemedim Kadın Kolları Başkanı diyeyim, o konuştu.
Sonra Meclis’in gürültü çıkaran dörtlüsünden ikisi… Halk çocukları… Sıralamada önceliğim bir kadın: İstanbul Milletvekili Sera Kadıgil… TİP Genel Başkanı, İstanbul Milletvekili Erkan Baş.
**
Ara sıra ön adıyla bahsedeceğim için lütfen hoş görsün. Sera’dan çıkmış bu fikir. Sahneye birlikte çıkıyorlar.
Biri soracak, diğeri yanıtlayacak… Diğeri soracak, biri yanıtlayacak. Herkesin aklındaki sorular… Evde, iş yerinde, otobüs durağında, belediye ekmeği kuyruğunda, çarşıda, pazarda konuştuğumuz konular ve sorular. Diyalog. İzleyen memnun, dinleyen memnun sahneleyenler de mutlu ve memnun. Benim oturduğum koltuktan öyle görünüyordu.
**
Koltuk demişken… Solumdaki koltukta meslektaşım Kıymet Gökçe oturuyor. Onun iki koltuk solundaki koltukta kucağında çocuk, genç bir anne. “Egemen” çocuk, iki elinde iki araba. Tokuşturuyor.
Erkan Baş ve Sera Kadıgil bildiğimiz, tanıdığımız siyasetçilerden değil. “Egemen” çocuğun elindeki oyuncak arabaları görmemeleri mümkün değil. Bildiğimiz siyasetçilerden olsalardı “Çocuktan al haberi” diye bir tümce kurup bol keseden “Bizim iktidarımızda herkesin iki arabası olacak” derlerdi mesela. Demediler. Bu işi bilmiyorlar (!)
Demokrat Parti, “Her mahallede bir milyoner”, Tansu Çiller, “Herkese iki anahtar” vaat etmemiş miydi? Etmişler ve iktidar olmuşlardı.
Dedim ya bu arkadaşlar bildiğimiz, tanıdığımız siyasetçilerden değil! İktidara gelebilmek için tutulmayacak vaat vermeleri gerektiğini bilmiyorlar... Oysa alıştık biz yalan dinlemeye, yine, yeniden, bir daha hep kandırılmaya. Yalansız, palavrasız siyaset ve siyasetçi sözü bünyemize ters, kaldırmıyor! Alışmışız bir kere. Alışmamış olsak dile düşer miydi hiç: Alışmak sevmekten daha zor geliyor.
**
Şunu da yazayım içimde kalmasın: Anavatan Partisi, Turgut Özal’ın ANAP’ı kapalı açık fark etmez toplantılarda burma kadayıf ikram ederdi. Genç Parti mitinglerde döner ayran dağıtırdı. Düzen partileri kumanya dağıtıyor toplantıya katılanlara. Seçmene çay fırlatanları da gördüğümüz oldu. Gelgelelim TİP’li arkadaşlar halk buluşmasında “gerçek sözler” ikram ediyor yurttaşa.
**
Özetler bitti. Hava durumu bitti. Şimdi sahneden haberler…
Sera Kadıgil, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “aday olur, olamaz” tartışmalarını değerlendirirken şöyle dedi: Erdoğan seçimle tıpış tıpış geldi. Yine seçimle o sandığın dibine gömülsün istiyoruz. Biz kabadayılıkla yönetilmeyi hak etmiyoruz. Öğrenilmiş çaresizliğe alışmayacağız.
Sera, sonra Genel Başkanına şu soruyu yöneltti:
-İşitiyorum, işitiyoruz. Siyasetçiler yalancı. Nefret ediyoruz. Oy versek ne olacak? Siz bu kadar havalı cıvalı geziyorsunuz da sizin diğerlerinden ne farkınız var?
Erkan Başkan yanıt verdi:
-Basit. Biz devrimciyiz. Dar anlamıyla siyasetçiliği reddediyoruz. Siyasetçilik diye bir meslek, makam yoktur diyoruz. Siyasetçilerin aldığı vekâlet asilin üzerine çıkmış. Siyaset tümüyle yanlış eksende kurulmuş. Memleketin yüzde 99’u işçiyken siyaseti takım elbiseliler yapıyor. Biz, ‘işçiler siyaset yapmalı’ diyoruz.
Bu sözlerinin arasına bir de soru sıkıştırdı Erkan Başkan: Aptalca gelmiyor mu?
Yüzde 99’u işçilerden oluşan bir ülkede Meclisin yüzde 99’unun zenginlerden oluşması aptalca gelmiyor mu? Yukarıda siyasetçiler, aşağıda halk. Biz bunu değiştirebilir, bunu başarabilirsek memleket kurtulur. Kim ki size ‘sizi ben kurtaracağım’ diyorsa bilin ki yalan söylüyor. Bizi biz kurtaracağız.
**
Sera, konuşmasında Eskişehir’de yetersiz beslenmeden ölen çocuğu hatırlatırken sordu: Devletin bebek maması fabrikası neden yok?
Kadınlara ayrı parantez açtı: Ve kadınlar… İki kere ötekiyiz biz. Fabrikada aynı işi yapan erkeğin maaşı kadın işçiden yüzde 20 fazla. Yaşamaya dair her şeyi yapmak kadının göreviyken erkeğin görevi evde televizyon izlemek. İki kere ötekiyiz biz.
Ve ekledi Sera: Deniz bitti. Saray Rejiminden kurtulacağız, 103 gün sonra sokaklarda parti yapacağız.
**
Ardından Erkan Baş farklı bir meseleden ses verdi: Çok akıllı insanlardan devrimci çıkmaz. Türkiye’nin tarihinden solcuları, devrimcileri çıkardığınızda ne kalır geriye? 80 yol boyunca sol düşmanlığı yapıldı bu ülkede.
Solcular biat etmez, biz akıllıyız. Keşke memlekette benim devrimciliğim 85 milyonuncu sırada ola.
Bakın biz solcular seneler içinde kendi aramızda bir dil geliştirdik: Solcuca. Biz anlıyoruz birbirimizin dediğini ama ‘solcuca’ bilmeyenler memleketi anlamıyor. Bu dili halka anlatmamız lazım.
Partimize üye olanların yüzde 90’ı daha önce hiçbir partiye üye olmamış, yüzde 15’i daha önce sağ partiye üye olmuş, sağ partiye oy vermiş olup bize gelenler.
Mecliste 4 kişi yetmiyoruz: 14, 24, 34, 44 olmalıyız. Hiçbir şekilde oy bölmüyoruz, bölmeyeceğiz.
Hep konuşuluyor hep soruluyor: Seçimle gidecekler mi? Her şeyi yapabilirler. O koltukları kaybedeceklerinden, bedel ödeyeceklerinden ölesiye korkuyorlar. Onlar koltuğu vermeyecek, biz alıp göndereceğiz.
**
“Solcuca” anlarım biraz. Erkan Baş’ın “solcuca” dilinden anladıklarımı da satır başlarıyla şuraya not düşeyim:
-Seçmen değil yurttaşız.
-Tek başımıza iktidara gelemeyeceğimizi biliyoruz ama Mecliste bütün dengeleri değiştirebileceğimizi de biliyoruz.
-Siyaset yapmak içindir bazen de yaptırmamak içindir.
-İktidar kaybetti. Bugünün sorusu: Muhalefet kazanmayı becerebilecek mi?
-Bize söylenen hep şu: Çok iyisiniz, çok solcusunuz bu kadar solcu olmasanız...
-AKP Türkiye’yi cehenneme çevirdi sözümüze bir yurttaşımız ekledi: Cehennem ne kelime, cehennemin dibine çevirdi.
KULİSTEN NOTLAR… SORULAR, YANITLAR…
Kalabalığı yarıp kulise doğru ilerlerken bir kadın partili Gaziantep’ten geldiğini söylüyordu Erkan Baş’la fotoğraf çekilme kuyruğunda.
Kuliste üç gazeteciyiz. Önce kadınlar: Kıymet Gökçe, Figen Kandemir bir de bendeniz. Bekliyoruz.
Sera, kulise F1 pilotu gibi iç cepten hızlı bir dalış yaptı… Elindeki telefonu, notlarını masaya bırakırken frenleyemeyip ayağıma bastı. Sol ayakkabımın burnuna. Daha yeni boyamıştım oysa. Neyse olan oldu. “Cana geleceğine mala gelsin” demiş büyükler… Sonuçta Sera’nın sağ, benim sol ayakkabım yoldaş oldu.
**
Peşinden Erkan Baş girdi kulise… Soluklandılar, sigara, çay falan içildi.
İlk soruyu ben sordum.
Dedim:
“Solcuca” bilmeyen yurttaşımıza anlayacağı dilde anlatın lütfen: 15 Mayıs sabahı nasıl bir Türkiye’ye uyanacağız?
Dedi: Ne yaparsak o olacak. Bundan sonra söz tamamen halkta. Bizim esas amacımız önümüzdeki 100 günlük süreyi halkın sesini en güçlü şekilde ifade edebileceğimiz bir zemin olarak kurgulamak.
Temel meselemiz şu: Bir kere Tayyip Erdoğan’dan kurtulmamız gerekiyor. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine son verecek bir iradenin şekillenmesi gerekiyor. Bunun için de parlamentoda muhalefetin mümkün olduğunca güçlü olması gerekiyor. Yani sadece cumhurbaşkanını yenmek yetmez! Cumhurbaşkanlığı seçimini muhalefetin kazanacağını düşünüyorum ama esas önemli olan an itibariyle görevimiz, parlamentoda AKP-MHP bloğunu mümkün olan en küçük alana sıkıştırabilmek, dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine de son vermek.
Ben not tutarken Erkan Başkan konuşmaya devam etti:
“Bu soru, İkinci Yüzyıl’a giriş diye tarif ettiğimiz seçimlerin en önemli sorusu. Yani Türkiye’nin İkinci Yüzyılının nasıl şekilleneceğine önümüzdeki 100 günde hep beraber karar vereceğiz. Ben bütün yurttaşlarımızın esas olarak bunu düşünmesi gerektiğine inanıyorum. Öyle herhangi bir seçime gitmiyoruz; Türkiye’nin önündeki 100 yılını şekillendirecek ilk adımı hep birlikte atacağız. Türkiye İşçi Partisi’nde özel olarak yoğunlaştığımız konu şu: Aylar önce söyledik, Saray Rejiminden kurtuluş mücadelesi veriyoruz. Bununla paralel, bununla iç içe geçmiş yeniden kuruluş mücadelesi veriyoruz. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin gerçekten ayaklar altına aldığı, yıktığı Cumhuriyeti, laikliği, bağımsızlığı yeniden kazanmamız gereken bir döneme gireceğiz ve bunların ancak eşitlik temelinde, özgürlük temelinde barışın hüküm sürdüğü bir ülkede yaşayabileceğini de aslında AKP iktidarıyla birlikte öğrenmiş olduk, acı bir deneyim oldu bizim için ama yaşadık. Bir ülkede eğer eşitlik yoksa, barış yoksa, emekçilerin sesi yoksa, kadınların sesi çıkmıyorsa, yoksulların sesi bastırılıyorsa AKP gibi partiler iktidar oluyor. Önümüzdeki 100 yıl boyunca, en az 100 yıl boyunca bir daha böyle partilerin iktidara gelememesi için bu memlekette solu güçlendirmemiz en önemli görev, en önemli sorumluluk diye düşünüyorum. Tüm yurttaşları bu mücadeleyi büyütmeye çağırıyorum.”
**
Meslektaşım Kıymet Gökçe, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın, HDP’nin kendi Cumhurbaşkanı adayı çıkaracak olmasının oyların bölünmesi anlamına gelip gelmeyeceğini sordu.
Şu yanıtı dinledik Erkan Başkan’dan:
Biz bunu İttifak toplantımızda HDP’li arkadaşlarla da değerlendirdik, ortak bir açıklama yaptık. Her siyasi partinin aday çıkartma hakkı doğal olarak var ama bizce her siyasi parti bu hakkı kullanırken aynı zamanda ülkenin tümüne ilişkin sorumluluğunu düşünerek hareket etmek durumunda. Biz HDP’nin de böyle bir yaklaşım içinde olduğunu görüyoruz, biliyoruz birlikte çalışıyoruz zaten. Biz ortak açıklamamızda şunu söyledik: Biz ortak aday fikrine asla kapıları kapatmamakla birlikte maalesef seçimlere çok az bir zaman kalmış durumdayken, maalesef Türkiye’de daha önceki seçimlerde örneğin Ekmeleddin İhsanoğlu gibi bir son dakika sürprizi yaşamış bir ülke olmanın verdiği sorumlulukla hareket ediyoruz. Dolayısıyla ortak aday fikrine sonuna kadar açığız ama muhataplarımız ortak aday fikrine açık değilse ve Türkiye’nin geleceğini yine sağdan yana kurma iradesi gelişiyorsa, Tayyip Erdoğan rejiminin bütünlüklü olarak sorgulanacağı bir süreç yerine bir koltuk değişimi olarak görüyorlarsa bizim üzerimize düşen halkı seçeneksiz bırakmamaktır, biz en kötüsüne hazır durumdayız yani biz sistemi değiştirecek, sistemi sorgulatacak bir çıkış yapmak gerektiğine inanıyoruz. Bu konuda ortaklaşmaya açığız ama son dakikada halkın seçeneksiz kalmaması için de doğal olarak Emek ve Özgürlük İttifakı kendi aday seçeneğini masaya yatırdı, tartışıyor, değerlendiriyor. Gerekirse adayımızı çıkartmaya hazır olduğumuzu da söyledik, söylüyoruz.”
KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN ADAYLIĞI…
“Hiçbir isim tartışması yapmadık. Biz karşımızdaki muhataplarımızın Altılı Masa’nın hangi ismi aday olarak önümüze koyacağına bakmıyoruz. Hangi fikirleri önümüze koyacaklar? Ne öneriyorlar? Türkiye’nin geleceğine dair çizdikleri çerçeve ne? Buna bakıyoruz.
Daha önce bir yerde kullanmıştım; aday, Tayyip Erdoğan’a ne kadar uzak olursa bize o kadar yakın olur. Tayyip Erdoğan’a ne kadar az benzerse bizim için o kadar kıymetli olur. Bunun aynı zamanda pratiğe de yansıması lazım, davranışlara yansıması lazım yani biz nasıl Türkiye’yi tek adamın yönetmesine karşı çıkıyorsak altını çiziyorum sadece 6 kişinin karar vermesini de kabul etmemiz mümkün değil. Burada yapılması gereken şey bütün toplumsal muhalefet kesimleriyle ortaklaşma arayışının, herkesin sorumluluğu olduğunu belirtmektir. Biz bu çağrıyı defalarca yineledik, bu konuda umutlarımızı korumak istiyoruz.”
Bitirirken…
Futbol Oyun Kurallarına göre, Sera’nın ayağıma basması kontrolsüz hareket olarak değerlendirileceğinden Sarı Kartla cezalandırılmasını gerektirir. Ayakkabı boyamı göndersin. Ha göndermedi kendi bilir, merdiven boşluklarının bloke edilmesini fotoğraflarla UEFA’ya rapor ederim.
Yazı bitti bu kadar, dağılabilirsiniz. Dağılın ki ben geçeyim Tülay makamına:
“... bozkırlar yeşerecek görecek, güneşi tutacağız göreceksin...”