Çorap Söküğü
RENKLİ, TÜRKÇE: ALİ ADALIOĞLU
Deli kızın çeyiz sandığı bir kez açılmaya görsün…
“Bizim Mahalle”nin iki delisi, kıskandığım ikili Fatih Alkar ve Baha Akıner “Mersin Basın Duayenleri” sandığını yine açınca…
Yeniden, bir daha, tekrar, gene açınca içinden bu kez renkli, Türkçe bir başyapıt çıktı: Ali Adalıoğlu.
İçel Sanat Kulübü’nde tertiplenen “gala” gecesine “Sen de gel abi, perdeyi aralayalım” diye haber edince Baha, sordum “Yine mi ben?”
Baha, “Özel istek abi” dedi, “Ali abi seni istiyor.”
“E tamam” dedim, “Tamam o zaman. Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın.”
Üstelik adımı peçeteye yazıp göndermiş Ali abi, şarkı ister gibi. Nasıl gitmem? Biz üstatlarımızın karşısında ceketimizi ilikleriz, sazını taşırız. Her zaman.
**
Nasıl anlatsam, nereden başlasam?
Öksüz büyüyen…
Çocukken sokak aralarında su, yazlık sinemada gazoz satan…
Öğrenciyken Havana, Deniz, Kabare 33 bir de Asfur pavyon durağının kadrolu taksi şoförünü nasıl anlatsam?
Okul faslı bitince “Öğretmen Ali”yi, Emrah ve de Ali Deniz’in babası, meslektaşımız İlkay’ın eşi 48 yıllık gazeteciyi nasıl anlatsam?
Siz MFÖ’ye kulak verirken, bu esnada ben saksıya su çekeyim. Ve siz siz olun çiçek sulamayı ihmal etmeyin:
“Nasıl anlatsam, nereden başlasam?
Kaç kişiydik o zaman?
Kaç kişi kaldı şimdi?”
**
Ne o, hayırdır? Nedir bu ayaklanma? Ha şarkı bitti. E seslensenize yau, balkondayım, çiçek suluyorum.
Tamam tamam sizi de iki dakika boş bırakmaya gelmiyor. O zaman şöyle yapalım, hazır spotlar sahneyi aydınlatırken, kamera Adalıoğlu’na odaklanmışken, Fatih’le Ali abi sohbet ededururken ben döneyim kamera arkasına.
Zira kulisti, kamera arkasıydı hep merak edilir. Sahnedekiler diyeceğini der, herkes işitir ama kamera arkasındakiler ne der, sahnedeki işitmez. Yaaaa! İşte bu da bir hoş sada kalsın bu yazıda.
KAMERA ARKASI
Yanıma “Pilot Fatih Bey” oturdu. Şakir Paşa pistine tekerlek bırakır bırakmaz koltuğundan kalkıp soluğu solumdaki koltukta alan kaptan pilot Fatih Bey. Soyadını yazmıyorum ki merak uyandırsın.
Hemen arka sırada zarımla ağızlarının payını verdiğim, tavlayı koltuk arasına sıkıştırdığım Yüksel Ekici ve kader ortağı Hüseyin Kar oturuyor. Kamera görüntüsü olmadığına yanarım, bu ağır abi ve kardeşinin tavla partisinde perişan, perperişan hallerini göremeyecek olmanıza yanarım. Unuttuğum için arka koltuktan vıdı vıdı edip kafamı ütüleyen Hüseyin Kar, geçmiş doğum günün kutlu olsun!
Bu tavla bilmez ikilinin yanında çok TİP bir gazeteci Bülent Ufuk Ateş var. Bize clark çekmeyi, üç numaralı bakışla kalp çalmayı öğreten usta.
Ateş’in yanında Kıymetlimiz, heykeli dikilesi şahsiyet, yüce insan, “bayan” Kıymet Gökçe. Ekip sağlam. Bir parantez açayım: Dikkat ederseniz, Kıymetlimize sataşmadım. Beni eve yine o bıraktı. Yine mevsimler dönecek, yine yapraklar düşecek…
Yüksel abi, bir ara “Yau bir sigara mı içsem Neco?” diye fısıldayınca kulağıma, bozkırda Kiyovalar’dan ok yemiş bizon gibi sıçradım. Gözümle sol yanımdaki kaptan pilot, gök kartalını işaret edip “Aman abi” dedim: “Sakın ha, çakmak çakayım deme. Uçarız. Erzurumlu Tello Dayı gibi uçarız. Sakın ha!”
**
Niye anlattım bütün bunları? Şundan: İnsan anılarla yaşar, anılar yaşamı değerli kılar.
Yoksa sabaha kadar anlatırdım Ali abiyi… Mesleğim kelimeler… Sözcüklerle dans, tümcelerle rapsodi yapar sabaha kadar anlatırım ama kamera arkasında ne olup bittiğini Ali abi işitmez, sahne işitmez, kimse işitmez. Anılar yaşamı değerli kılar, anekdotlar o değere değer katar.
“Kaç kişiydik o zaman?
Kaç kişi kaldı şimdi?”
**
Siz bu satırları okurken İlker Adalıoğlu, Yüksel Ekici ve “iş insanı” Duran Birinci Ali abi ile ilgili anılarını aktardı, bitti.
Moderatör Fatih Alkar ana dili gibi İtalyancasıyla yüksek sesle buyurdu: “Ladies and gentlemen. Attention please! Here’s Mr. Canaran”
Hugo kadar olmasa da Fransızcam iyidir ama İtalyancadan da anlarım az çok. Kalktım gittim. Alkış kıyamet, ortalık yıkılıyor.
Koltuk aramda klasör, çıktım sahneye.
Sol elimi kaldırdım, sağ elimi Büyükşehir Belediye Başkanımız Vahap Seçer gibi kalbime götürdüm, Amerikan filmlerinde sıkça gördüğümüz o repliği dillendirip “gerçeği sadece gerçeği söyleyeceğime…” deyip oturdum. Alkış kıyamet.
Eskiyen yıllardan, yitip giden günlerden bir rüzgâr estirdim. Anılar, ne anılar… Gülmeye hasret kaldığımız günlerde kahkahalar…
Baktım herkes gülüyor, Ali abi gülüyor, Fatih Alkar gülüyor, pilot Fatih gülüyor, Baha Akıner İspanyolca gülüyor, siz “Mecit Baskın” olarak tanıyorsunuz ama aslen “Macit Baskın” başkan Fransızca gülüyor, İçel Sanat Kulübü Şiir Ödülünü kazanan Abidin Yağmur ise mısra mısra gülüyor…
**
Zaman hiç sezdirmeden geçti. Ayrılırken sona, finale sakladığım can alıcı anıyı aktardım:
Dedim ki: Buraya gelirken dersimi çalıştım. Ali abi ile 30 yıllık meslek yolculuğumuzu didik didik taradım. Gördüm ki Ali abi, 30 yılda bana 3 kez rakı ısmarlamış. Otuz yılda üç kez. Tesadüf o ki hepsi de 9 Ocak tarihinde. Yerimden kalkıp salona sordum: Bugün ayın kaçı?
Salon yıkıldı: 9 Ocak.
(İçel Sanat Kulübü’nün Youtube kanalına yüklenen bu söyleşiyi mutlaka izleyin. Bana 3 kez rakı ısmarladı dediğimde Ali abinin yüzü düştü. Abandone oldu. Zira değil üç, 333 kez rakı ısmarlamışlığı vardır. Kafamda böyle kurgulamış, 9 Ocak esprisinde gönül alacağımı hesaplamıştım. Öyle de oldu, o anı izleyin bakın Ali abi gülmekten yıkıldı, salon yıkıldı. Bu özel anı, meslektaşım Mehmet OK fotoğrafladı. Mehmet, benim konuşmacı falan olduğum etkinliklerde “özel statüde” foto muhabirliğimi yapacak bundan böyle. El sıkıştık. Taraflara hayırlı olsun!)
Ne diyordum Tülay?
Fesleğenler kuruduğunda aylardan Ocak’tı, 9 Ocak.
**
Bitirirken…
Başta söyledim:
“Kaç kişiydik o zaman?
Kaç kişi kaldı şimdi?”
Kırk kişiydik. Birbirimizi bilirdik. İşte bildiğimiz o kırk kişiden bir özel ismi, Ali Adalıoğlu’nu anlattık. Biz anlattık o dinledi. O anlattı biz dinledik.
Kısa ve öz: 48 yıldır haberlerde “Ali Adalıoğlu” diye okuduk, Türk Basın tarihine “Gazeteci” diye yazdık.
Nokta.
**
Nasıl, ne buyurdunuz?
Ha o mesele! 9 Ocak.
Ismarladı, yine ısmarladı. Ali Adalıoğlu ayakları yere basan her projeyi destekler. Etti dört, etti 334.
Size doyum olmaz. Mademki adım peçeteye yazıldı, şarkı istenir gibi…
Peki. Türkü denince 7 coğrafi bölge, musiki denince elbette “nihavent.” Kırmızı çizgimdir, tek geçerim..
Yedi bölge üç deniz, Karadeniz: Bir Giresun türküsü.
Bu türkünün kahveli söylenişi de vardır ama günün anlam ve önemine binaen. Bir kuple:
“Rakı koydum fincana. Hele de bakın Mican’a...”