Çorap Söküğü
BUGÜN DE “DÜN”DE KALDI…
Aziz Nesin’in İran ziyaretinde, söz döner, dolaşır şiire gelir.
Fırsat bilen cingöz yani sanatkâr, yani usta, yani mahir Acemler, “İran’da her dört kişiden üçü şairdir” diye böbürlenince…
Aziz Nesin etrafındakileri göz ucuyla şöyle bir süzer “O da bir şey mi?” der ve sonra yıllar da geçse, her daim “liste başı” kalacak o efsane lafı oturtur: “Türkiye’de her dört kişiden beşi şairdir!”
Çevrenize bir bakın, Aziz Nesin ne de haklıymış göreceksiniz! Her dört kişiden beşi şair, yazar, gazeteci, sanatkâr, artist, fotoğraf sanatçısı değil mi?
Uzağa gitmeyelim… Mersin’de mesela, her dört kişiden beşi gazeteci değil mi?.. Her dört kişiden beşi fotoğraf sanatçısı?..
**
Geçenlerde Büyükşehir’in sarı otobüsünde, bıyıkları yeni terlemiş, ipek gibi yumurta sarısı bir genç gazeteciliğin çok kan kaybettiğinden yakınıyordu yanındaki amcaya…
İnternet sitesi varmış… Bütün gazetecileri tanırmış. Kimin ne olduğunu bilirmiş!
Genç arkadaş konuştukça baş sallıyordu amca. İster istemez kulak misafiri olunca... Ben de baş sallamaya başlayınca bu kez bana yürüdü yumurta: Haksız mıyım dayı? “Haklısın” dedim, “Haklısın yeğen, herkes gazeteci olmuş!”
“Ben de mi olsam?” diye sordum mahcup bir şekilde. Güldü: Sen geç kaldın dayı!
**
Kırk beş Evler durağında zile bastı yumurta. Orta kapıdan inerken güldü, bir daha seslendi: Sen geç kaldın dayııı!
Göz göze geldiğimizde, amca sordu: Necisin?
“Fotoğrafçıyım” dedim, “Atatürk Parkı’nda şipşak.”
“İyi, iyi” dedi. “Kazancın yetiyor mu?”
“Yetmiyor” dedim.
“Ek iş yapmak lazım” dedi, “Bak şu gidene! Yumurta da satıyormuş, gezen tavuk yumurtası. Çorum’dan leblebi de getirecekmiş. Hani lazım olursa?”
İki durak sonra ben de indim, Pozcu’da… Yolda saymaya başladım. “Usta”larımızdan, “Duayen”lerimizden başladım saymaya. Eve vardım sürdürdüm.
Gazeteydi, radyoydu, televizyondu, internet sitesiydi, youtube’du falan 714’e geldiğimde yıldım; parmaklarımdan “çıt” sesi gelmez olunca bıraktım ama rivayete göre “857” gazeteci varmış Mersin’de mesela…
İyi, güzel, tamam, peki… Soru soran sekiz buçuk gazeteci var mıdır mesela? Sen söyle Beycan!
**
Sanat ve sanatçı muhaliftir, olması gerektir zira…
Atatürk’e göre sanatçı, “Alnında ışığı ilk hisseden insandı” mesela.
Aziz vatanın dört bir yanında fotoğraf sanatçılarımız var; boy boy, sınıf sınıf, kategorik fotoğraf sanatçıları: “Artist”i var, “Ekselans”ı var, “Bronz”u var, “Gümüş”ü var, “Altın”ı var, “Platin”i var, “Elmas”ı var.
Bunların işi gücü ışıktır mesela. Işık olmadan hepsi hiçtir, bildiğiniz hiç!
Peki içlerinde topluma ışık olan; gidişata ses yükseltip muhalif sanatçı duruşu gösteren sekiz buçuk fotoğraf sanatçısı gördünüz mü hiç? İşittiniz mi?
Anlayacağınız canım ciğerim, herkes gazeteci, herkes artist, herkes ekselans, herkes sanatçı!
**
Soru sorabilmek için gazeteci olayım desem, olamıyormuşum… Geç kalmışım, öyle dedi yumurta: “Geç kaldın dayı…”
Peki o halde…
“Sen söyle Canaran!” diye seslenip, köşesinde orta yere üç soru bırakan…
- Ne yapalım, nasıl yapalım?
- İpe un sererlerse ipin ucunu mu tutalım?
- Yoksa “al ipini oynamıyorum” deyip kimseye karışmadan, çevreyolundan, hem de kaldırımdan geze geze eve mi gidelim Canaran?” diye soran gazeteci!
Marko Paşa’ya çekilmesi gerekirken yanlışlıkla bizim fakirhaneye tellenen telgrafına ben değil Bedri Rahmi tercüman olsun.
En azından üç dil bileceksin. Bir.
En azından üç dilde ana avrat dümdüz gideceksin. İki.
Çünkü sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun. Bu da üç.
Şu halde sen de buna cevap ver Abidin!
“Artistlik yapma lan!” denen şehrimde, “Artistlik” yapmadan bir kertenkele fotoğrafı çeksem “Ekselans” olabilir miyim ucundan kenarından mesela?
Yine mi geç kaldım yoksa?
Mesela?
**
Bitirirken…
Deyiptin: Baharda görüşelim.
Bahar geçti; baştan sona gurbet kokan şehrimde.
Yaz geçti; yağmur değil hüzün yağan şehrimde.
Dün geçti, gün geçti Tülay!
Beklediğim yarın, bugün de ‘dün’de kaldı şehrimde.
Güz geldi şehrime…