Çorap Söküğü
KIRIK KALPLER DURAĞI
Küsmelerim ün salmıştır benim. Bunu en iyi Tülay bilir! Yine küsmüş, yine köşeme çekilmiştim ‘kırık kalpler durağında.’
Günler ayları, aylar yılları kovalamış meğer...
Meğer, dokuz çarpı üç yüz altmış beş günmüş küserek geçen, yazmadan…
Bunu ilk kez, daha çömez muhabirliğinde tanıdığım, Çukurova’nın kalburüstü sayfa sekreterlerinden Fatih seslendiğinde fark ettim: “Dön” diyordu sosyal medyadan: Dön abi, dön ve yaz! Yaz gazeteci!
Sonra her karşılaştığımızda tekrarladı Fatih Şahin kardeşim: Yaz abi!
Bu çağrıyı yazdım bir kenara…
Bir daha görmedim Fatih’i. Galiba küstü, galiba o da bana küstü. Düğünde görmüşler. Meltem yazmış: “Canımız, yeğenimiz Tolga ve güzel gelinimiz Gizem’in en mutlu günündeyiz.” Tango, La Cumparsita…
**
Günler, günler sonra…
En yakınımdaki sinemacı, adı kalbime kazılı sinemacı “Her taşın altından sen çıkıyorsun.” dedi.
Taaa Fransa’da, “Figaro” da yayımlanan bir sinema yazısını, bir kupürü yüzüme çarptı sosyal medyadan, sitem dolu mesajla: “Fotoğraf altına bak, Canaran yazıyor! Bıraktığın yerden yaz, kaldığın yerden, adını artık yine üste yaz! Saçların olsun küsüp dağınık bıraktığın, bırakacağın!”
Bunu da yazdım bir kenara…
**
Sonra… Sadık yazdı Silifke’den, yine sosyal medyadan… Sadık Civelek:
“Gardaşım, saymadım kaç yıl oldu! Verilmiş sözün vardı, hani yazacaktın?”
Bunu da yazdım, bunu da bir kenara…
Sesimiz’de başladım ısınma turuna. Isındım, bağlandım kopmamacasına. Sözüm sözdü, sözümü tuttum. Devam tutmaya!
**
Günler geçti…
Bu kez buğday tenli bir gazeteci…
Tanıdığım günden bugüne hep saygılı, bazen esmer genellikle buğday tenli fakat hep güler yüzlü bir gazeteci, bir yazı kaleme aldı. Çemberlitaş turşusu ne ki beni hıyar turşusundan beter halde bıraktı, mahcup bıraktı.
Oysa… Kayahan “Odalarda ışıksızdı…”
Gel gör ki “posta atılan” yine ben.
Bunu da yazdım bir kenara…
**
Dokuz çarpı üç yüz altmış beş gün sonra…
Özlemişim gazete kokusunu. Emek ve mürekkebi… Güney’in güçlü sesi Tanık’ta, ilk yazıda herkese merhaba!
Attilâ İlhan hani demiş ya:
“Çoğu zaman üç beş kişi için yazdığımızı sanırız, onlar bizi okumaz. Asıl seslendiklerimiz, hiçbir zaman tanıyamayacağımız başka üç beş kişidir.”
E hiçbir zaman tanıyamayacağımız, o başka üç beş kişiye de merhaba!
Gerek gazetede, gerek sosyal medyada Tanık’ta buluşacağımız duyurusunu beğenen, yorum yazan, ‘ama’sız, ‘fakat’sız destek veren dostlara da merhaba!
Zaman kötü…
Yazılarım, fotoğraflarım artık onlara emanetken Yazı İşleri’ndeki Gamze’ye, Tayfun’a bir de Aziz’e merhaba… Boy sırasına göre dizdim, kimse alınmaya!
Giderayak…
Masal sultanı kadar cömert, ‘ama’sız, ‘fakat’sız sevdiğim, gazetenin buğday tenli patronu ve de hamalı, kardeşim Beycan’a da merhaba!
“Ekin’in okul çantasına iki şişe su koymayı unutma!”
Bitirirken…
Sana da merhaba Tülay!
Döndüm… Küsmelerim bitti. Çorabım yine sökük. Sen de bunu yaz bir kenara!
Gel, barışalım artık! Belki Sezen dinleriz ara sıra:
“Belki şehre bir film gelir
Bir güzel orman olur yazılarda.”
Döndüm Tülay! Sonbahar geldi şehrime, döndüm. Bana öyle bakma, sen de dön, gel!
Sabah bakkala gittim, bir ekmek aldım, bir de gazete! Çay koydum, gel! “Kırık Kalpler Durağı”nda in gel!
Eteğimizdeki taşları dökelim. Dön gel Tülay, çık gel!