Çorap Söküğü
Keşke
Doğrusunu isterseniz bu tartışmaya girmeye hiç de hevesli değildim.
Gelgelelim nerede tümsek görsem, maydanoz dikmek gibi bir âdet edindiğimden bulaştım ucu bucağından.
Bir ömür boyu mesleğinin etik ilkelerine sadık kalarak uygulayan ak saçlı ustaya sormuşlar: -Adamın hasını nasıl anlarız?
“Tek kelime” demiş usta: “Konuşmasından.”
-Ya hiç konuşmuyorsa?”
Önce derin bir iç çekmiş usta, sonra saymış, dökmüş: “Bir adamın o kadar iyi olması mümkün değil.”
*
Şimdi, plağı ve fotoğrafı ters yüz edelim.
Keşke daha az konuşup daha çok iş üretseydik.
Keşke daha az konuşup daha çok okusaydık.
Keşke daha az konuşup daha çok sevseydik birbirimizi.
*
“Keşke...” diyenleri…
Adamın ümüğüne sarılırcasına ezber okuyup, kurusıkı atıcıları işitir gibiyim...
Pamuk tutarsa ne âlâ! Ne âlâ Mualla!
*
Hadi oradan “sizi gidi gulu gulucular.”
Bayatladı bu senfoni.
Geçin bunları bir kalem, geçin.
Züğürt tesellisi bunlar!
“Kişi noksanını bilmek gibi irfan olamaz” diye bir laf vardır.
Söyler misiniz, “keşke” demek ne zaman işe yaramış ki şimdi yarasın?
Soru ve sorun işte tam da bu!
*
Bitirirken…
Sözlerim birazcık taşkındır benim fakat bu işin başka bir şartı şurtu yok.
Neydi o tekerleme: “Bu kafayla gidersek askere...”
İtirazı olan parmak kaldırsın!
*
Son sözü söylemiş, noktayı koymuştum lakin gazeteyi sayfalayan “Olmazların Yücel”, yazı işlerinden höykürdü.
“Keşke kelimelerden tasarruf etmeseydin abi. Köşenin bacağı kısa kaldı, keşke bir kuple, bir nakaratla bitirseydin…”
Peki madem. Şu hâlde şöyle buyurun, laf kıtlığında laf olsun âdet yerini bulsun.
Nasrettin Hoca’ya komşusu sormuş:
-Hoca, gözüm ağrıyor, ne yapacağım?
Hoca yanıtlamış:
-Vallahi bilmem, benim dişim ağrıyordu çektirdim, kurtuldum.
“Kişi noksanını bilmek gibi irfan olmaz” diye bir laf vardır. Bir kuple daha mırıldanıp günü kurtardım, kurtuldum ama…
Keşke noksanımı bilip kelimelerden tasarruf etmeseydim!