Çorap Söküğü
Sen gel bence
Ben sizin bildiğiniz, tanıdığınız köşe minderi yazıcılardan değilim.
Köşe kapmaca bilmem. Sözün kısası bu yazı, kaç zamandır kafamda hazır, kağıda dökülmeyi bekliyor. Her daim taze, tereyağlı.
Ne yalan söyleyeyim, “Ne yazayım?” diye arpacı kumrusu gibi düşünürken aklıma gelmedi yani. İyisi mi soğutmadan yiyin. Zira bugün yemezseniz, yarın “biber dolması” olarak önünüze koyarım. Yarın olmazsa ertesi gün “çorba kaynatır” yine yediririm. Uğraştırmayın beni, hayat zaten uğraştırıyor beni. Kendinize ve bana bir iyilik yapın bayatlamadan yiyin.
*
Silifke’de, Göksu yakasındaki çay bahçesinde buluşan iki Rus konuşuyormuş. Çaylar söylenmiş.
Çaya votka karıştıran göbekli ve dazlak olan,“Popov öldü” diye söze başlamış.
Çaya konyak karıştıran top sakallı, genç irisi hemen tepki göstermiş:
- Ne ölmesi yahu, baksana Taşköprü’den geçiyor.
Kel kafalı ve tıknaz olan:
- Bakma sen, öldü de kendisinin haberi yok, diye eklemiş.
Deryalar mürekkep, ormanlar kalem olsa necip ve muzaffer medyamız ile kamuoyu yoklamacılarının durumu böyle.
Hiç saklamadan açıkça söylemeli, bu iki kurumun “güvenirliği” sıtmaya yakalandı, tir tir titriyor; çoktan mortoyu çekti de “eğilim yoklaması” yaptıranların haberi var yok (!)
Oysa orta yer köfteci dükkanı. Orta yer duman altı, cız bız köfte kokusu yükseliyor.
E, ne demişler: Ne kadar ekmek o kadar köfte.
Ne kadar mangır, ne kadar papel o kadar köfte.
Çeyrek az kalır, yarım somunu köftenin yağına da ban, bandır be Usta!
*
Palyaço Grock’u bilir misiniz?
Bilmeyenler için mecburi istikamet arama motoru.
İsviçre’de, Alp Dağlarının eteklerinde sıradan bir gün…
Ünü kıtaları aşmış ruh hastalıkları doktoruna yaşlı bir adam gelmiş.
-Doktor, demiş: Hayatta hiçbir şeyden zevk almıyorum, neşelenemiyorum, sevinemiyorum. Ne yapayım?
Doktor, hastayı pencerenin önüne götürmüş, karşı duvardaki asırlık siyasi partinin afişini göstermiş. Afişte palyaço Grock’un fotoğrafı varmış. Hastaya şöyle demiş:
-Bir zamanlar ben de senin gibiydim. Hayatta hiçbir şeyden tat alamaz olmuştum. Sonra bu palyaçoyu seyre başladım. Yavaş yavaş neşem yerine geldi. Sen de öyle yap. Bu palyaçoyu izle. Göreceksin, hayattan zevk almaya başlayacaksın.
Cümle âlem biliyor ki burnumuzun ucundan ötesini görmüyoruz çünkü bakmıyoruz. Hayatta hiçbir şeyden tat alamayanlara seyir oldu, “Güler misin ağlar mısın?” bir yer oldu asırlık çınar.
Sebep olanlar sebepsiz kalsın.
Zıpçıktılara, zıpırlara, hırtapozlara, zırtapozlara, zirzoplara, zıpzıplara selam olsun (!)
*
Lafı iskeleye bağlamanın vakti saati geldi. Bitirirken Neşet Babaya kulak vereyim:
“Süte su karıştı, sonra söze yalan, mideye haram.
İşte orada bozuldu insan.”
*
Neyse, siz Neşet Baba’nın sözünü düşünedurun ben içimdeki yangına biraz tuz, biraz kimyon, biraz karabiber katmaya döneyim.
Lale Müldür kokan ne güzel şiirdir o.
“Sonra belki çay içeriz, şansımız varsa yağmur da yağar.
Damlalara huzur yüklemece oynarız.
Benim damlam seninkini alnından öper.
Güzel şeyler olur belki.
Sen gel bence.”
Gel be!