Çorap Söküğü
Her şeye rağmen… Yine, yeniden…
Osmanlı İmparatorluğu her 50 yılın 35 yılını savaşlarla geçirdi. En uzun barış dönemi 29 yıl sürdü. Yani iki yıl barış, üç yıl savaş.
Oysa Cumhuriyetimizin 100 yılı “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” içinde geçti.
Cumhuriyet, ulusu “sürü”, yöneticileri “çoban” kabul eden görüş ve uygulamayı yıktı; “Ne mutlu Türküm” diyenleri sınıfsız, ayırımsız bir bütün olarak değerlendirdi.
*
Osmanlı İmparatorluğu’nun yenileşme çabaları içinde dinsel ölçütlerin yanıltmalarını iyi bilen Mustafa Kemal ve arkadaşları Cumhuriyetimizi “laiklik ilkesi” ve “halkın egemenliği” temelleri üzerinde kurmayı ilk hedef saydı. Bu anlayış, devleti, halkın esenliğini sağlamak, halkı eğitmek ve demokrasiyle yönetmek ilkelerine yöneltti.
*
Atatürk’ün Cumhuriyetin ilanından önce İzmir İktisat Kongresi’ni toplaması ve bu kongreden sonra ilk yurt gezisini Adana ve Mersin’e yapması tesadüfen değildi. Cumhuriyetin temellerinin sadece süngüyle değil ekonomiyle kurulacağını, bağımsız ekonomi atılımlarının savaş alanlarındaki zaferler kadar önemli ve gerekli olduğunu öğretti. Her şeyiyle dışarıya bağımlı ve bozulmuş bir ekonomik düzeni ve acıklı durumu çok kısa sürede tam bağımsız ve hızla gelişen bir çizgiye getiren, yurdu “demir ağlarla ören”, fabrika bacalarıyla donatan, insanımızı tüketimden üretime yönlendiren, yerli malıyla, tutumla öz benliğine kavuşturan Cumhuriyetimiz olmuştur.
*
100 yılda etrafımızı tuzaklarla çevreleyen sözde ‘dost’ ülkeler ne yaptı?
Güneyde Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılan ülkeler, emperyalist güçlerin oyuncağı oldu.
Batı komşumuz, bütünlüğümüze göz diken güçlerle iş birliğine girişti.
Şahlıktan Din Devletine geçen komşumuzdan rahatsızlık duyuyoruz.
İşte bu tehlike çemberinin ortasında Türkiye Cumhuriyeti “her şeye rağmen” nice 100 yıllara, özgüveni, gücü ve sarsılmaz iradesiyle yükselmektedir. İnsanıyla, kurumlarıyla, yer altı ve üstündeki zenginlikleriyle…
*
Cumhuriyet dönemi Türk dış politikasının temelleri, Ulusal Kurtuluş Mücadelesi yıllarında atıldı. Ulusal sınırlar içinde, halk egemenliğine dayanan devletimiz, uluslararası sistemde eşit bir üye olarak yerini aldı.
Kimsenin bir karış toprağında gözümüz olmadığı gibi kimsenin de bir karış toprağımıza göz dikemeyeceği, Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesi yolumuzu aydınlattı.
Gerçekçi ve barışçı bir dış politika, İkinci Dünya Harbi yıllarında ve sonrasındaki soğuk savaş yıllarında ateş çemberi içinde bırakılmak istenen yurdumuzu maceralardan kurtardı. İsmet Paşa, belki bizi ekmeksiz, şekersiz bıraktı ama babasız bırakmadı.
Hatırlayalım. Bir Anadolu seyahati...
Sivas’ta iki kız çocuğu, ellerindeki kuru deve dikenlerini İsmet İnönü’ye verirken, “Sen bizi ekmeksiz, şekersiz bıraktın” deyince... İsmet Paşa gayet sakin karşılamış, gülümsemiş ve o tarihi yanıtı vermişti: “Evet yavrum, doğrudur, sizi ekmeksiz, şekersiz bıraktım ama babasız bırakmadım.”
*
1923’te çıktık yola. 100 yıl sonra bugün…
Cumhuriyetimizin asıl niteliğinin “bağımsızlık” olduğuna inanıyor ve bağımsızlığımıza çok değer veriyoruz.
Topraklarından bereket fışkıran güzel yurdumuzu; tüm çocukları okula, hastaları hekime, köyleri yola, ışığa kavuşmuş; sosyal ve kültürel sorunlarını çözmüş güçlü Türkiye’yi mutlaka gerçekleştirme azmimiz var.
Bize düşen görev, “her şeye rağmen” yine, yeniden tek yumruk gibi birleşebilmek ve nifak tohumları ekmek isteyenlere fırsat vermemektir.
Türkiye, bugün büyük sorunlarla karşı karşıya olsa da bağımsızlığını, onurunu, gücünü ve saygınlığını korumaktadır. Cumhuriyetimizin 100. yılında bu gerçeği görelim ve Cumhuriyetimizin kurucusu büyük Atatürk’ü saygı ve şükranla anıp değerini bilelim.
Bugün Cumhuriyetimizin kurulmasında ve yaşatılmasında payı olan, emeği geçen herkesi minnetle, şükranla anıyoruz. Ulusça, hiçbir ayrım yapmadan birbirimizi sevinçle kutluyoruz. Birlikte yaşayacağımız ve Cumhuriyetimizi yaşatacağımız nice 100 yıllara.