Çorap Söküğü
İKİ BARDAK, BİR SÜRAHİ…
Vakit akşamüstü… Göğe merdiven dayamış yıldızların tozunu alırken telefonum vınladı, muhtemel ki mesaj geldi. Bi dur, bi nefes al be Cumali ne diye celalleniyorsun hemen, merdivendeyim, yüksekteyim, göremiyorum, mesaj olduğunu varsaydım, “muhtemel ki” dedim zaten…
Bakın, ‘söylemedi’ demeyin. Gökte çabuk yorulur insan. Bunu astronotlar, kozmonotlar, taykonotlar bilir, halimden anlar. E yaş da var, eskisi gibi değil hani, yorulunca indim. Fakat bir görseniz nasıl da pırıl pırıl oldu yıldızlar, nasıl da parıldıyor şimdi! Bu yazının sonu nereye varacak, yıldızdı, parıltıydı inanın ben de bilmiyorum. Neyse, yolcu yolunda gerek…
Telefonu açtım, tanımadığım bir numara, fotoğraf göndermiş. Hemen her gün hepinize geliyordur. Virüstü, bankaydı, bahis sitesiydi, şuydu buydu bıkkınlık getirten, on numara beş yıldız ağız dolusu sövgüyü hak eden mesajlar! Bu mesajı da yine bir dolandırıcılık tuzağıdır falan deyip açmadım.
İki gün sonra mesaj tekrar karşıma çıktı. Bu kez baktım. Kent Konseyi’nin “Mersin, Çamlıbel Balıkçı Barınağı’nın Geleceğini Konuşuyor” konulu kent forumuna ismen davetliyim. LCV’de belirtilen numarayı arayıp katılacağımı bildirdim.
Ardından telefonum zırzırlandı, Abdullah Ayan arıyor. Sevdiğimiz, saydığımız, abimiz... Hani şu her şeyi kurcalayan adam. “Adını önerdim. Seni Kent Konseyi’nden arayacaklar” dedi. “Mesaj gönderdiler” deyip, teşekkür ettim.
Bilen bilmeyen var, Mersin’in bağrına hançer gibi saplanacak bir projeyle, Çamlıbel Balıkçı Barınağı’na “Su Sporları Merkezi” kılıfı uydurularak AVM yapılmak isteniyor. Yani nur topu gibi yeni bir “AVMarina.” İşte bu mevzu tartışılacak Kent Konseyi’nde…
**
Belirtilen gün ve saatte toplantı yerine gittim. Sabah kahvaltı yapmadan çıkmışım evden. Başka bir toplantıyı yarıda bırakıp bu toplantıya gelmişim. Saat 13.00. Tenha bir yere çekilir, cebimdeki piskevütü çaya katık eder düşüncesindeyim.
Salonda bir iki adım attım, zarif bir hanımefendi elini uzattı: Ayferi Tuğcu.
Ben de kendimi yine James Bond gibi tanıttım: Canaran, Necdet Canaran.
Tenha bir yer bakınırken, “Sizin yeriniz Abdullah Ayan’ın yanında” dedi bir görevli. “Şöyle buyurun” diye işaret edilen yere buyurdum. Abdullah Ayan meğer moderatörmüş. Karşımızda kameralar, ses ve görüntü alan fotoğrafçılar.
Başa çekilen çekilir, el mahkûm oturdum Ayan’ın yanına. Önümde bir tabak kuru pasta; iki cam bardak, bir sürahi. Su… Sek... Elimi uzatamıyorum kuru pastaya zira kameralar çekimde. Hadi uzattım diyeyim nasıl yiyeceğim? Kameralar kayıtta. İhtiyaten bir bardak su aldım kendime, sek… Diğer bardağı da doldurup uzattım Abdullah Abiye. Sek.
Moderatör su içer de benim başım kel mi? Kabul kel. Keller su içemez mi? Ben de içtim.
Moderatör bir bardak su daha isteyince tekrar doldurdum. Salonda yaklaşık 70 kişi, benim oturduğum masada, 11 kişi var. Bir ara soldan, dört koltuk öteden bir arkadaş “Ben de su alabilir miyim?” diye seslenince, kendime MESKİ Genel Müdürü gibi rol biçtim. Suyun başındayım ya... Uzatmayayım, başka bardak yoktu sürahiyi uzattım.
**
Abdullah Ayan bir açış, bir giriş konuşması yaptı ki, o kadar olur. Teknik, taktik, stratejik ne ararsan… Tarihteki en stratejik muharebe Mercidabık bile bu konuşmanın yanında solda sıfır kalır. Ustanın bilmediği yok! Ağzıyla konuşanları bilirdim de Ayan hem ağzıyla, hem gözüyle bir de beden diliyle konuşuyor, üstelik belgeli konuşuyor. Lozan’ın gizli belgelerini de ortaya çıkarır yakında!
Neyse… Geleyim sadede, tadımlık özete…
Evvela buraya yazayım da sonra kimse alınmaya! Bunu bilir bunu söylerim: Mevki beş para etmez. Başkaları tarafından verilmiştir. Hamamda çırılçıplak beden kalır, insan… Bu sebepten kimseye mevkii nedeniyle öncelik verilmemiştir, kişiler serbest dizilmiştir.
Ne diyordum geleyim sadede, tadımlık özete…
Söz alan, Çevre Mühendisleri Odasından bir arkadaş, “Kime sorulmuş? Proje kimin içine sinmiş?” diye sordu. “Mersin’in kaderini etkileyecek bu proje, Mersin Limanı’nın genişleme projesinden daha tehlikeli bir projedir. Toplumsal muhalefeti yükseltmek boynumuzun borcudur.” Böyle ses verdi…
Bir bilseniz, bu fayton feneri gibi kocaman kafama yapışık kulaklar başka neler işitti!
Duygu Asena “Kadının Adı Yok” demişti. Şimdi bahsedeceğim kadının adı var ancak adı saklı kalsın -ki cevap hakkı doğmasın, uğraşamam-. Tam karşımda oturan hanımefendi inanmayacaksınız belki ama Çamlıbel Balıkçı Barınağına otel yapılmasını istedi. “Rant korkusu mantığını kabul etmek mümkün değil” dedi. Aynen bu sözleri söyledi. Epey tepki topladı.
Moderatörün kulağına usulca fısıldadım. “Doğru valla, şöyle 7 yıldızlı 7 katlı bir otel Çamlıbel’e ne de yakışır! Tam da Balıkçı Barınağının göbeğine!”
Moderatör, bu sözlerim üzerine bana döndü, nadiren rastladığımız o dört numaralı bakışı fırlattı. Tecrübeyle sabit, adam gözleriyle de saydırıyor. Arayı düzeltmek için yine bardağına su doldurdum.
**
Eski Baro Başkanı Bilgin Yeşilboğaz da katılımcılar arasındaydı. “Rant doymak bilmiyor” deyip, marina örneğini gösterdi. “Çamlıbel’de de aynı şey olacak” dedi, dikkat istedi, kimden Mersinliler’den…
Bu sözler bana Demirel’in tarihe geçen o sözünü anımsattı:
“Sermaye sömürür diyorlar. Bir de sömürmediğini düşünsenize. Aklımız nerede, kendimizi sömürtmeyelim.”
Hemen ardından Ayan yine söze girdi: “Mersin ciddi bir istila altında. Su uyur, rant uyumaz” dedi. Yeşilovacık’taki çimento fabrikası örneğini hatırlatarak eski Baro Başkanını destekledi. Ayan, sözlerinin devamında Mersin Limanı Genişleme Projesine de verdi veriştirdi. MIP’nin lobi gücüne değindi. “Temel sorun, Mersin’in lobi gücü yok.” dedi ve ekledi: “İtiraf edelim, MIP’nin lobi gücü Mersin şehrinden güçlü. MIP’nin lobi gücünü kırmayı başaramadık.”
Mersinlilerin hemen her konuda dayanışmayı başaramadığını, ortak akıl yürütüp güçlü bir lobi yaratamadığını ısrarla tekrarladı Ayan. Aslında Mersinlilerin boğazına takılması gereken bu sözler, yüzüne baktım Ayan’ın boğazına düğümlendi. Benden bir daha su istedi.
**
Mersin Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Serdal Gökayaz söze karıştı. Kafein ve tein eksikliğime verin lütfen, başta ucunu kaçırdım ama sonda şöyle dediğini hatırlıyorum:
“Mersin İdman Yurdu Meydanından Hilton Oteline kadar olan alan ile Atatürk Parkı’nı bakım ve peyzajını yapabilmek adına Belediyeye tahsis edilmesini talep ettik. Ankara’dan iki yıldır yanıt alamıyoruz.”
Demek ki neymiş? Sabah yürüyüşlerimizde bakımsızlığından şikâyet edip, gönül ferahlatıcı ve bir o kadar da hak olarak görülen Büyükşehir’e sövmeler haksız bir eylemmiş! Yanlış adresmiş!
**
Atatürkçü Düşünce Derneği’nden bir kadın temsilci çıktı, sanırım Deniz Hanımdı. Hem Çamlıbel projesine hem de limanın genişlemesine karşı çıktı. “İstemiyoruz kardeşim” dedi, “Ne onu, ne bunu. Şehir ölüyor. Sekiz yaşımdayken 50 yıl sonraki Mersin’i hayal ederdim, 58 yaşıma geldim 8 yaşımdaki şehri bulamıyorum, ara ki bulasın. Direnç gösterelim, etkin protesto!”
ADD Mersin Başkanı da konuştu, “Mersin’in geleceğine Mersinliler mi karar verecek, Ankara mı?” diye sordu.
Çok kıymetli bir Mersinli, gönül adamı Metin Atlas gürledi. Hani şu Mersin Amatör Balıkçılar Derneği Başkanı abimiz, canımız ciğerimiz: “Çamlıbelliyim. Anam da Çamlıbelli, babam da, dedem de… Burada doğduk kardeşim. Çamlıbel’in sakinleri artık kendine gelsin. Uyansın!”
Metin Baba, Atatürk’ün aziz vatanın başka hiçbir yerinde söylemeyip sadece Mersinlilere söylediği o meşhur sözü de hatırlattı: “Mersinliler, Mersin’in hakiki sahibi olunuz!”
Çevre aktivisti Suna Hanım, Mersin’in Mersinlilere bırakılmasını istedi, ‘hiç olmazsa geride ne kaldıysa’ Mersinlilere bırakılmasını…
Su Ürünleri Avlama ve İşleme Teknolojileri Profesörü Hüseyin Özbilgin dostumuz, “Bu şehrin balıkçılarla ne derdi var?” diye sordu. Toplantıya ticari balıkçıların neden davet edilmediğini ekledi ve Mersin’de 120 ticari tekneye çatı bir kooperatif bulunduğunu hatırlattı. “Ticari balıkçıları yok saymayın” dedi.
Çamlıbel Mahallesi Muhtarı Ali Gülgen, mevcut durumda dahi Çamlıbel trafiğinin tıkandığını, Çamlıbel’e çıkan bütün yolların kapatıldığını, yeniden ulaştırma planlaması yapılması gerektiğine değindi.
Aylar önce gıyabında alkışladığım adam da söz aldı… Akdeniz Kent Konseyi Başkanı Mustafa Erim, projeyi ‘izleme komitesi’ kurulmasını önerdi.
Aylar önce gıyabında alkışladığım Mustafa Erim’e geciken bir teşekkürü buradan bildireyim. Akdeniz Belediye Başkanı Mustafa Gültak’ın da hakkını teslim edeyim. Birlikte güzel bir iş çıkarmışlar, Mersin’e muhteşem bir “Kent Tarihi Müzesi” kazandırmışlar. Birkaç kez gittim, çevredeki kamulaştırma tamamlanıp, ziyaretçilerin dinlenebileceği, sohbet edip bir şeyler içebilecekleri bir yaşam alanı da kazandırılırsa ben bilgisayarı toplar oraya yerleşirim arkadaş. Fotoğraflara bak, yazılanları oku, tarihi duyumsa yeter. Oradan ne yazılar çıkar, kitap olur, roman olur, dizi olur.
Teşekkürler emeği geçen herkese…
**
Bakın bunu da yazarım.
Hem Akdeniz’in hem de Mersin Büyükşehir’in Meclis üyesi Ali Tanrıverdi’yi… Mersinliler de not etsin Tanrıverdi’nin sözlerini:
“Bu mesele Akdeniz Meclisine getirildiğinde haliyle projenin bir dosyasını da istedik. Nedir, ne değildir bakalım. ‘Dosya yok’ dediler. Bakanlıktan gelen üç, beş satırlık bir üst yazı. Hepsi bu. Yani dosyası olmayan üç satırlık üst yazıya 30 gün içinde görüş istediler. Görüş bildirmezsek kabul etmiş olacakmışız. Bu antidemokratik bir yaklaşım. Bu projenin amacı su sporları merkezi falan değil. Atatürk Parkı’ndan da 20 bin metrekarelik bir alanı kopartıp buraya eklemişler. Biz Akdeniz Meclisi olarak olumsuz görüş bildirdik fakat buna rağmen İdare tarafından projeye olumlu görüş bildirildiği bilgisine ulaştık. Meclisin değil, İdarenin olumlu kararı var.”
Tanrıverdi, aynen böyle söyleyince Selda Bağcan düştü usuma. “Yaz gazeteci yaz” diyen yüreğimizin sesi, onurlu ozan Selda Bağcan.
Şu halde yazıyorum: Çamlıbel oldubittisinde Akdeniz Meclisinin değil, Büyükşehir Meclisinin değil İdarenin; Akdeniz Belediyesi İdaresinin “olumlu” kararı varmış!
**
Neler işittim neler demiştim ya hani… Bir yetkili arkadaş çıktı mesela Büyükşehir’den… Adını yazdım, yazdım da nereye yazdım bulamadım, bu sebepten buraya yazamadım. Büyükşehir Belediyesi’nin gerekçelerini sıraladı.
Atatürk Parkı’ndan kopartılacak alana itiraz ettiklerini… 80 bin metrekare deniz dolgusuna itiraz ettiklerini… Büyükşehir’in başlattığı Çamlıbel Kentsel Tasarım Projesiyle entegrasyonu olmaması nedeniyle itiraz ettiklerini… Bir de modelleme planındaki eksiklikler nedeniyle itiraz ettiklerini… Tane tane anlattı.
**
Yine inanmayacaksınız belki, Çamlıbel’in bağrına hançer gibi saplanacak projeye imza atan bir şehir plancısı da çıktı konuştu. Bir şeyler eveledi geveledi, tansiyon yükseldi. Anlayamadığım, merakı celbeden nokta şu, bu arkadaş niye davet edildi? Davetli değilse içeriye neden alındı? Davetliyse mesele değil de davetli olmayıp içeriye alınması, konuşturulmasıdır mesele!
Neyse ki “Aslan Yürekli Richard” moderatörümüz, bu hariçten gazeli yarıda kesti, toplantıyı bitirdi.
Moderatörümüz Abdullah Ayan oturumu kapatırken şöyle ünledi: Çamlıbel’de hatırası olan iki kişiye bilhassa söz vermek istiyorum, biri Canaran diğeri Umut Çor.
Mikrofonu aldım, başucuma koydum.
“Çamlıbel Balıkçı Barınağı’nda her Mersinli’nin tatlı, acı hatırası vardır. Aşkı, saadeti orada tattık.” dedim. Giriş güzel.
“Orada aşık oldum” dedim, pek güzel… “Arkadaşlarla orada buluştum, orada dinlenip çay içtim. Sohbetin belini orada kırdım. Orada kafayı çektim. Orada yüzdüm ve orada sözlendim.” Birkaç katılımcının gülümsediğini fark ettim.
Önce Nalan’a sonra Müjgân’a yüzük taktığımı söylemedim elbette. Aramızda sır kalsın.
Mersin’in bağrına saplanmak istenen hançer proje üzerine yazdığım yazılardan bahsettim. Mersin’in bağrına saplanmak istenen bu hançeri hararetle savunan Akdeniz Belediye Başkanı Mustafa Gültak ile konuşmamı aktardım.
“Gazeteye yazdığım için burada anlatmakta sakınca görmüyorum” deyip tümceyi kurdum. Dedim ki:
“Sayın Gültak’a, ‘Aslı faslı nedir bu işin?’ diye sormuştum. “Anlayacağımız şekilde anlatın, anlayıp, anlatayım.” demiştim.
O da bana:
-Ben siyasetçiyim, seni manipüle ederim. Bana sorma, git Çamlıbel’e sor, esnafa sor!” demişti.
Yani “Halka sor” diyorsunuz, “doğru mu anladım, böyle mi diyorsunuz?” demiştim.
“Aynen öyle diyorum kardeşim” demişti.
Bu diyaloğu aktardım Kent Konseyi’nde.
Ne yani, Çamlıbel’in kaderini Başkan Gültak’ın işaret ettiği Çamlıbel Esnaf Derneği mi belirleyecekti? Elli, 100, hadi bilemediniz 150 üyesi olan bir dernek?
Sonra gazeteye yazdığım ve sayın Gültak’a yaptığım şu seslenişi dillendirdim katılımcılara:
“Halka sormanın yöntemini, demokrasinin ‘olmazsa olmaz’ yöntemini bilmiyor olamazsınız!
Bu şehirde toplu taşımada hizmet veren otobüslerin dahi hangi renkte olması halka sorulmaktayken…
Siz de sorun! Koyun referandum sandığını orta yere sorun, halka sorun: İki milyon Mersinli’ye ve/veya 300 bin Akdenizli’ye. Sorun oylayalım. Var mısınız?”
Sonra Kent Konseyi Başkanına dönüp, “Gazete sütunlarında sabit bu diyaloğu ve referandum önerimi Büyükşehir Meclisine ileteceğiniz tavsiyeler arasına ekleyin” dedim, sözümü bitirdim: Hazır Başkan Gültak da ‘halka sorun’ demişken!
**
Benden sonra sözü meslektaşım Umut Çor aldı. Bir dünya seyyahı kardeşim, nam-ı diğer Ümit Çötür!
Hani siz “ney” diyorsunuz ya, işte o düdüğü de pek bir maharetle çalan gazeteci.
Gezdiği ülkelerde yetkililerin tarihi koruyup eski kalan ne varsa üzerine titrediğini anlattı Çor…
Türkiye ve Mersin’de ise dünden kalan ne varsa bugün yıkıldığını, yerine yepisyeni ucubeler dikildiğini şaşkınlık ve ibretle izlediğini anlattı…
**
Yelkovan kaçtı, akrep kovaladı. Ya da akrep, yelkovanı… Eksiği var, fazlası yok üç buçuk saat…
Toplantı bitti. Bitap haldeyim. Kahvaltı yapmadan evden çıkmışım. Bir başka toplantıyı yarıda bırakıp bu toplantıya gelmişim. Zaten akşam da göğe merdiven dayamış, yıldızların tozunu alıp, parlatmışım. Yorgunluk var. Bunların üstüne tek bardak çay içmeden, bir piskevüt neyim olsun katık etmeden geçirilen üç buçuk saat daha… Gün akşam olmuş…
Önce Sanat Sokağı’na. Bir çay, bir çay daha…
Sonra Balık Pazarı’na…
Akşamın alacasındaysa Taş Bina’nın oradaki otobüs durağına…
Yine tıklım tıkış, yine ana baba günü orta yer…
Bir sesleniş. Baktım eskiyen yıllarımın hep yepisyeni arkadaşı Hadika.
“Ne bekliyorsun kız?” dedim.
“Otobüs durağında herkes ne bekliyorsa onu bekliyorum, şaşkın!” dedi.
Ağacın altında oturduğu banka ben de iliştim. Yirmi dakika konuştuk, toplantıdan bahsettim, heyecanla dinledi.
Bir ara elindeki telefona baktı, “30 numara şu anda PTT’nin orada, 3 dakika sonra burada.” dedi.
Dediği çıktı, kanayan yaramız 30 numara üç dakika sonra durağa yanaştı. Öyle böyle değil, durak insan yığını. Ön kapı tıkanınca, girişler orta kapıdan yapılır oldu haliyle. Binemeyeceğime kanaat getirince Hadika’ya “saadetler” dileyip ayrıldım.
Vahap Başkan sözüm sizedir:
30 numara güzergâhında yurttaşın çektiği çile nedir? Balık istifi… Ek sefer, ek sefer, mesai sonlarında ek sefer… Yurttaş, uygulama üzerinden Türkçe sesleniyor, işiten yok. Ben İngiliz İngilizcesiyle yazayım: Additional-Expedition. Please…
**
Eve vardım. Çaydanlığa su koyup ocağı yaktım. Erzak dolabını açtım, baktım çay bitmiş.
Bakkal Hasan’ı aradım, “Ne göndereyim” dedi, “çay” dedim. Zil çaldı, baktım Hasan Bakkal’ın Genel Müdürü Memo kapıda. Yakıtını verdim, uğurladım. Çayı demliğe koyup bilgisayara döndüm. Bir süre sonra da su ısınmıştır diye tekrar mutfağa… Baktım ocak sönmüş, tekrar yakmaya çalıştım, baktım tüp bitmiş.
Su ısıtıcısına uzandım, mutfak karardı, elektrik kesilmiş.
Döndüm mü eşekten düşmüş karpuza. Zaten benim bahtım kara diyorken feneri yakıp, buzdolabını açtım. Baktım süzme yoğurt. Gözüm parladı. Üzerine biraz zeytinyağı, biraz pul biber, biraz kekik ektim. Gözüm daha bir parladı. Çeyiz sandığımdaki Güzide Halamın armağanı mor sümbüllü tülbentle sardığım… Son alkol zammından yedi zam önce Bakkal Hasan’dan sekiz taksitle aldığım… Bir bebek gibi sarıp sarmalayıp, zulaya attığım 70’liği açtım, iki kadeh parlattım. Sek. Yıldızları zaten parlatmıştım, gözüm zaten buzdolabını açtığımda parlamıştı.
Bitirirken…
Bir sonraki toplantıda Mersin Limanı Genişleme Projesi’ni tartışacakmış Mersin Kent Konseyi.
Olur a bir daha gider miyim bilmiyorum.
Olur a gidersem şişe suyumu, termosta çayımı da götüreceğim. Bir de tenha yer bulursam, tamam… Yelkovan kaçıyor, akrep kovalıyor. Ya da akrep, yelkovanı… Eksiği yok, fazlası var; üç buçuk saat sürüyor Tülay!
Mevzu bu kadar, dağılabilirsiniz. E hadi, bekleme yapmayın ki ben geçeyim bitmemiş şarkıma, Tülay makamına:
“Düşlerin parlayıp söndüğü yerde
Buluşmak seninle bir akşamüstü
Umarsız şarkılar, dudağımda bir yarım ezgi
Sığınmak gözlerine, sığınmak bir akşamüstü...”