Çorap Söküğü
DELİKANLI ADAM TOZ KALDIRACAK BİRAZ…
Sanırım 2000’li yılların başı.
Barış Meydanı’nın batısındaki bir, iki yok yok altıncı palmiye ağacının altında arkadaşlarla arpa suyu içip memleketi kurtarıyoruz... Suyumuz tükenince, dağıldık. Ben, altıncı palmiye ağacının kuzeyine düşen sokaktan GMK Bulvarı’na ineceğim. Yani şimdiki Hatay Restoranın batısındaki sokakta yürüyorum. Sağdaki kaldırımda onlarca kedi, kepenkleri inmiş bir dükkânın tabelasının altında toplanmış, hoplayıp zıplıyor. Tabelaya baktım beni bir tebessüm aldı: Mersin Polifonik Korolar Derneği.
Bilirsiniz, en iyi fotoğraf ayağa takılan fotoğraftır. Anlık.
O sıralar dijital makineler emekleme aşamasında, bende de Sony var bir tane, cebimde taşıyorum, maskot gibi. Çıkardım, bastım deklanşöre. Sonra eve gidip yattım.
Sabah fotoğrafları bilgisayara aktardım, beğendiğim bir tanesine “fotoğraf altı” yazıp, gazeteye gönderdim. Mersin’de birkaç gazetede, ana akım medyada birkaç televizyonda döndü haber, sonra yurt dışında sekiz, on ülkede…
Günler günler sonra…
O tarihlerde, Mersin Deniz Ticaret Odası dergisinin editörüyüm. Odanın Basın Bürosu binanın giriş katında. Bereket Efendi hışımla girdi, bizim harici posta. Masama kucak dolusu mektup, gazete, dergi bıraktı heyheyleri üstünde gitti. Yine birilerine kızmış ya da ona kızmışlar! Neyse ne.
Bir zarf dikkatimi çekti, diplomat bir zarf. Baktım, Polifonik Korolar Derneği antetli. Derneğin Başkanı ve yönetim kurulu üyeleri sözcükleri ardı arkasına giydirip, beni kınamış.
Kedilerle Dernek tabelasını kadraja sığdırıp derneği küçük düşürmüşüm mü ne! Yazarken ben zorlandım siz nasıl okuyacaksınız bilemem: Derneği küçük düşürmüşüm mü ne! Bu minvalde bir zırvalık. Acı acı güldüm, cevap vermedim.
Günler günleri kovaladı…
Mersin’in kedileri, yurt dışında bir müzik organizasyonunda afiş oldu, davetiye kapağı oldu. Sonra bir daha, sonra bir daha, bir daha… Elin oğlu ya da kızı espriyi anlamıştı, bizimkiler şaşı bakmış, şaşırmıştı!
Herkesin içini ısıtan, yüzünü güldüren sonrasında birkaç ödül ve sergileme bile alan bu fotoğrafa küçücük bir tebessümle dahi bakamayıp bana kınama mektubu yazan o günün Polifonik Korolar Derneği Başkanı, bugün herkesi kucaklayan bir organizasyonun başkanı. Barış, dostluk, hoşgörü ve bir evrensel dilin vücut bulup ruhumuzun gıdasına adres Mersin Uluslararası Müzik Festivali’nin Başkanı! Bu da bilinsin! Dın, dın, dırırırın!
Bu yazı damdan düşmedi… Yurt dışından bir kurumdan, “Fotoğrafınızı kullanmak istiyoruz” diye bir ileti düşünce e-postama, varlığını dahi unuttuğum bu fotoğraf ve hikâyesini kaleme almak geldi aklıma.
Bitirirken…
Yazıcılık zor iştir, zahmetlidir, yorucudur. Bakmayın siz kolay okunduğuna.
“Dalgalarla boğuşmaktan yorgun düşmüş bir gemiyim, bir limana ihtiyacım var sığınacak.” demişti Sadri Baba.
Yorgunum, o halde ne duruyorum? Kulak verip önce Taşucu Limanı’na sonra sazlı kabareye, “Hicran, yine hicran mı bu aşkın sonu?” şarkısına demir atmaya.
Kibar erkek meyhane demez, kabare der. Ve erkekliğin haritası şöyle yazar: Delikanlı adam toz kaldıracak biraz!
Gün bitti be Tülay!