OYUN
Çocukluğumuzda oynadığımız oyunları bir türlü unutamayız. Hele köylerde veya kırsalda büyümüş isek akranımız arkadaşımız da haliyle çok olurdu. Oyun kurmak çok kolaydı. Her şey oyuncağımız olabilirdi. Yassı, yuvarlak taşlar, çamur, çeşitli ağaç dalları bazen annemizden habersiz çaldığımız unlar, bağ gilimeleri, rasgele bulduğumuz teller, tahta veya odun parçaları, ipler, gazoz kapakları, boş ilaç şişeleri ve daha niceleri.
Yani öylesine çok malzememiz vardı diyebilirim. Mustafa İnceoğlu’nun Silifke’de Çocuk oyunları kitabında derlediği oyunlar bunların en güzel örnekleriyle dolu.
Çocuk aklı deyip geçtiğimiz ancak daha oyun çağındaki çocukların aileleri tarafından bu oyunlar sayesinde fark edilerek meslek sahibi yapılmaları ne kadar isabetli olur.
Neyse konumuz o değil. Çocukluğumuzda oynadığımız oyunlar ve oyuncaklar zamanla gelişen teknolojiye maalesef yenik düşmektedir. Halbuki oyun aslında zihnimizi besleyen ve geliştiren en önemli araçlardan birisi. Ancak çocuk mümkün mertebe kendi oyuncağını kendisi yapabilirse.
Aslında oyun hayatımızın ve her yaş dönemimizin vazgeçilmezleridir. Her yaş dönemimizde farklı oyunlar veya “oyuncaklar” ediniriz kendimize. Günde 15-20 ameliyat yapan bir doktor zihnini dinlendirmek için hangi oyunlarla meşgul olabiliyor acaba? Sabahtan akşama masa başında bilgisayar ile çalışanlar kendilerine nasıl bir oyun veya oyuncak ediniyorlardır?
Beden işçisi, kalıpçı, demirci kahvede bir domino çevirip demli bir çay içmeden evine gidiyor mudur? Maç saatlerinde dünyadan kopanlar ne yapıyorlardır?
Ya emekliler veya işsizler ya da tembeller, kahvelerin kulüplerin okey masalarında memleket kurtarmaları oyun değil midir?
Entrika ve hileyi oyun içerisinde oyun olarak değerlendirmek bu yazının konusu değildir. Saf çocukça vakit öldürenlerin dünyasının oyunlarından bahsediyoruz. Sizlerinde muhakkak akıllarına neler geliyordur. Oyun her yaşta güzeldir. İlk baba olduğunuzda ilk dede olduğunuzda oyun yeni başlangıçlar sunar size. Vazgeçmeyin. Iskalamayın…