Çorap Söküğü
Dedim: Derdin ne?
Dedi: İnsanlığa borcum var!
Aylardan Kasım… Ayın son çarşambası günlerden…
İşte o son çarşamba buluştuk Akdeniz Kent Konseyi Başkanı, yazar, araştırmacı Mustafa Erim ile…
Şuracıkta sorup, yazayım. Yani ‘kendin pişir kendin ye’ sofrası kurayım:
Kimdir Erim?
Mersin’deki tek “özel” müze, “Mustafa Erim Kent Tarihi Müzesi”ni Mersin’e kazandıran adam...
Yanı sıra Akdeniz ilçesindeki “Mersin’de İz Bırakanlar Müzesi”nde…
Toroslar, Buluklu’daki “Kuvayımilliye Karargâhı Müzesi”nde gecesini gündüzüne katan adamdır Mustafa Erim.
Ve bir hakkı teslim edeyim: Gerek “İz Bırakanlar” gerekse “Kuvayımilliye Karargâhı” binalarını kamulaştıran, restore ettiren, donatıp Mersin’e, Türkiye’ye armağan eden dönemin Mersin Valisi Ali İhsan Su’ya teşekkür borcumuzdur. Sonsuz teşekkürler!
**
Çarşambalarım hiç şaşmazdı oysa… Ritüelimdi: Gündelikle evlere, ofislere temizliğe giderdim, gelgelelim bu kez “Mustafa Erim Kent Tarihi Müzesi”ne gittim. Mersin’i konuştuk, her şeyi…
Klasik soru-cevap ilişkisinin dışında söyleştik Erim’le. İnanıp inanmamak size kalmış. Tek soru sordum Erim Hocaya…
İsmail Tunçbilek’i tanımayan kaldı mı? Hani şu sazıyla, sözüyle konuşan adam… Hele bir de o türkü yok mu? Her dinlediğimde beni alıp götüren, dipsiz kuyularda ipsiz bırakan o türkü? “Gönlüm anlat benden gizli derdin ne?”
İşte o tek soruyu bu türküden aldım. Erim Hocaya aynen böyle sordum:
Dedim: Derdin ne? Hocam, derdin ne?
Dedi: Hayata, yaşadığım şehre, ülkeme, insanlığa borcum var!
Bu sözleri deftere not düşerken aklıma Cevat Şakir Kabaağaçlı veya bilinen adıyla ‘Halikarnas Balıkçısı’nın insan ve hayata dair sözleri düştü. Orada söylemedim, şuracığa yazayım:
“Doğum, hastalık, ölüm Allah'ın emri. Anladık! Fakat ne bileyim, özlediğin bir işte çalışmadan… İçine doğduğun şu dünyanın ötesini berisini hiç görmeden… Taş üstüne bir taş koymadan, bir ağaçcağız olsun dikmeden dünyadan gitmek Allah’ın emri değil.”
Dedim: Bir çayınızı içerim.
Dedi: Tabii, tabii.
**
Sonra… Erim anlattı, ben dinledim. Gerisi zaten ‘çorap söküğü’ gibi geldi. Laf lafı açtı, laf kalemi yuttu, işbirlikçisi kâğıt çanak tuttu. Bana da tarihe not düşmek kaldı.
Müzeyi değişik tarihlerde görev yapan Kültür Bakanları ziyaret etmiş. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan açılışını yapmış, gezmiş, şeref defterini imzalamış. Herkes gelmiş.
Kimler gelmemiş?
Söylerken sözcükleri özenle seçti. Kimseyi kırmak, üzmek istemedi. Her ismin başına bir “sayın” sözcüğü ekledi. Gelmeyenleri ben ilan edeyim: Macit Özcan gelmemiş. Bir. Burhanettin Kocamaz gelmemiş. İki. Vahap Seçer gelmemiş. Üç. Bu üç arkadaş kim? Farklı tarihlerde görev yapan ve yapmakta olan Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı.
Yutkunduğunu görünce…
Dedim: Çay mı içsek?
Dedi: Tabii.
**
Müzede hat sanatı yaşatılıyor, kurs devam ediyor. Şehir Buluşmaları yapılıyor. Söyleyecek sözü olan gidip konuşuyor. Ben de bir fotoğraf sergisi açarım belki.
Müzeyi turlarken gördüm ki önerilere açık ve katkı bekliyor Erim Hoca.
O halde şurada bir parantez açıp Mersin’e duyurayım:
Müzenin bitişiğinde eski bir Mersin evi var. Çöktü, çökecek. Mersin Valimiz Ali Hamza Pehlivan konuya el atsa, orası satın alınsa, ayağa kaldırılsa, Mersin’e kazandırılsa.
Mesela Atıf Yılmaz Müzesi yapılsa… Türk Sinemasının, Yeşilçam’ın bir dönemi Mersin’de yaşasa, yaşatılsa!
Mersin’deki bütün müzelerde sanal gezinti imkânı olsa. Bilgi Bankası kurulsa, herkes bilgiye erişebilse.
Çok ileri gidiyorum. Biliyorum. Gelgelelim benimkisi umut işte… Umut da fakirin ekmeği!
Önerilerimin bir kısmını söyleşi anında anlattım Erim Hocaya. Bu esnada mevsim geçmiş, sene geçmiş, kış gelmiş.
Dedim: Hocam çay.
Dedi: Tab…
**
Mustafa Erim bana kitaplar armağan etti… Ben de ona Abdi İpekçi Dostluk ve Barış Ödülü’ne değer görülen, üç dilde Türkçe, Yunanca, İngilizce yayımlanan ikinci kitabımı imzalayıp armağan ettim. Müzede yerini aldı.
Ardından diğer müzeleri gezdik, sokakları dolaştık… Sosyal medyadan duyurmuştum: Bir ara, bir laf söyledi Hocamız, üzerine ben de bir laf ekledim; sonuçta Akdeniz için heyecan verici bir proje önerisi doğdu...
Sordu: Var mısın?
Dedim: Varım!
Hamdır. Olgunlaşsın, pişsin anlatırım.
**
Türkiye’de 200’e yakın özel müze var. Aklıma en önce Koç Müzesi geliyor. Türkiye’nin Koç’u… Bizim Koç’umuz ise Mustafa Erim, Mersin’in Koç’u. Diyarbakırlı Mustafa.
Buluklu’daki Kuvayımilliye Karargâhı Müzesini herkes görmeli. Programa yetişir mi bilmiyorum ama mücadele yıllarında Mersin’in kalbinin attığı Karargâh binasında, müzede düşman işgalinden kurtuluş günümüz 3 Ocak tarihinde bir etkinlik düzenlense…
Askeri bandomuz var mesela, bir konser verse güzel olmaz mı? Sayın Valimize bir de Toroslar Belediye Başkanımızın ilgisine sunarım.
Uzatmayayım… Bu müzeyi gezerken Toroslar Belediye Başkanı Atsız Afşın Yılmaz’ın da kulağını çınlattık. “Tanışıyor musunuz?” dedi, “fotoğraflarından tanışız” dedim.
Dedi: Bir gün çayını içmeye gidelim.
Dedim: Çay. Hayhay!
Bir gün de adaşı Mustafa Gültak’a gideceğiz. Akdeniz Belediyesi’ne. Yine çay içmeye.
Dedim: Çay.
Dedi: Evet.
Dedim: Hayhay!
Diyarbakırlı Mustafa Erim ile tekrar buluşacağız…
Bu kez Siverekliler Kıraathanesinde… Civardaki Kızılay fırınından peksimet alıp çaya banacağız. Neyse, mevzuyu açık etmeyeyim…
**
Bitirirken…
Mersin’in en yetkin tarih araştırmacısı Gündüz Artan’dı. Işıklar içinde olsun. Sözlü tarih, tarih değildir; “çoğunlukla” rivayet, dedikodu, masal…
Gündüz Artan Hocam her yazdığını belgeye dayandırdı. Bu dünyadan göç ederken ardında Mersin tarihine ışık tutan on bir kitap bıraktı. Tireliydi. İzmirli. Öğretmendi.
Mustafa Erim ise Mersin’e çok özel bir müze armağan etti.
Hani demiş ya Ahmed Arif, Türk edebiyatının usta şairi…
“Hasretinden Prangalar Eskittim”in yazarı: Üsküdar’dan bu yan lo kimin yurdu?
Mustafa Erim, Diyarbakırlı. Efsaneleri ve mutfak kültürüyle ünlü; sıcakkanlı insanları ve türküleriyle kalplerimizde yer edinen Diyarbakır…
Ve o da öğretmen.
Ne varsa bu öğretmenlerde var!
**
Şimdi geleyim lafın kuyruğunu bağlamaya… Metin boyunca kapıdan kovsam bacadan giren “çay” mevzuuna.
Efendim… Beni geçenlerde Mersin Kent Konseyi toplantısına davet ettiler. Gittim, anlattım, dinledim, not tuttum. Üç buçuk saat… Bir bardak çay ikram etmediler.
Akdeniz Kent Konseyi Başkanı Erim ile gezdim, dolaştım, sordum, dinledim o da çay ikram etmedi. Dört saat…
Artık akıllandım. Musa Eroğlu ile dile gelen, Abdurrahim Karakoç’un Mihriban’a seslenişini kulağıma küpe yaptım: “Eski töre bozulmuyor.”
Bu kent konseycilerde, Mersin ve Akdeniz Kent Konseyindeki arkadaşlarda töre galiba: Çay ikramı yok!
Yenişehir, Mezitli, Toroslar Kent Konseyi’ndeki arkadaşlar sözüm sizedir: Evde yokum. Zil bozuk. Telefonum çekmiyor!