GÜZ DÜŞÜNCELERİ
Eylül ve Ekim ayı yani güz mevsimini edebiyatçılar, şairler; hüzün mevsimi, ayrılık mevsimi olarak dile getirmişler.
Dallar yaprakları tutamaz, tireyemez olur. Yapraklar toprağa doğru hevesle kıvrıla kıvrıla gider. Bir dahaki bahara geri dönmek üzere… Dal bu ayrılığa mutlu olmuşçasına, yükünü atmışçasına doğrulur. Belki de bir oh çeker…
Göksu ara ara renk değiştirir; yılanların kabuk değiştirmesi gibi. Cılız güz yağmurları Göksu’nun yükünü arttırmasa da “terletir”. Söğütler ve kargılarda aheste aheste bu renk değişikliğine uymaya başlar. Kim bilir belki Göksu da yaşayan sazanlar da bir ayrılık telaşındalardır…
Yaşlı bedenler emanetleri bu mevsimde teslim etmeyi daha mı çok severler bilmem…
Günaşırı bir sela yükselir minareden… Mahallemiz sakinlerinden…
Sıralı değil elbette ölüm. Caniler bu mevsimde kıymaya devam eder günahsız bedenlere…
Candan ayrılıklara güz hüznü çöker. Acı düştüğü yeri yakar. Yanan yerlere de gözyaşı dökerler…
Kalanlarda güz telaşı var. Okullar oldum olası bu mevsimde açılır. Üniversitelerde…
Okumaya gidilir gurbete. Taze bedenlerin yüreği kıpır kıpırdır. Bazen biraz hüzünlü… “ve ayrılık anadan, babadan, arkadaştan”… Yeni bir dünya, yeni bir ufuk yeni yeni arkadaşlıklar.
Kışlık yiyecekler hazırlar neneler, dedeler. Kah yaylanın son deminde kah seyilin ala sıcağında. Ara sıra torunlar düşer akla. Daha bir heveslenirler. Yeni bahar beklentileri hüznü galebe çalar.
Fıstıklar şiflenmeye başlar. Irgatlar katar katar limon kesmeye gider. “Kullar olam seni doğuran anaya” diyen yavuklu, göz kırpar zeytin toplarken. Bazen emekli bazen de al yanaklı kızlar toplar narları.
Güz berekettir aslında. Hüznü şairler yakıştırmışlardır belki de. Şehirlerde yaşayan şairler. Kavak dallarından düşen yaprakları gördükçe “uçurmuşlardı” belki de!