TÜRK KOOPERATİFÇİLİK HAREKETİNİN ÖNCÜLERİNDEN ARSLAN EYCE
Mersin’in Silifke ilçesinin, Türk kooperatifçilik hareketindeki yeri ve önemi büyüktür. Zira, ilk Tarım Kredi Kooperatifi burada kurulmuş ve giderek, vatan sathına yayılarak, bugünkü durumuna yükselmiştir. Bilindiği gibi Büyük Atatürk, Silifke’de Tekir Çiftliğini satın almış, yöre halkının da katılımıyla, bu çiftlik bünyesinde, kooperatifi kurarken, kendisi de kooperatifin 1 numaralı ortağı olmuştur.
Türk Kooperatifçilik Kurumu olarak, Tekir Çiftliği Tarım Kredi Kooperatifi’nin anısına, uzun yıllar, burada “Kooperatifçilik Haftaları” düzenledik. Bununla da yetinmedik; Kurum olarak yaptığımız girişimler sonunda, anılan kooperatifin adı “Atatürk Tekir Çiftliği Tarım Kredi Kooperatifi” oldu. Silifke kent merkezindeki kooperatifin yönetim merkezinin giriş kapısına, tabela asılırkan, biz de oradaydık ve fotoğraf da çekerek, Karınca sayfalarında yayınlamıştık. Sonraları bilemediğimiz bir nedenle, Atatürk adı tabeladan çıkarıldı!..
Atatürk’ün direktifleriyle, Tarım Kredi Kooperatifi’nin kurulması, kooperatifçilik kavramının, Silifke’de hızla yayılmasını sağladı. Bir dizi kooperatifler arasında, ilçenin Taşucu beldesinde de bir balıkçılık kooperatifi kuruldu. Bu kooperatifin kurucusu ve başkanı Arslan Eyce idi.
Arslan Eyce’nin 1968 yılında kurmuş olduğu Taşucu Balıkçılık Kooperatifi’nin çağdaş anlamda yönetilip, hızla gelişmesi, tez zamanda dikkatleri çekmişti. Bir yıl sonra, bir de Taşucu Festivali’nin düzenlenmesi, basının da kamuoyunun dikkatlerini Taşucu’na çekmesini sağlamıştı. Silifke-Taşucu ve yöredeki çeşitli kooperatiflerin kurulması, 1972 yılında, tüm kooperatiflerin, “İçel Kooperatifler Birliği” (İÇKOBİRLİK) adlı bir çatı örgütü içerisinde yer almasına yol açmış; Arslan Eyce de bu Birliğin Genel Başkanı olmuştu.
Kooperatifçilik basınında Arslan Eyce rüzgârı eserken, 1973 yılında, Türkiye’nin bütün kooperatiflerinin konfederasyonu demek olan KÖY-KOOP kurulmuş ve Eyce, bunun da Genel Başkanı olmuştu.
Taşucu Balıkçılık Kooperatifi Başkanı, İÇKOBİRLİK Başkanı ve KÖY-KOOP Genel Başkanı Arslan Eyce, 1973’de konfederasyon bazında yılın kooperatifçisi, birlik bazında yılın kooperatifçisi ve birim kooperatifi bazında yılın kooperatifçisi seçildi.
Ve Eyce, 1975 yılında Türk Kooperatifçilik Kurumu Yönetim Kurulu’na seçildi. Silifke’den tanıştığım dostum ve akranım olan Arslan Eyce ile, Yönetim Kurulu toplantılarında yan-yana oturuyorduk.
O yıllarda kooperatifçilik, kamuoyunda ilgi gören ve ne olduğu anlaşılan bir kavramdı. Bu nedenle Milliyet Gazetesi’nin yazı yarışmasının konusu kooperatifçilik olmuştu. Özer Ozankaya, “Bir Kooperatifin Öyküsü” ana başlığı ile katıldığı yarışmanın birincisi seçulmuş ve “Karacan Armağanı”nı kazanmıştı. Bu yazıda Ozankaya, Taşucu Kooperatifi ve Arslan Eyce’nin kooperatifçiliğini anlatmıştı.
Çevresinde ve yurt genelinde popüler bir insan haline gelen Eyce ile ilgili olarak, Türkiye içinde ve dışında kimi bilim kuruluşları tarafından araştırmalar yapılmış, kooperatifçilik yönü ile birlikte, toplumsal çalışmalarını ele alan tespitler, lisans ve yüksek lisans tezleri yapılmıştır.
1973 yılında, Bülent Ecevit’in teklifiyle milletvekili seçimine katılmış; Ecevit’in emriyle KÖY-KENT projesinin içinde yer almış ama seçilememişti. Eyce 1996 yılında bir kez daha siyaseti denemiş, yine başarılı olmayınca, köşesine çekilmiştir. Merhum Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı iken, topluma yaptığı hizmetlerden dolayı, Eyce’yi ödüllendirmiştir.
Arslan Eyce, 1992 yılında Taşucu Eğitim ve Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nı kurmuş; 1996 yılında da kendisine ait Amphora ve Tarihi Eser kolleksiyonunu vakfa bağışlayarak Amphora Müzesi’ni kurmuştur. 1997 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı, Müzeyi resmi müze statüsüne alarak “Arslan Eyce Amphora Müzesi” adıyla onaylamıştır. Benim de birkaç malzeme hediye ettiğim bu müze, artık emeklilik hayatını yaşadığı süreçte Eyce’nin dostlarıyla buluşup, nostalji yaptığı yer konumunda idi…
Taşucu Arslan Eyce Amphora (Amfora) Müzesi
Taşucu, Silifke’ye bağlı, Akdeniz kıyısındaki şirin bir beldedir. Arslan Eyce’nin kurduğu bu müzeyle ilgili bir kitabı, Ege Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Kaan Şenol, hazırlamış ve yayımlamıştır.
Eserin ve müzenin içeriğini ana başlıklar halinde vermeden önce, Doç. Dr.Şenol, şu başlığı yayımlıyor: “Arslan Eyce Amphora Müzesinde Bulunan Ticari Amphoralar ve Akdeniz’de Ticaretin İzleri”. Hemen anlaşılıyor ki, elimizdeki eser sadece, amforaları değil, Akdeniz’de tarih boyunca gerçekleştirilen ticaretin izlerini de gösteriyor… Örneğin, “Amforalarda taşınan ticari ürünler ve pazarlama teknikleri” ve “Ticari kontrol sestimleri” de öğrenilmektedir.
Müzede Suriye-Filistin bölgesi amforaları, Arkaik ve Helenistik dönem dönem Grek amforaları, Batı Akdeniz’de üretilen amforalar, Roma İmparatorluk dönemi amforaları, Lusitania amforaları, Klikya bölgesi amforaları, Ege amforaları, Doğu Akdeniz amforaları, Marmara ve Karadeniz amforaları, Tarsus amforaları, İtalya Amforaları ve Kuzey Afrika amforaları yer almaktadır.
Amfora nedir?
Amfora sözcüğü, mfi (karşılıklı-karşı karşıya) ve phoros (taşınabilir) sözcüğünün birleşmesinden oluşmuştur. Basit bir tanımlamayla, İki kulplu, dibi sivri, dar boyunlu, karnı geniş testidir. Ticari amforalar deniz aşırı ihracatları taşıyan minik birer konteynırlar oldukları için nakliyeleri de gemilerle yapılmıştır. Dolayısıyla amaç bir gemiye en az alanı kaplayarak en fazla amforayı (malı) doldurabilmektir. Sivri diplerse gemide istifleme avantajları sağlarlar, daha az yer tutarlar ve birbirlerini sıkıştırarak, birbirlerine çarpma ve kırılma riskini en aza indirirler ayrıca sivri dipler boşaltmada ikinci veya üçüncü bir tutamak görevi görürler.
Dünyanın en eski amforası olarak bilinen amfora M.Ö.-3000 yıllarına ait olan Troya amforasıdır. Bu amforalar Troya kazılarında çıkmıştır. Ve bugün bunları İstanbul Arkeoloji Müzesi Troya salonlarında görmek mümkündür.
Amforalarla şarap ve zeytinyağı başta olmak üzere bunların içerisine girebilen her şey taşınmıştır. Bunlar genellikle şunlardır: Pekmez, bal, sirke, zeytin, üzüm, incir, balık ve balık sosları, hububat, reçine, zift v.b.
Her amforanın bir biçimi vardır. Bu biçimler bize bir şeyler anlatır. Örneğin Onun tarihini, geldiği coğrafi bölgeyi, ait olduğu milleti ve içerisinde taşıdığı malın niteliğini... Çünkü amforaların formları, hacimleri, genellikle onu ihrac eden devletin veya tüccarın tescilli markasıdır. Ve bunun için bir amfora ustası amfora çarkının başına oturduğu zaman kafasına göre yeni bir form ve hacimde amfora üretemez. Ayrıca bunlar, günümüzün gümrük birliği veya AB Birliği gibi antikite de ekonomik uluslar arası anlaşmalar çevresinde belirlenmiştir.
Bir amforanın biçimi, o amforanın ait olduğu uygarlığı belirtir. Böylelikle amforanın tarihi ve yaşı da böylece belirlenebilir.
Türkler Anadolu'ya geldikleri zaman amforacılık son dönemlerini yaşamaktaydı. Ve sadece Ganos, Marmara adası ve daha birçok üretim merkezinde üretilmekteydi. Çünkü bu dönemlerde fıçı üretimi amforaların yerini almıştı. Bildiğiniz gibi amfora ihtiyacı, üreten ve ürettiğini deniz aşırı ülkelere satan denizci milletlere has bir özellikti ki Milletimiz maalesef deniz ticaretine gereken önemi vermemiştir. Buna rağmen Ülkemiz, amfora bakımından Dünyanın en zengin ülkesidir. Çünkü Anadolu yarımadası uygarlığın ilk doğurgan anası olması yanı sıra iki kıta arasında doğal bir köprü görevi gördüğünden birçok millete yurt olmuştur. Dolayısıyla Anadolu'da üretilen ve dışarıda üretilip Anadolu'ya getirilen amforalar bu kıyılarda ve bu sularda batan gemilerden bize herhangi bir şekilde ulaşmışlardır.
Amforaların üzerlerindeki işaretler, o amforanın ait olduğu milleti üretici veya tüccarın adını veya logosunu belirler. Bu mühürler aynı zamanda dönemin gümrük kapılarındaki vergilendirme işlemleri içinde yasal kolaylıklar sağlıyordu. (M.Aydemir, Deniz Magazin Der. 10/2000,S.42)
Arslan Eyce, kurduğu Müzeye verdiği arkeolojik ve etnografik malzemeleri pazarlamak isteseydi; herhalde çok büyük paralar elde edeceği muhakkaktı. Zira Milletimize bağışladığı bu malzemelere paha biçebilmek de mümkün değildir.
Son görüşmemiz:
2019 yılında kaybettiğimiz 1936 doğumlu Arslan Eyce ile vefatından kısa bir süre önce Taşucu’nda görüşmüş, uzun uzadıya sohbet edip, hasret gidermiş ve o arada, Türkiye’nin en güzel balığını bir kez daha yiyebilme olanağını bulmuştum. Bu vesileyle merhum dostuma, bir kez daha Allah’tan Rahmet diliyorum.
Arslan Eyce ile Taşucunda balık yerken. Bu buluşmamızdan bir yıl sonra maalesef bu değerli dostumuzu uçmağa yollamıştık.