İrfan Ünver NASRATTINOĞLU
Köşe Yazarı
İrfan Ünver NASRATTINOĞLU
 

KIRIM FACİASINI DÜNYAYA ANLATAN CENGİZ DAĞCI

BAŞKENT’TEN SELAM   KIRIM FACİASINI DÜNYAYA ANLATAN CENGİZ DAĞCI   Kırım Türk Edebiyatının usta ve ünlü ismi Cengiz Dağcı, Yalta vilayetinin Gurzuf köyünde sekiz çocuklu bir ailenin dördüncü çocuğu olarak 9 Mart 1919 tarihinde dünyaya geldi. Babası Emir Hüseyin Bey, annesi Fatma Hanım’dır. Ailesi 1923 yılında Gurzuf’tan Kızıltaş’a taşındı. Dağcı 10 yaşındayken, 1929 yılının sonuna doğru Stalin’in Kırım Türklerini ata topraklarından sürmesine tanık oldu. Yurtlarından sebepsizce sürülen vatandaşlarının acılarına tanık olmak Cengiz Dağcı’nın ruhunda derin izler bıraktı. 1930 yılında başlayan kolhozlaştırma neticesinde şahısların mülkiyet hakları ellerinden alındı. Cengiz Dağcı’nın babası kendi üzüm bağlarındaki asmaların yapraklarını ağlayarak öptüğü için tutuklandı. Üç ay hapis yatan baba serbest bırakılınca aile Akmescit’e taşındı. Akmescit’te tahsiline devam eden Cengiz Dağcı, 1933-1934 yılları arasındaki kıtlığı bütün dehşetiyle yaşadı. Edebiyat öğretmeni Akimova’nın yönlendirmesi ile 1936 yılında Gençlik Mecmuası’nda “Kış” ve “Kart-anay ve Eçkisi” isimli şiirleri yayımlandı. Bu şiirleri “Söyleyin Duvarlar” ve “Sevdiğim Yalta” takip etti. 1937’de Akmescit Pedagoji Enstitüsü Tarih Fakültesi’ne giren Cengiz Dağcı bir yandan Kırım tarihini anlatan kitaplar okurken diğer yandan amcası sayesinde Ömer Seyfettin’in hikâyelerini okuyup etkilendi. Cengiz Dağcı II. Dünya Savaşı dolayısıyla yaşıtları gibi askere çağrıldı. 1940 yılı Aralık ayında Rus ordusuna katılan Cengiz Dağcı, Ağustos 1941’de Almanlara esir düştü. Binlerce kader arkadaşıyla birlikte önce Ukrayna’da Kirovograd, iki ay sonra da Uman esir kampına sevk edilir. “Susuzluk, açlık, yorgunluk, soğuk ve Alman askerlerinin kurşunları pek çok esiri bu yolculuk sırasında ölüme götürür”. Esir kampında da açlık, aşırı soğuk, barınacak yer bulma, bit salgını, hastalık ve ölümle mücadele eder. Nisan 1942’de kendisini Nazilerin Müslüman esirlerden cephede yararlanmak amacıyla teşkil ettikleri Türkistan Lejyonu’nda bulur. Bu lejyondaki diğer Türk asıllı esirler gibi Cengiz Dağcı da Türkistan'ın bağımsızlığı için savaştığını zanneder. Eylül 1942'de izin alarak Kırım’a ailesini ziyarete gider. Bir hafta süren bu ziyaret sırasında ailesini de vatanını da son kez görmüş olur. Türkistan lejyonuna geri dönen Cengiz Dağcı’nın birliği 1943 sonlarında Fransa’nın güneybatısına sevk edilir. Albi kasabasına vardıklarında Kırım’a dönmek istediğini beyan eder ve isteği kabul edilir. Albi’den Varşova’ya gelen Cengiz Dağcı, Kırım yolu kapalı olduğu için Varşova’da beklemek zorunda kalır. 1944’te Varşova’da hayat arkadaşı Regina ile tanışır. Savaşın Almanya’nın aleyhine değişmesi ve Rusların Polonya’ya doğru ilerlemesi Varşova’yı Cengiz Dağcı için tehlikeli hâle getirir. Regina’nın yönlendirmesiyle Çestahova’ya giden Cengiz Dağcı bir süre burada saklanır. Varşova’ya döndüğünde Regina’nın Radom’a gittiğini öğrenir. Frankfurt-Oder’e hareket ederek Tatar Millî Komitesi ile irtibat kurar. Ancak “henüz komünist fikirlerin etkisinde” olan Dağcı onlarla anlaşamaz ve Berlin’e gider.  Yaş Türkistan Gazetesi’nde çalışmaya başlar. Almanların Varşova’yı yerle bir ederek bastırdığı Varşova ayaklanması sırasında esir düşen ve çalıştırmak üzere Berlin’e getirilen Regina, Cengiz Dağcı’yı bulur. Berlin’in bombalanması üzerine Cengiz Dağcı ve Regina, Şubat 1945’te Viyana’ya giderler. Viyana’dan trenle İnsburg’a gitmeye çabalarken Amerikan uçaklarının saldırısına uğrarlar; Regina kolundan yaralanır. İsviçre’ye geçmek isterlerse de “Amerikalı askerler onları diğer mültecilerle birlikte” “Avusturya’daki Landeck mülteci kampına götürürler”. Cengiz ve Regina 18 Haziran 1945’te bu kampta evlenirler; kızları Arzu Ursula doğar. Dağcı ailesi önce İtalya’daki Barlette Kampı’na sonra da İngiltere’ye hareket ederler. 1947 itibarıyla Londra’ya yerleşen Cengiz Dağcı lokantacılık yaparak hayatını kazanır. 1998 başında Regina, 22 Eylül 2011 tarihinde Cengiz Dağcı vefat ettiler… *** Cengiz Dağcı hem Türk edebiyatının, hem Kırım edebiyatının, hem de çağdaş Türk dünyası edebiyatlarının önemli bir temsilcisidir. Rus yazarlarını okuyarak edebiyatı seven Cengiz Dağcı’yı Türk edebiyatına bağlayan sadece aslen Türk olması değil, eserlerini günlük hayatında kullanmadığı bir dil olan Türkiye Türkçesi ile yazması ve Londra’da ikamet ettiği hâlde Türkiye’de bastırmasıdır. Yazı hayatına şiirle başlayan Cengiz Dağcı, özellikle II. Dünya Savaşı öncesinde ve II. Dünya Savaşı sırasında kendi yaşadıklarından ve tanık olduğu olaylardan hareketle yazdığı romanları ve hatıra kitapları ile adını duyurmuştur. Cengiz Dağcı; Korkunç Yıllar, Onlar da İnsandı, Anneme Mektuplar, İhtiyar Savaşçı gibi eserlerinde komünist Rusya’nın hâkimiyetine girmeden önceki huzurlu ve mutlu Kırım’dan söz eder. Kızıltaş’taki evlerinin karşısındaki Ayı Dağı, Soğuksu bağları, deniz ve Adalar ile çocukluğunun ve gençliğinin geçtiği Gelinkaya, Memiş’in bayırı, Gurzuf, Çukurca ve Yalta Cengiz Dağcı’nın bu eserlerindeki imaj ve duygu dünyasının en önemli kısımlarını oluşturur. Çocukluğunun ve gençliğinin Kırım'ını şehirleri-kasabaları-köyleri-sokaklarıyla, mimarisiyle, dağıyla, ovasıyla, bağı-bahçesi-ağacı-çiçeğiyle, denizi-plajlarıyla, tarım ve hayvancılığıyla, gelenek ve görenekleri, türküleri, atasözleri, efsaneleri, destanlarıyla, konuşulan Türkçesiyle, üzerinde yaşayan insanlarıyla, İsmail Bey Gaspıralı ve Bekir Sıtkı Çobanzade gibi millî davayı savunan aydınlarıyla, belleğinde depoladığı her öğesiyle anlatarak coğrafi uzaklığı ortadan kaldırdığı gibi Rus işgali altında yok edilmek istenen Türk Kırım’ı da kayıt altına almış olur. Kırım’daki huzurlu tabloyu 1930’lu yıllarda kolhoz sisteminin getirilmesi ve Stalin’in Müslüman Türklere yaptığı zulüm alt üst eder. Sürgünler, işsizlik, açlık, aileleri dağıtma, şahsi mallara devlet adına el koyma, kolhozlaştırma, Kril alfabesini kullanma mecburiyeti getirerek dil birliğini ortadan kaldırma, dinî vecibelerin yerine getirilmesini ve geleneklerin uygulanmasını yasaklama suretiyle Rusların Kırım Türklerine uyguladıkları Ruslaştırma politikası ve soykırım, Korkunç Yıllar, Onlar da İnsandı ve O Topraklar Bizimdi adlı romanlarda işlenir. Onlar da İnsandı, Kızıltaş’ta yaşayan küçük bir aileyi, Bekir, karısı Esma ve kızları Ayşe’yi odak noktası seçerek Kırım Türkünün trajedisini, uğradığı soykırımı ve bir milletin parçalanmasını yansıtan son derece çarpıcı bir romandır. Cengiz Dağcı, Müslüman-Türk kimliğini ortadan kaldırmak adına Rusların yaptıkları zulümlerin karşısına Kırım Türkünün ata toprağına bağlılığını çıkarır. Korkunç Yıllar’da bu bağlılığı şu cümlelerle ifade eder: “Biz bunlara bakıp korkmamalıyız. Düşmanlarımız korksun. Hem de nasıl korkuyorlar. Korkularından bize bu zulümleri yapıyorlar. Bahçesaray’dan Kaşgar’a varana kadar binlerce minarelerimiz göklere uzanıyor. Bize Tatar diyorlar, Çerkes diyorlar, Türkmen diyorlar, Kazak diyorlar, Özbek diyorlar, Azer diyorlar, Karakalpak, Çeçen, Uygur, Kabardı, Başkırt, Kırgız diyorlar. Bunlar hep yalan! Deniz parçalanmaz. Biz Türk-Tatarız.” Toplumları millet seviyesine yükselten değerlere dikkat çeken Cengiz Dağcı’nın Korkunç Yıllar ve Yurdunu Kaybeden Adam adlı romanlarının başkahramanının adının Sadık Turan olması son derece anlamlıdır. Dil, din ve gönül birliği olan tüm Türklerin birleşmesinin önemine işaret ettiği bu romanlarının başkahramanı Türk birliği, Turan düşüncesine sadıktır. Cengiz Dağcı, O Topraklar Bizimdi’de de başkahraman Selim’in yaşadıklarıyla Rusya sınırları içindeki Türklerin millî kimliklerine dikkat çeker. içinde yaşayan bütün Türklerin millî kimliklerini ön plana çıkarır ve yabancı bir millete hizmetin yanlışlığına, Türklerin kendi milletlerinin geleceği adına birlik içinde hareket etmelerinin önemine vurgu yapar. Dağcı’nın başta Kırım, Ukrayna ve Polonya olmak üzere II. Dünya Savaşı yıllarındaki Doğu Avrupa’yı anlattığı romanları tamamen otobiyografik özellikler gösterir. Korkunç Yıllar, Yurdunu Kaybeden Adam, O Topraklar Bizimdi, Biz Beraber Geçtik Bu Yolu, Dönüş, Yoldaşlar, Ölüm ve Korku Günleri gibi romanları savaşın dehşetini yansıtırlar. Cengiz Dağcı, anavatanlarından cepheye, cepheden esir kamplarına, esir kamplarından Türkistan’ın bağımsızlığı hayaliyle Alman saflarına sürüklenen Türklerin dramlarını anlatır. Cephedeki ateş çemberi içinde yaşanılanları, insanların yaşam alanlarının, kasaba ve şehirlerin cephe hâline gelmesini, düşmanın acımasızlığını, esirlerin maruz kaldığı işkence ve insanlık dışı muameleleri, savaşın oradan oraya savurduğu hayatları edebî eserin entrik kurgusu içinde okurlarına duyurur. Okuyucuyu savaşın bin bir yüzü ile tanıştırır. Cesaret, vefa, sadakat, aşk, güven, ihanet gibi normal şartlar altında pek çok çatışmaya sebep olan insani duygular savaşla birleşince daha da derinleşirler. Tematik güçlerle karşı güçlerin çatışması üzerine başarıyla inşa edilen bu romanlar vatansız kalmanın acısını, toprağa bağlılığın vatan ile bağlantısını, millet olmanın anlamını, millî aidiyetin önemini somutlaştırmaları bakımından son derece çarpıcıdırlar. Korkunç Yıllar’ın hemen başında “Elhamdülillah Türküm, Müslümanım ve bu notlarımda yazdığımın hepsinin de hakikat olduğuna yemin ederim” diyen Cengiz Dağcı yaşanmış olanla kurguyu iç içe geçirerek anılarını yeniden inşa ederken hem yakın tarihi edebî esere taşır hem de II. Dünya Savaşı’nı tarih kitaplarında rastlanamayacak boyutuyla, bireylerin yaşadıklarıyla aktarır. Rusların ve Almanların yaptıkları zulmü ifşa ederek gaddarlık ve acımasızlıkta nasıl birbirleriyle rekabet ettiklerini gösterir. Kırım Başkenti Akmescit’te cami ziyaretimiz II. Dünya Savaşı sonrasında Londra’ya yerleşen Dağcı İngiltere’yi mekân olarak kullandığı eserler de vermiştir. “Bir İngiliz Öyküsü” genel başlığını taşıyan ve uzunluğu dolayısıyla roman türüne de örnek verilebilecek “Bay Markus Burton’un Köpeği, Bay John Marple’ın Son Yolculuğu”, “Oy, Markus, Oy” adlı hikâyelerinde evlilik, aile, ölüm gibi değerler üzerinde durur. Cengiz Dağcı’yı büyük bir yazar yapan Kırım Türkünün ebedî sesi olurken trajik ve dramatik öğelerin çevrelediği insanı yakalamadaki ustalığı ve insanı insan yapan özellikleri fark ettirmesidir. Cengiz Dağcı; “Türkçe bana anamın konuştuğu dil” diyerek yazı dili olarak Türkçeyi kabul eder. Türkiye Türkçesindeki ilk kitabı 1956 yılında Varlık Yayınları tarafından yayınlanan Korkunç Yıllar’dır. Yaşar Nabi ile mektuplaşarak tanışan Dağcı, eserlerini de posta yolu ile gönderir. Soğuk savaş şartlarının siyasi etkilerinin hissedilmesi, Sovyetler Birliği’nin sol entelijansiya ile kurduğu ilişkiler ve fikir hayatımızdaki çatlamalar yazarı yalnızlaştırmak üzereyken, Ötüken Yayınevi ile tanışır. Ötüken Yayınevi yirmiden fazla kitabı Türk okuyucusuyla buluşturur. Benim de İLESAM Yönetim Kurulu üyesi olduğum dönemde Cengiz Dağcı’ya “Yılın Yazarı Ödülü” verdik. Sonra Yazarlar Birliği, Türk Ocakları, Marmara Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü de Dağcı’yı ödüllendirdiler. Cengiz Dağcı, 22 Eylül 2011 tarihinde Londra’nın Soutfields bölgesindeki evinde vefat etti.  Dağcı’nın na’şı zamanın Dışişleri Bakanı olan Ahmet Davutoğlu’nun Ukrayna Devleti nezdinde yaptığı görüşmeler neticesinde 70 yıldır ayrı kaldığı Kırım topraklarına defnedildi. *** Ben 5 kez Kırım topraklarında bulundum ve hemen hemen her yerini gezerek gördüm. Bu seyahatlerimden birisinde “Kızıltaş”a da uğrayıp, Cengiz Dağcı’nın doğduğu evi ziyaret ettim. Bana eşlik eden arkadaşlarımla birlikte yaptığım ziyarette Cengiz’in kardeşleriyle tanıştık. Tevhide, Ayşe ve Ayşe’nin kızı Mahire, en küçük kardeş Halit’in kızı Elnura ve Timur Dağcı… Dağcı ailesi Emir Hüseyin ve Fatma hanımın evliliği ile oluşmuş. Hüseyin’in 4 oğlu, 4 de kızı dünyaya gelmiş. Doğum sırasıyla oğullar Mithat, Cengiz, Timur ve Halit…kızlar Zeynep, Hatice, Tevhide ve Ayşe… Hüseyin’in bacısı  Fadime hanım, İstanbul’a gelin gitmiş. Kızıltaş köyü bakımsızdı ve Dağcı ailesinin evleri ise perişan halde idi!...Köyün mezarlığı da yok edilmişti. Anlaşılan Ruslar, Türk Tatar varlığını tamamen kaldırmaya niyetlenmişlerdi, ama zaman içerisine bunu gerçekleştiremediler. Dağcı’nın doğduğu evde 4 Rus aile oturuyorlardı. Bu evin onlardan alınıp, müze haline getirilmesi için, öncelikle evin satın alınması için 20 bin dolar gerekiyordu. Sonra da restore için gerekli finans!...Sözde Kırım’da demokrasi vardı! Ama zorla zaptedilen meskenler ve işgal sürüyordu! Derken, Ukrayna Cumhuriyeti sınırları olan Kırım, Kurum Parlamentosu kararıyla, Rusya Federasyonu’na katıldı. Ukrayna, Rusya, Romanya, Türkiye ve başka yerlerde yaşayan Kırım Tatarları, aralarında bir birlik oluşturarak, inşallah Cengiz Dağcı’nın şanına layık düzenlemeler yaparlar.  
Ekleme Tarihi: 08 Ekim 2024 - Salı

KIRIM FACİASINI DÜNYAYA ANLATAN CENGİZ DAĞCI

BAŞKENT’TEN SELAM

 

KIRIM FACİASINI DÜNYAYA ANLATAN CENGİZ DAĞCI
 

Kırım Türk Edebiyatının usta ve ünlü ismi Cengiz Dağcı, Yalta vilayetinin Gurzuf köyünde sekiz çocuklu bir ailenin dördüncü çocuğu olarak 9 Mart 1919 tarihinde dünyaya geldi. Babası Emir Hüseyin Bey, annesi Fatma Hanım’dır. Ailesi 1923 yılında Gurzuf’tan Kızıltaş’a taşındı. Dağcı 10 yaşındayken, 1929 yılının sonuna doğru Stalin’in Kırım Türklerini ata topraklarından sürmesine tanık oldu. Yurtlarından sebepsizce sürülen vatandaşlarının acılarına tanık olmak Cengiz Dağcı’nın ruhunda derin izler bıraktı. 1930 yılında başlayan kolhozlaştırma neticesinde şahısların mülkiyet hakları ellerinden alındı. Cengiz Dağcı’nın babası kendi üzüm bağlarındaki asmaların yapraklarını ağlayarak öptüğü için tutuklandı. Üç ay hapis yatan baba serbest bırakılınca aile Akmescit’e taşındı. Akmescit’te tahsiline devam eden Cengiz Dağcı, 1933-1934 yılları arasındaki kıtlığı bütün dehşetiyle yaşadı.

Edebiyat öğretmeni Akimova’nın yönlendirmesi ile 1936 yılında Gençlik Mecmuası’nda “Kış” ve “Kart-anay ve Eçkisi” isimli şiirleri yayımlandı. Bu şiirleri “Söyleyin Duvarlar” ve “Sevdiğim Yalta” takip etti. 1937’de Akmescit Pedagoji Enstitüsü Tarih Fakültesi’ne giren Cengiz Dağcı bir yandan Kırım tarihini anlatan kitaplar okurken diğer yandan amcası sayesinde Ömer Seyfettin’in hikâyelerini okuyup etkilendi.

Cengiz Dağcı

II. Dünya Savaşı dolayısıyla yaşıtları gibi askere çağrıldı. 1940 yılı Aralık ayında Rus ordusuna katılan Cengiz Dağcı, Ağustos 1941’de Almanlara esir düştü. Binlerce kader arkadaşıyla birlikte önce Ukrayna’da Kirovograd, iki ay sonra da Uman esir kampına sevk edilir. “Susuzluk, açlık, yorgunluk, soğuk ve Alman askerlerinin kurşunları pek çok esiri bu yolculuk sırasında ölüme götürür”. Esir kampında da açlık, aşırı soğuk, barınacak yer bulma, bit salgını, hastalık ve ölümle mücadele eder.

Nisan 1942’de kendisini Nazilerin Müslüman esirlerden cephede yararlanmak amacıyla teşkil ettikleri Türkistan Lejyonu’nda bulur. Bu lejyondaki diğer Türk asıllı esirler gibi Cengiz Dağcı da Türkistan'ın bağımsızlığı için savaştığını zanneder. Eylül 1942'de izin alarak Kırım’a ailesini ziyarete gider. Bir hafta süren bu ziyaret sırasında ailesini de vatanını da son kez görmüş olur. Türkistan lejyonuna geri dönen Cengiz Dağcı’nın birliği 1943 sonlarında Fransa’nın güneybatısına sevk edilir. Albi kasabasına vardıklarında Kırım’a dönmek istediğini beyan eder ve isteği kabul edilir. Albi’den Varşova’ya gelen Cengiz Dağcı, Kırım yolu kapalı olduğu için Varşova’da beklemek zorunda kalır. 1944’te Varşova’da hayat arkadaşı Regina ile tanışır. Savaşın Almanya’nın aleyhine değişmesi ve Rusların Polonya’ya doğru ilerlemesi Varşova’yı Cengiz Dağcı için tehlikeli hâle getirir. Regina’nın yönlendirmesiyle Çestahova’ya giden Cengiz Dağcı bir süre burada saklanır. Varşova’ya döndüğünde Regina’nın Radom’a gittiğini öğrenir. Frankfurt-Oder’e hareket ederek Tatar Millî Komitesi ile irtibat kurar. Ancak “henüz komünist fikirlerin etkisinde” olan Dağcı onlarla anlaşamaz ve Berlin’e gider. 

Yaş Türkistan Gazetesi’nde çalışmaya başlar. Almanların Varşova’yı yerle bir ederek bastırdığı Varşova ayaklanması sırasında esir düşen ve çalıştırmak üzere Berlin’e getirilen Regina, Cengiz Dağcı’yı bulur. Berlin’in bombalanması üzerine Cengiz Dağcı ve Regina, Şubat 1945’te Viyana’ya giderler. Viyana’dan trenle İnsburg’a gitmeye çabalarken Amerikan uçaklarının saldırısına uğrarlar; Regina kolundan yaralanır. İsviçre’ye geçmek isterlerse de “Amerikalı askerler onları diğer mültecilerle birlikte” “Avusturya’daki Landeck mülteci kampına götürürler”.

Cengiz ve Regina 18 Haziran 1945’te bu kampta evlenirler; kızları Arzu Ursula doğar. Dağcı ailesi önce İtalya’daki Barlette Kampı’na sonra da İngiltere’ye hareket ederler. 1947 itibarıyla Londra’ya yerleşen Cengiz Dağcı lokantacılık yaparak hayatını kazanır.

1998 başında Regina, 22 Eylül 2011 tarihinde Cengiz Dağcı vefat ettiler…

***

Cengiz Dağcı hem Türk edebiyatının, hem Kırım edebiyatının, hem de çağdaş Türk dünyası edebiyatlarının önemli bir temsilcisidir. Rus yazarlarını okuyarak edebiyatı seven Cengiz Dağcı’yı Türk edebiyatına bağlayan sadece aslen Türk olması değil, eserlerini günlük hayatında kullanmadığı bir dil olan Türkiye Türkçesi ile yazması ve Londra’da ikamet ettiği hâlde Türkiye’de bastırmasıdır. Yazı hayatına şiirle başlayan Cengiz Dağcı, özellikle II. Dünya Savaşı öncesinde ve II. Dünya Savaşı sırasında kendi yaşadıklarından ve tanık olduğu olaylardan hareketle yazdığı romanları ve hatıra kitapları ile adını duyurmuştur.

Cengiz Dağcı; Korkunç YıllarOnlar da İnsandıAnneme Mektuplarİhtiyar Savaşçı gibi eserlerinde komünist Rusya’nın hâkimiyetine girmeden önceki huzurlu ve mutlu Kırım’dan söz eder. Kızıltaş’taki evlerinin karşısındaki Ayı Dağı, Soğuksu bağları, deniz ve Adalar ile çocukluğunun ve gençliğinin geçtiği Gelinkaya, Memiş’in bayırı, Gurzuf, Çukurca ve Yalta Cengiz Dağcı’nın bu eserlerindeki imaj ve duygu dünyasının en önemli kısımlarını oluşturur. Çocukluğunun ve gençliğinin Kırım'ını şehirleri-kasabaları-köyleri-sokaklarıyla, mimarisiyle, dağıyla, ovasıyla, bağı-bahçesi-ağacı-çiçeğiyle, denizi-plajlarıyla, tarım ve hayvancılığıyla, gelenek ve görenekleri, türküleri, atasözleri, efsaneleri, destanlarıyla, konuşulan Türkçesiyle, üzerinde yaşayan insanlarıyla, İsmail Bey Gaspıralı ve Bekir Sıtkı Çobanzade gibi millî davayı savunan aydınlarıyla, belleğinde depoladığı her öğesiyle anlatarak coğrafi uzaklığı ortadan kaldırdığı gibi Rus işgali altında yok edilmek istenen Türk Kırım’ı da kayıt altına almış olur.

Kırım’daki huzurlu tabloyu 1930’lu yıllarda kolhoz sisteminin getirilmesi ve Stalin’in Müslüman Türklere yaptığı zulüm alt üst eder. Sürgünler, işsizlik, açlık, aileleri dağıtma, şahsi mallara devlet adına el koyma, kolhozlaştırma, Kril alfabesini kullanma mecburiyeti getirerek dil birliğini ortadan kaldırma, dinî vecibelerin yerine getirilmesini ve geleneklerin uygulanmasını yasaklama suretiyle Rusların Kırım Türklerine uyguladıkları Ruslaştırma politikası ve soykırım, Korkunç YıllarOnlar da İnsandı ve O Topraklar Bizimdi adlı romanlarda işlenir. Onlar da İnsandı, Kızıltaş’ta yaşayan küçük bir aileyi, Bekir, karısı Esma ve kızları Ayşe’yi odak noktası seçerek Kırım Türkünün trajedisini, uğradığı soykırımı ve bir milletin parçalanmasını yansıtan son derece çarpıcı bir romandır.

Cengiz Dağcı, Müslüman-Türk kimliğini ortadan kaldırmak adına Rusların yaptıkları zulümlerin karşısına Kırım Türkünün ata toprağına bağlılığını çıkarır. Korkunç Yıllar’da bu bağlılığı şu cümlelerle ifade eder: “Biz bunlara bakıp korkmamalıyız. Düşmanlarımız korksun. Hem de nasıl korkuyorlar. Korkularından bize bu zulümleri yapıyorlar. Bahçesaray’dan Kaşgar’a varana kadar binlerce minarelerimiz göklere uzanıyor. Bize Tatar diyorlar, Çerkes diyorlar, Türkmen diyorlar, Kazak diyorlar, Özbek diyorlar, Azer diyorlar, Karakalpak, Çeçen, Uygur, Kabardı, Başkırt, Kırgız diyorlar. Bunlar hep yalan! Deniz parçalanmaz. Biz Türk-Tatarız.”

Toplumları millet seviyesine yükselten değerlere dikkat çeken Cengiz Dağcı’nın Korkunç Yıllar ve Yurdunu Kaybeden Adam adlı romanlarının başkahramanının adının Sadık Turan olması son derece anlamlıdır. Dil, din ve gönül birliği olan tüm Türklerin birleşmesinin önemine işaret ettiği bu romanlarının başkahramanı Türk birliği, Turan düşüncesine sadıktır. Cengiz Dağcı, O Topraklar Bizimdi’de de başkahraman Selim’in yaşadıklarıyla Rusya sınırları içindeki Türklerin millî kimliklerine dikkat çeker. içinde yaşayan bütün Türklerin millî kimliklerini ön plana çıkarır ve yabancı bir millete hizmetin yanlışlığına, Türklerin kendi milletlerinin geleceği adına birlik içinde hareket etmelerinin önemine vurgu yapar.

Dağcı’nın başta Kırım, Ukrayna ve Polonya olmak üzere II. Dünya Savaşı yıllarındaki Doğu Avrupa’yı anlattığı romanları tamamen otobiyografik özellikler gösterir. Korkunç YıllarYurdunu Kaybeden AdamO Topraklar BizimdiBiz Beraber Geçtik Bu YoluDönüşYoldaşlarÖlüm ve Korku Günleri gibi romanları savaşın dehşetini yansıtırlar. Cengiz Dağcı, anavatanlarından cepheye, cepheden esir kamplarına, esir kamplarından Türkistan’ın bağımsızlığı hayaliyle Alman saflarına sürüklenen Türklerin dramlarını anlatır. Cephedeki ateş çemberi içinde yaşanılanları, insanların yaşam alanlarının, kasaba ve şehirlerin cephe hâline gelmesini, düşmanın acımasızlığını, esirlerin maruz kaldığı işkence ve insanlık dışı muameleleri, savaşın oradan oraya savurduğu hayatları edebî eserin entrik kurgusu içinde okurlarına duyurur. Okuyucuyu savaşın bin bir yüzü ile tanıştırır. Cesaret, vefa, sadakat, aşk, güven, ihanet gibi normal şartlar altında pek çok çatışmaya sebep olan insani duygular savaşla birleşince daha da derinleşirler. Tematik güçlerle karşı güçlerin çatışması üzerine başarıyla inşa edilen bu romanlar vatansız kalmanın acısını, toprağa bağlılığın vatan ile bağlantısını, millet olmanın anlamını, millî aidiyetin önemini somutlaştırmaları bakımından son derece çarpıcıdırlar. Korkunç Yıllar’ın hemen başında “Elhamdülillah Türküm, Müslümanım ve bu notlarımda yazdığımın hepsinin de hakikat olduğuna yemin ederim” diyen Cengiz Dağcı yaşanmış olanla kurguyu iç içe geçirerek anılarını yeniden inşa ederken hem yakın tarihi edebî esere taşır hem de II. Dünya Savaşı’nı tarih kitaplarında rastlanamayacak boyutuyla, bireylerin yaşadıklarıyla aktarır. Rusların ve Almanların yaptıkları zulmü ifşa ederek gaddarlık ve acımasızlıkta nasıl birbirleriyle rekabet ettiklerini gösterir.

Kırım Başkenti Akmescit’te cami ziyaretimiz

II. Dünya Savaşı sonrasında Londra’ya yerleşen Dağcı İngiltere’yi mekân olarak kullandığı eserler de vermiştir. “Bir İngiliz Öyküsü” genel başlığını taşıyan ve uzunluğu dolayısıyla roman türüne de örnek verilebilecek “Bay Markus Burton’un Köpeği, Bay John Marple’ın Son Yolculuğu”, “Oy, Markus, Oy” adlı hikâyelerinde evlilik, aile, ölüm gibi değerler üzerinde durur.

Cengiz Dağcı’yı büyük bir yazar yapan Kırım Türkünün ebedî sesi olurken trajik ve dramatik öğelerin çevrelediği insanı yakalamadaki ustalığı ve insanı insan yapan özellikleri fark ettirmesidir.

Cengiz Dağcı; “Türkçe bana anamın konuştuğu dil” diyerek yazı dili olarak Türkçeyi kabul eder. Türkiye Türkçesindeki ilk kitabı 1956 yılında Varlık Yayınları tarafından yayınlanan Korkunç Yıllar’dır. Yaşar Nabi ile mektuplaşarak tanışan Dağcı, eserlerini de posta yolu ile gönderir. Soğuk savaş şartlarının siyasi etkilerinin hissedilmesi, Sovyetler Birliği’nin sol entelijansiya ile kurduğu ilişkiler ve fikir hayatımızdaki çatlamalar yazarı yalnızlaştırmak üzereyken, Ötüken Yayınevi ile tanışır. Ötüken Yayınevi yirmiden fazla kitabı Türk okuyucusuyla buluşturur.

Benim de İLESAM Yönetim Kurulu üyesi olduğum dönemde Cengiz Dağcı’ya “Yılın Yazarı Ödülü” verdik. Sonra Yazarlar Birliği, Türk Ocakları, Marmara Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü de Dağcı’yı ödüllendirdiler.

Cengiz Dağcı, 22 Eylül 2011 tarihinde Londra’nın Soutfields bölgesindeki evinde vefat etti.  Dağcı’nın na’şı zamanın Dışişleri Bakanı olan Ahmet Davutoğlu’nun Ukrayna Devleti nezdinde yaptığı görüşmeler neticesinde 70 yıldır ayrı kaldığı Kırım topraklarına defnedildi.

***

Ben 5 kez Kırım topraklarında bulundum ve hemen hemen her yerini gezerek gördüm. Bu seyahatlerimden birisinde “Kızıltaş”a da uğrayıp, Cengiz Dağcı’nın doğduğu evi ziyaret ettim. Bana eşlik eden arkadaşlarımla birlikte yaptığım ziyarette Cengiz’in kardeşleriyle tanıştık. Tevhide, Ayşe ve Ayşe’nin kızı Mahire, en küçük kardeş Halit’in kızı Elnura ve Timur Dağcı… Dağcı ailesi Emir Hüseyin ve Fatma hanımın evliliği ile oluşmuş. Hüseyin’in 4 oğlu, 4 de kızı dünyaya gelmiş. Doğum sırasıyla oğullar Mithat, Cengiz, Timur ve Halit…kızlar Zeynep, Hatice, Tevhide ve Ayşe… Hüseyin’in bacısı  Fadime hanım, İstanbul’a gelin gitmiş.

Kızıltaş köyü bakımsızdı ve Dağcı ailesinin evleri ise perişan halde idi!...Köyün mezarlığı da yok edilmişti. Anlaşılan Ruslar, Türk Tatar varlığını tamamen kaldırmaya niyetlenmişlerdi, ama zaman içerisine bunu gerçekleştiremediler.

Dağcı’nın doğduğu evde 4 Rus aile oturuyorlardı. Bu evin onlardan alınıp, müze haline getirilmesi için, öncelikle evin satın alınması için 20 bin dolar gerekiyordu. Sonra da restore için gerekli finans!...Sözde Kırım’da demokrasi vardı! Ama zorla zaptedilen meskenler ve işgal sürüyordu!

Derken, Ukrayna Cumhuriyeti sınırları olan Kırım, Kurum Parlamentosu kararıyla, Rusya Federasyonu’na katıldı. Ukrayna, Rusya, Romanya, Türkiye ve başka yerlerde yaşayan Kırım Tatarları, aralarında bir birlik oluşturarak, inşallah Cengiz Dağcı’nın şanına layık düzenlemeler yaparlar.

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve silifkesesimiz.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.

deneme bonusu veren siteler deneme bonusu deneme bonusu https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren bahis siteleri youtube mp3 blossomtips.com