YA KEREBİÇ!
Geçtiğimiz günlerde Silifke’deki kitap okuma grubumuzda “tatlı” bir dil sürçmesi yaşadım. Eski el yazması kitapları güvelerden koruduğuna inanılan melekten bahsederken “kitapların başına bu yüzden ‘Ya Kerebiç!’ yazılır” deme gafletinde bulundum. Hâlbuki doğrusu “Ya Kebikeç!” olmalıydı. Dostlar arasında epey gülüşmeler oldu. Oysa anne tarafıma “Helvacılar” dendiğini, soyadlarının da böyle olduğunu bilselerdi bizim tatlı zaafımızdan dolayı “Kerebiç” gafımı hoş görebilirlerdi. Öyle ki, bölgemizin en meşhur markası olan Tarsus merkezli Okyay Tahin Helvasından yola çıkarak yazdığım “Helva Güzellemesi”, firma tarafından bir koli çeşitli helva ile ödüllenmemi sağlamıştı.
Nitekim beşinci derece allzheimer hastası olan 83 yaşındaki annem çarşıya giderken bir isteği olup olmadığını sorduğumda aklına bir şey gelmiyor ama “helva ister misin?” dediğimde gözlerinin içi parlıyor ve “evet” anlamında başını sallayarak klasik teneke kutuyu hak ediyor.
Üzerine şiir yazdığım lezzetler
Sülalemizden “katran-şeker” benzetmesine uygun olarak genetik kodlarla bana geçen bu “tatlı” zaafın haricinde leziz yemek ve yiyecekler de şiir yazacak kadar ilgi alanımdadır. “Çiğ köfte” üzerine yazdığım ve sonra kaybettiğim ilk “taamsal” şiirimin ardından ikincisini de İstanbul’daki Tarihi Sultanahmet Köftecisi’nde yemek sonrası kaleme almıştım. Mekân sahibi tarafından çok beğenilerek oturduğum cam masanın altına yerleştirilen bu beyit;
Sultanahmet köftesi yanına nefis piyaz
Bu yemeğin üstüne çekilir her türlü naz
şeklindeydi.
Yıllar sonra Gümüşhane’ye yolum düştüğünde yediğim yöresel lezzet kömeden de bir beyitlik şiir çıkarmıştım;
Köme köme,
Yerim seni dişimi göme göme!
İşte böyle dostlar! Bu çok özel bilgilerimi öğrendikten sonra artık “Ya Kebikeç!” yerine “Ya Kerebiç!” dememi hoş görürsünüz umarım.