BAŞKENTTEN SELAM
EN ESKİ DİL TÜRKÇE’DİR
Merhum Ebulfez Elçibey tarih bilginiydi. Türk birliğinin yılmaz savunucusu olan bu büyük Türk de aynı kanıdaydı. Çivi yazıları uzmanı olan Türk bilgini Muazzez İlmiye Çığ ve dil bilginimiz Prof. Dr. Osman Nedim Tuna da yıllardır Sümeroloji üzerinde çalışıyorlar. Sümer tabletleri üzerindeki çalışmalardan sonra Prof. Tuna, Kültür eski Bakanı Namık Kemal Zeybek’e, bin’e yakın Türkçe söz tespit ettiğini bildirdi. Aradan geçen binlerce yıla rağmen Sümerce ile Türkçe arasındaki şu benzerliklere bir bakınız (Parantez içindeki kelimeler Sümercedir): Tanrı-Tengri (Dingir), ağır (agır), askı (asgu), de (ti), dök (tök), dur (tör), kapkacak (kapkagak), kaç (kaş), kuru (kur), ben(men), sağ (sag), öbür (ubur), us(uş), gibi (kimi)...
Tüm bu tespitlerden anlaşıldığına göre, günümüz dünyasında konuşulan diller içerisinde, yazıya geçmiş olan en eski dil Türkçe’dir... Bu dil bugün, çeşitli lehçe ve ağızlarıyla, yaklaşık 250 milyon insan tarafından konuşulmaktadır. Bu dil Avrupa’nın en yüksek dağları olan Alpler’den, Asya’nın Tanrı Dağlarına, nehirden çok denizi andıran Ceyhun ve Seyhun’a, İssık, Aral, Baykal Göllerine ve Sibirya’ya hayat veren Yenisey’e adlarını veren dildir... Tarihin akışı içinde Sakalar, Hunlar Türkçe konuşmuş ve bu dil ile dünya devletleri kurmuşlardır. Göktürk İmparatorluğu döneminde Bengü taşlara yazılan Türkçe’nin gücü, derinliği ve heybeti bütün açıklığı ile ortadadır.
Bizim kuşağın lise yıllarında okutulan tarih kitaplarındaki bir paragraf, konumuzla yakından ilgilidir:
“Türkler’in Aşağı Mezopotamya’ya inişlerinde ırmak boyları bataklık halinde idi. Kanallarla suların zararını gidermek, toprağın muntazaman sulanmasını temin etmek için bu muhacir kafilelerin, gösterdikleri kabiliyet ve maharet daha ilk geldikleri zamanda dahi medeni seviyelerinin yüksek olduğuna delil sayılmaktadır. Bunların bir taraftan Dicle ve Fırat, diğer taraftan Kerka ve Karin ırmakları boylarında ve ağızlarında kurdukları medeniyet gerek güzel sanatların ve gerek siyasi ve içtimai hayatın inkişafı noktalarından çok feyizli olmuştur. Bu medeniyet Sümer-Elam medeniyeti ünvanlarıyla anılır.”
Elamlar da Sümerler gibi Türkçe konuşuyorlardı. Onlar da Orta Asya’dan gelmişlerdi ve mevcut yazılı anıtlar onların da Türk olduklarını kanıtlıyordu.
Bu büyük medeniyet Mezopotamya’da Uru, Uruk, Nippur gibi büyük şehirler kurmuşlardı. Bu şehirler öylesine muhteşemdi ki, daha sonra kurulan Babil ve Ninova şehirlerini gölgede bırakıyorlardı.
Şemsettin Günaltay, Türk Tarih Kurumu tarafından yayımlanan “Türk Tarihinin İlk Devirlerinde Yakın Şark. I. Cilt. Elam ve Mezopotamya” adlı eserinde şöyle yazmaktadır:
“Demek ki eski zamanlarda cihanın dört bucağında ilk neolitik ve eneolitik medeniyet kurmuş ve yaşatmış olanlar, Türkler’in ataları, yani Orta Asya’nın Homo Alpinus denilen Brakisefal Aryalardır.”
Şimdi aklımıza şöyle bir soru gelmektedir: Acaba, Sümerler ve Elamlar, binlerce yıl evvel Orta Asya’dan çıkıp Avrasya coğrafyasına dağılmış olan, ön Türkler midir? Sanıyorum, tarih bilimi, bu gerçeklere bir gün ışık tutacaktır.
Sümeroloji ile ilgili çalışmalar yeni kazılar ve elde edilen tabletlerin okunup çözümlenmesiyle devam etmektedir. Bu arada zaman zaman makaleler ve kitaplar da yayımlanıyor. Prof. Dr. Mümin Köksoy’un yayımladığı, “Nuh Tufanı ve Sümerler’in Kökeni” adlı kitabın yankı yapacağını ve bilim çevrelerinde tartışılacağını bekliyordum ama günümüzde kitap okuyanların sayılarının hayli azalmış olması, beklediğim fırtınanın kopmasını da engellemiş olmalı?.. 1990 yılında, Prof. Dr. Muazzez İlmiye Çığ’ın çevirisiyle Türk Tarih Kurumu tarafından yayımlanan, Prof. Dr. Samuel Noah Kramer’in “Tarih Sümer’de Başlar” adlı eseri, bugüne kadar yapılan en değerli ve önemli eser olma durumunu koruyor. Bu esere göre; tarihte ilk yazıyı bulan Sümerler, tarihin ilkokulunu da açtılar. Kitaptaki kayda göre, bu okulda sadece erkek çocuklar okuyorlar; kızlar okula gitmiyorlardı. Tabletlerden anlaşıldığına göre;
Tarihte ilk rüşvet olayı da Sümerler’de yaşanmıştı... Gençlik olayları ve siyasal çalkantılar vb. Sümerler’in başından da geçmişti… İlk tarih yazarları Sümerler’den çıktı… İlk ilaç yapımını Sümerler gerçekleştirdi... Çiftçilik Sümerler’in döneminde bir sisteme oturtuldu... Bahçıvanlık ve ağaç dikilerek ormanlar oluşturulması Sümerler’in uğraş alanları içindeydi... İnsanlığın ilk yaradılışa ve kainata ait yorumlarını ilk kez Sümerler yaptılar... İlk ahlaki ve manevi kavramları Sümerler ortaya koydular… Acı ve sabır, bilgelik, hayvan hikayelerinin oluşturulması, atasözleri ve deyimlerin örülmesi, destanlar ve halk hikayeleri, Sümerler ile başladı… İlk kütüphane kataloğunu Sümerler hazırladı… İlk maraton koşusunu Sümerler düzenledi… İlk akvaryumu Sümerler yaptı ve kullandı.
Kısacası insanlık, Sümerle, yani Türk’le kendini tanıdı ve tanıttı. Türkler, elbette o zaman daha Müslüman olmamıştı. Çünkü daha ne Hazreti Muhammed ve ne de İslamiyet vardı. Ama Türkler, o dönemde de Tanrı’ya inanıyorlardı. İnsanlığın ilk peygamberi Hz. Adem’den başka, Sümerler’in de Adem adlı bir peygamberleri vardı. Hazreti Nuh da, Sümerler’e inmiş olan peygamberlerden biriydi.
Yıllar yılı ders kitaplarında okutulan tarih bilgileri ne kadar eksik ve yanlış!.. Bize, Türkler’in Anadolu’ya, 1071’de, Alparslan’la birlikte geldikleri öğretilmişti. Oysa Türkler hem Anadolu’ya, hem de Avrupa’nın her yanına, binlerce yıl önce gelmişlerdi. Türkler’in ana yurtlarının Orta Asya olmadığını da çok geç öğrendik. Zira Türkler’in Ana Yurdu, Avrasya’dır.” Çin Denizi’nden Adriyatik’e” sözünü sarfettiği zaman, bir kısım kalemşörler, (Eski Cumhurbaşkanı ve Başbakan) Sayın Süleyman Demirel ile alay etmişlerdi. Ben şimdi sınırı daha genişletip diyorum ki; Türkler’in Avrupa’daki sınırları Adriyatik’te değil Baltık Denizi’nde biter... Esasen, nerede insan yaşıyorsa, orada Türk vardır ve Türkçe konuşulmaktadır.
Sonuç olarak bir kez daha vurgulamak isterim ki; “Tarih Sümer’le Başlar”, Sümerler’in Türk oldukları kanıtlandığına göre, “Tarih Türk’le başlamaktadır”. O halde, ders kitaplarının yeniden ve milli duygu ve düşüncelere cevap verecek biçimde yazdırılması gerekir. Böylelikle, gençlerimiz ve çocuklarımız, Türk olmanın onurunu ve gururunu duyarak yetişecekler ve kendilerini hayata bu esaslar doğrultusunda hazırlayacaklardır.