İrfan Ünver NASRATTINOĞLU
Köşe Yazarı
İrfan Ünver NASRATTINOĞLU
 

RAMAZAN’DA NOSTALJİ

BİZ VE DÜNYA   RAMAZAN’DA NOSTALJİ             1937 yılında Afyonkarahisar’da, Çavuşbaş mahallesi Küçük Olucak Sokaktaki fırının bitişiğindeki evde doğdum. Birkaç yıl sonra babam elimden tutup, önce Cumhuriyet ilkokuluna kaydımı yaptırdı. Sonra Ulu Caminin karşısındaki eve götürüp, Hüseyin Hoca’ya, “eti senin, kemiği benim” diyerek teslim etti ve böylelikle din eğitimi almamı sağladı. Hüseyin Hoca bana ilk olarak İslâmın, sonra İmanın şartlarını öğretti. İslâmın şartı 5, imanın şartı 6 idi ve öncelikle, bu öğretilerin orijinal metinlerini, sonra da anlamlarını öğrenmiştim. Bilindiği üzere İslâmın şartı: “Savm, salat, hac, zekat, kelime-i şehadet” yani “oruç, namaz, hac, zekât, kelime-i şehadet”dir… İmanın şartı ise; “Âmentü billâhi ve melâiketihî ve kütübihî ve rusülihî ve'l-yevmi'l-âhiri ve bi'l-kaderi hayrihî ve şerrihî mine'llāhi teâlâ; ve'l-ba'sü ba'de'l-mevt hakk’un eşhedü en lâ ilâhe illâllāh ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûlühi." Yani Allah’ın tek olduğuna, meleklerine, gönderdiği kutsal kitaplara, peygamberlere, hayrın da şerrin de Allah’tan geldiğine, Ahiret gününe inandım, iman getirdim…             Bu inanç ve imanla, aklımın erdiği günden başlayarak, oruç tutuyordum. Uzun yaz günlerinde vakit geçmek bilmezdi. Bir yandan Akşam ezanını öte yandan da Hıdırlık’taki kuleden patlayacak topun sesini beklerdim.             Teravih namazlarını, her akşam başka bir camide kılardık. O yıllarda açık hava çay bahçeleri vardı. Buralarda tombala çekilişleri yapılır; Ramazan eğlenceleri düzenlenirdi. Zaman zaman İstanbul’dan gelen ses ve tiyatro sanatçıları olurdu. Kadın kantocular, üç beş kişilik tiyatro grupları ile hoş vakit geçirilir, sahur vaktine yakın evlere gidilirdi.             Zaman zaman teravihten sonra evlerde buluşulur, edebî ve dinî sohbetler edilirdi… Bu buluşmalar kuşkusuz, hali vakti iyi olan aile reislerinin çağrıları ile yapılırdı. Yemekler topluca yenilir, topluca teravih namazı kılınır ve sahura kadar sohbet edilirdi. Kuşkusuz grup içerisinde imamlık ve müezzinlik yapabilecek kişiler de olurdu.             Ülkemin nüfusu 84-85 milyon oldu. Hayat şartları alabildiğine güçleşince, eski Ramazanları yaşayabilmek pek mümkün olmamaktadır.  Zira pek çok insan, akşam yemeği ile yetinerek sahura kalkmamakta ve bu yüzden sağlık sorunları artmaktadır. Hocamın bana söylediğine göre, mutlaka sahura kalkılmalı ve bir şeyler yenilmelidir. İslâmi kurallara göre oruç tutacak kişi, sahura kalkmalı, yeterince karnını doyurduktan sonra, gerekli duaları yaptıktan, ağzını ve dişlerini fırçalayıp temizledikten sonra, oruç tutmak üzere niyetlenmelidir… Esasen, hekimler de, sağlığın korunabilmesi için, mutlaka sahur yemeğinin alınmasının şart olduğunu belirtmişlerdir.             Evimizin yanındaki mahalle fırınında, annem ve kız kardeşlerim, sahura bir-iki saat kala, börek, ağzıaçık, bükme vb. gibi hamur yiyecekleri hazırlayıp, fırına götürür, bunlar piştikten sonra sofraya konulurdu.  Biz 6 kardeştik, annem ve babamla 8 kişiden oluşan ailemiz ile birlikte, evin bir bölümünde ikamet eden amcam, yengem ve 3 çocuklarıyla birlikte 5 kişilik grubu da eklersek, 13 kişi, meydan sofrasına oturarak, fırından gelen hamur işlerini paylaşırdık.  Hatta kimi zaman misafirler de olurdu.             Ve oruç başlardı…             Oruç tutanlar, teravih ve sabah namazlarıyla birlikte, öğle, ikindi ve akşam namazlarını da eda ederlerdi. Özellikle ikindi namazını müteakip, bazı camilerde önemli din bilginleri tarafından vaaz verilirdi. Bu vaazlar eğitici-öğretici özellikler taşırlardı. Örneğin “Çiğer Köşem” adıyla tanınan bir vaiz vardı ki, onun vaaz verdiği cami, tıklım tıklım dolu olurdu. Bu zatın esprilerle, nükte ve fıkralarla süslediği konuşmaları, kıssalarla dolu olurdu.             Uzun yaz günlerinde, çocuklar akşamı zor ederlerdi. İkindi saatleri geldiğinde çocuğu oyalamak, problem olurdu. “Oruç eğlemek” diye bir deyim vardı.  “Oruç aşı” deyimi de çocukluk yıllarımızın yaygın bir sözü idi. Çocuğun oruç tutmasını, orucunu sakatlamadan akşama kadar sürdürmesi için sevdiği yiyecekler alınır ve “orucunu bunlarla açacaksın” diyerek avutulurdu. Şayet çocuk iftar saatine kadar dayanamayıp sorun çıkarırsa, o zaman “direk vurdurulurdu!” Bu deyim çocuğun, öğle saatlerinde bir kez, bir şeyler yiyebilmesi demekti. Böylece çocuk oruç kavramına alıştırılırdı.             Teravih namazlarında kadınlara ayrılan mahfil dolu olurdu. Bu nedenle kadınlar, erken saatlerde çocuğunu camiye göndererek, kendisi için yer tutulmasını sağlardı.             Ramazan boyunca Afyonkarahisar’ın sırtını dayamış olduğu Hıdırlık Tepesinden, top atışı yapılırdı. Bu atış, beş namaz vaktinde yinelenirdi… Akşam saatinde top atışıyla oruç bozulur; imsak vakti, yine top atışıyla belirlenip, oruç başlardı. Sahura doğru, mahallelerde Ramazan davulu çalar, davulcular gelenek uyarınca, ölçülü sözler ve maniler söylerlerdi. Bu manilerden bazıları şöyle idi:                         Ramazan geldi dayandı                         Camiler nura boyandı                         Benim devletli efendi                         Sıra paraya dayandı.                                     Arkadaş bana uydu                                     Tenhalarda beni soydu                                     İftar vakti geldiğinde                                     Birbuçuk mandayla doldu.                         Güle geldim kapınıza                         Selam verdim topunuza                         Bahşişimi vermezseniz                         Darılırım hepinize.                                     Aşağıda doğru geldim                                     Davulumu vurdum deldim                                     Ey benim ağam efendim                                     Sizin kapıyı da buldum.                         Kara koyun kuzuludur                         Alnı da ak yazılıdır                         Bekletmeyin komşularım                         İki dizim sızılıdır.                                     Davulumun ipi tire                                     Omuzumu yedi pire                                     Güzel beyim ver bahşişi                                     Gideyim bir başka yere                         Kara keçi otlatırım                         Hendek hendek atlatırım                         Verin benim bahşişimi                         Davulumu patlatırım.  
Ekleme Tarihi: 04 Nisan 2023 - Salı

RAMAZAN’DA NOSTALJİ

BİZ VE DÜNYA

 

RAMAZAN’DA NOSTALJİ

            1937 yılında Afyonkarahisar’da, Çavuşbaş mahallesi Küçük Olucak Sokaktaki fırının bitişiğindeki evde doğdum. Birkaç yıl sonra babam elimden tutup, önce Cumhuriyet ilkokuluna kaydımı yaptırdı. Sonra Ulu Caminin karşısındaki eve götürüp, Hüseyin Hoca’ya, “eti senin, kemiği benim” diyerek teslim etti ve böylelikle din eğitimi almamı sağladı. Hüseyin Hoca bana ilk olarak İslâmın, sonra İmanın şartlarını öğretti. İslâmın şartı 5, imanın şartı 6 idi ve öncelikle, bu öğretilerin orijinal metinlerini, sonra da anlamlarını öğrenmiştim. Bilindiği üzere İslâmın şartı: “Savm, salat, hac, zekat, kelime-i şehadet” yani “oruç, namaz, hac, zekât, kelime-i şehadet”dir… İmanın şartı ise; “Âmentü billâhi ve melâiketihî ve kütübihî ve rusülihî ve'l-yevmi'l-âhiri ve bi'l-kaderi hayrihî ve şerrihî mine'llāhi teâlâ; ve'l-ba'sü ba'de'l-mevt hakk’un eşhedü en lâ ilâhe illâllāh ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûlühi." Yani Allah’ın tek olduğuna, meleklerine, gönderdiği kutsal kitaplara, peygamberlere, hayrın da şerrin de Allah’tan geldiğine, Ahiret gününe inandım, iman getirdim…

            Bu inanç ve imanla, aklımın erdiği günden başlayarak, oruç tutuyordum. Uzun yaz günlerinde vakit geçmek bilmezdi. Bir yandan Akşam ezanını öte yandan da Hıdırlık’taki kuleden patlayacak topun sesini beklerdim.

            Teravih namazlarını, her akşam başka bir camide kılardık. O yıllarda açık hava çay bahçeleri vardı. Buralarda tombala çekilişleri yapılır; Ramazan eğlenceleri düzenlenirdi. Zaman zaman İstanbul’dan gelen ses ve tiyatro sanatçıları olurdu. Kadın kantocular, üç beş kişilik tiyatro grupları ile hoş vakit geçirilir, sahur vaktine yakın evlere gidilirdi.

            Zaman zaman teravihten sonra evlerde buluşulur, edebî ve dinî sohbetler edilirdi… Bu buluşmalar kuşkusuz, hali vakti iyi olan aile reislerinin çağrıları ile yapılırdı. Yemekler topluca yenilir, topluca teravih namazı kılınır ve sahura kadar sohbet edilirdi. Kuşkusuz grup içerisinde imamlık ve müezzinlik yapabilecek kişiler de olurdu.

            Ülkemin nüfusu 84-85 milyon oldu. Hayat şartları alabildiğine güçleşince, eski Ramazanları yaşayabilmek pek mümkün olmamaktadır.  Zira pek çok insan, akşam yemeği ile yetinerek sahura kalkmamakta ve bu yüzden sağlık sorunları artmaktadır. Hocamın bana söylediğine göre, mutlaka sahura kalkılmalı ve bir şeyler yenilmelidir. İslâmi kurallara göre oruç tutacak kişi, sahura kalkmalı, yeterince karnını doyurduktan sonra, gerekli duaları yaptıktan, ağzını ve dişlerini fırçalayıp temizledikten sonra, oruç tutmak üzere niyetlenmelidir… Esasen, hekimler de, sağlığın korunabilmesi için, mutlaka sahur yemeğinin alınmasının şart olduğunu belirtmişlerdir.

            Evimizin yanındaki mahalle fırınında, annem ve kız kardeşlerim, sahura bir-iki saat kala, börek, ağzıaçık, bükme vb. gibi hamur yiyecekleri hazırlayıp, fırına götürür, bunlar piştikten sonra sofraya konulurdu.  Biz 6 kardeştik, annem ve babamla 8 kişiden oluşan ailemiz ile birlikte, evin bir bölümünde ikamet eden amcam, yengem ve 3 çocuklarıyla birlikte 5 kişilik grubu da eklersek, 13 kişi, meydan sofrasına oturarak, fırından gelen hamur işlerini paylaşırdık.  Hatta kimi zaman misafirler de olurdu.

            Ve oruç başlardı…

            Oruç tutanlar, teravih ve sabah namazlarıyla birlikte, öğle, ikindi ve akşam namazlarını da eda ederlerdi. Özellikle ikindi namazını müteakip, bazı camilerde önemli din bilginleri tarafından vaaz verilirdi. Bu vaazlar eğitici-öğretici özellikler taşırlardı. Örneğin “Çiğer Köşem” adıyla tanınan bir vaiz vardı ki, onun vaaz verdiği cami, tıklım tıklım dolu olurdu. Bu zatın esprilerle, nükte ve fıkralarla süslediği konuşmaları, kıssalarla dolu olurdu.

            Uzun yaz günlerinde, çocuklar akşamı zor ederlerdi. İkindi saatleri geldiğinde çocuğu oyalamak, problem olurdu. “Oruç eğlemek” diye bir deyim vardı.  “Oruç aşı” deyimi de çocukluk yıllarımızın yaygın bir sözü idi. Çocuğun oruç tutmasını, orucunu sakatlamadan akşama kadar sürdürmesi için sevdiği yiyecekler alınır ve “orucunu bunlarla açacaksın” diyerek avutulurdu. Şayet çocuk iftar saatine kadar dayanamayıp sorun çıkarırsa, o zaman “direk vurdurulurdu!” Bu deyim çocuğun, öğle saatlerinde bir kez, bir şeyler yiyebilmesi demekti. Böylece çocuk oruç kavramına alıştırılırdı.

            Teravih namazlarında kadınlara ayrılan mahfil dolu olurdu. Bu nedenle kadınlar, erken saatlerde çocuğunu camiye göndererek, kendisi için yer tutulmasını sağlardı.

            Ramazan boyunca Afyonkarahisar’ın sırtını dayamış olduğu Hıdırlık Tepesinden, top atışı yapılırdı. Bu atış, beş namaz vaktinde yinelenirdi… Akşam saatinde top atışıyla oruç bozulur; imsak vakti, yine top atışıyla belirlenip, oruç başlardı. Sahura doğru, mahallelerde Ramazan davulu çalar, davulcular gelenek uyarınca, ölçülü sözler ve maniler söylerlerdi. Bu manilerden bazıları şöyle idi:

                        Ramazan geldi dayandı

                        Camiler nura boyandı

                        Benim devletli efendi

                        Sıra paraya dayandı.

                                    Arkadaş bana uydu

                                    Tenhalarda beni soydu

                                    İftar vakti geldiğinde

                                    Birbuçuk mandayla doldu.

                        Güle geldim kapınıza

                        Selam verdim topunuza

                        Bahşişimi vermezseniz

                        Darılırım hepinize.

                                    Aşağıda doğru geldim

                                    Davulumu vurdum deldim

                                    Ey benim ağam efendim

                                    Sizin kapıyı da buldum.

                        Kara koyun kuzuludur

                        Alnı da ak yazılıdır

                        Bekletmeyin komşularım

                        İki dizim sızılıdır.

                                    Davulumun ipi tire

                                    Omuzumu yedi pire

                                    Güzel beyim ver bahşişi

                                    Gideyim bir başka yere

                        Kara keçi otlatırım

                        Hendek hendek atlatırım

                        Verin benim bahşişimi

                        Davulumu patlatırım.

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve silifkesesimiz.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.

deneme bonusu veren siteler deneme bonusu deneme bonusu https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren bahis siteleri youtube mp3 blossomtips.com