BAŞKENTTEN SELAM
TÜRK DÜNYASININ BAHAR BAYRAMI “NEVRUZ”
Nevruz, bize özgü bir bayramdır. Bir başka deyişle, Türk-İslam âleminin ulusal bayramıdır. Kelimenin kökenine bakarak, Nevruz’u, Acem ya da başka bir ulusa veya etnik topluluğa mal’etmek mümkün değildir. Zira Nevruz olayının tarihsel geçmişine bakıldığında, Ergenekon’a kadar gidilmektedir. Zaten Nevruz’un bir adı da “Ergenekon Bayramı”dır. Keza “Bahar Bayramı” da denilebilir.
Biz, Doğu Türkistan’dan başlayarak, Tanrı Dağlarının doğusundaki ve batısındaki; Azerbaycan ve Kafkasya’daki bütün Türk yurtlarını adım adım dolaşıp incelemelerde bulunma olanağı bulan, şanslı kişilerdeniz. Bu nedenle, gözlemlerimize dayanarak Nevruz’un bütünüyle bize özgü bir bayram olduğunu söyleyebiliriz.
Türk Dünyasının neresine giderseniz gidiniz Nevruz, son derece önemli bir ulusal bayram olarak kutlanmaktadır. Orta Asya ve Azerbaycan Türk Cumhuriyetlerindeki Nevruz kutlamaları için, cumhurbaşkanları fermanlar yayınlamakta, üst düzeyde düzenleme kurulları tarafından bayram organize edilmektedir.
Kırgızistan Yazarlar Birliği lokalinin adı “Nevruz”dur. Rusya Federasyonuna bağlı Tataristan Cumhuriyetinin başkenti Kazan’ın merkezindeki bir aşevinin adı Nevruz’dur. Orta Asya’daki pek çok insanın adı veya soyadı Nevruz’dur.
Gelişim süreci içerisinde, Türkiye’de Nevruz Bayramının uzunca bir süre ihmal edildiği doğrudur. Ancak unutulmamıştır. Belki de Hıdrellez, Nevruz’un yerini almıştır? Nevruz barışın, dostluğun simgesidir. Bu güzel bayramda insanların birbirleriyle kavga değil, barış yapmaları gerekir. Ayrıca Nevruz, belirli bir inanç sisteminin ya da tarikatın bayramı da değildir. Aksine tüm insanlığın bayramıdır… Zira tarih içerisinde Nevruz, Çin’de yaşayan bütün halkları etkilemiştir ve eldeki verilere göre, Çin’deki egemen zümre olan Han ulusu da zaman zaman bu bayramı kutlamıştır.
Değişmeyen ve değiştirilemeyecek olan gerçek odur ki; Nevruz bizim ulusal bayramımızdır.
Kışın sonu baharın başlangıcı
Milâdi bayramı yaratanlar, yılın oniki ayını şöyle düzenlemişlerdir: Mart, nisan, mayıs ayları ilkbahar; haziran, temmuz ve ağustos ayları yaz; eylül, ekim ve kasım ayları sonbahar; aralık, ocak ve şubat ayları ise kıştır.
Kuşkusuz, her mevsimin kendine özgü güzellikleri ve özellikleri vardır. Ama eski kışlar uzun sürer ve insanları bıkıp usandırırdı! Orta Anadolu ile Ege ve Akdeniz’in kavşak noktasında bulunan kentlerde kış, son derece sert geçer, yağan kar aylarca kalkmazdı. O kadar ki, kimi zaman, yağan karın yüksekliği birkaç metre ile telaffuz edilirdi. Dolayısıyla kışın bir an önce geçip, yerini bahara terk etmesi arzu edilirdi.
Şubat ayı gelip de, cemreler düşmeye başlayınca, insanların yüzleri gülerdi. Elle tutulup, gözle görülmeyen bu “cemre” neydi?..
Cemre, Arapça’da ateş demektir. Cemre düşmesi, eski bilgilere göre dünyayı teşkil eden üç unsurun, birer hafta ara ile ısınması demekti. Binlerce sene bu meteoroloji takvimi denenmiş ve büyük ölçüde isabetli olmuştur. Kış, cemrelerin düşmesinden sonra hafifler ve kimi zaman sona erer ve bahar, güzel yüzünü gösterir.
Nevruz’a doğru
Milâdi takvim, duvarlarda asılı durur, devletin düzeni bu takvime göre yürürdü ama insanlar, kışın hesabını kendi geleneğine göre yapardı. O insanlara göre kış demek, 90 demektir; yani 90 gündür… Bu 90’ın hesabı ise şöyledir.
Kasım ayından itibaren 45 gün sayılır… Bu 45 günün sonu, 90’ın başlangıcıdır. İşte o gün acımasız kış, hükmünü icra etmeye başlar. Bir başka deyişle “Zemheri” başlamıştır!...
Zemheri soğukları, 40 gün sürer. Sonra Hamsin gelir. İkisi arasında amansız bir savaşım verilir! Neticede Hamsin, Zemheriyi kovarak, egemenliği eline alır. Zemheri’den çıkıp, Hamsinin onun yerini aldığı gün, müthiş bir soğuk başlar…
Hamsinin ömrü pek uzun değildir; sadece 20 gün sürer. 21. Gün (yani 20 Şubatta) birinci Cemre havaya düşer. Ege bölgesindeki bazı kentlerde Cemre’ye, Cemile de denir. 7 gün sonra, 27 Şubatta Cemre suya düşer ve sular ısınmaya başlar. Bir 7 gün daha geçtikten sonra, 5 Martta üçüncü Cemre toprağa düşer ve o gün topraklar buharlaşmaya, kurumaya başlar. Böylelikle doğanın her yeri ısınmış olur. Ama daha kış bitmemiştir…
Üçüncü Cemre’nin düşmesinden sonra, bir 9 gün daha geçer ve “Berdül-Acüz” gelir ki, onunla birlikte gelen soğuk, insanları hayâl kırıklığına uğratır; meyve ağaçlarının açmış olan çiçekleri donup, dökülür. (Halkın deyişiyle) Leyleğin yumurtası kıçında donar!..
Nihayet Zemheri’nin başladığı günden itibaren 90 gün geçmiştir ve kış sona ermiştir. İşte o gün, Nevruz’dur…
Eski Nevruz’lar
70-80 yıl önce bizim çocukluk yıllarımızda, Ege Bölgesi’ndeki Afyonkarahisar’da kutlanan Nevruz’lar, tam bir şölen havasında geçerdi. Büyüklerimiz; “Bugün (Arapça) sin harfi ile başlayan 7 çeşit gıda ürünü yenilecek” derlerdi. Evlerde süt, simit, susam, semek (balık), sahlep, sirke, sarımsak vb. bulundurulurdu. Şayet sin’le başlayan 7 yiyecek temin edilemezse, miktarın 3’e indirilmesi de olabilirdi…
Nevruz yaklaşırken evlerde hazırlık başlardı. Herkes bol bol yakacak istif ederdi Yakacaklar özellikle eski hasır, sepet, küfe, odun cinsinden şeyler olurdu. Hatta yakacak ikmalini yapamayan mahalleler, bu konuda daha becerikli olan mahallelerin yakacaklarını, geceleyin aşırırlardı!..
O gün kadınlar, evlerde iş yapmazlardı. Hatta evlerinin rutin temizliğini dahi, özellikle ihmal ederlerdi. Kimi dükkânlar kapatılır, herkes gün boyunca eğlencenin tadını çıkarırdı. Daha şafak sökerken gençler sokaklara fırlar, ateşler yakılırdı. Gençler, kentin ortasında yükselen muhteşem Kale’nin ve karşısındaki Orta Sivri denilen tepenin üzerinde, katran gibi yanıcı maddelerle, kentin her yerinden görülebilecek meş’aleler tutuştururlardı.
Gençler, kızlı-erkekli gruplar halinde ateşlerin üzerinden atlarken, birbirlerine mani söylerlerdi. Yakılan ateşin kenarında yumurtalar haşlanır ve bu yumurtalar, genellikle soğan kabuğu ile boyanırdı. Sonra, kaynamış olan yumurtalarla yarışma başlardı. Kim, kimin yumurtasını kırarsa, öteki yumurtayı kazanmış olurdu.
Şölen, akşama kadar aralıksız devam ederken, türlü çeşitli oyunlarla da renklendirilirdi.
Sonuç olarak
Türkiye’de ulusal ihmal nedeniyle; öteki Türk cumhuriyetleri ve topluluklarda ise, komünist sistemin gelenek ve görenekleri unutturmak istemesinden dolayı Nevruz, gerektiği biçimde yıllar yılı kutlanamamış ama yüreklerde yaşatılmıştır.
Bugün özellikle Türk cumhuriyetlerinde, Nevruz günleri, görkemli bir bayram şeklinde ve devlet düzeyinde kutlanmaktadır. TRT televizyonu birkaç yıldan bu yana, her yıl bir Türk cumhuriyetinden naklen, Nevruz kutlamalarını yayınlamaktadır. Bu yayınlardan da görülmektedir ki, Nevruz insanımız için büyük bir olaydır. Bu bayramlarda, unutulmaya yüz tutan birçok gelenekler ortaya konulmaktadır.
Tüm Sesimiz gazetesi okurlarının ve Silifkeli hemşehrilerimin Nevruz Bayramı kutlu olsun.