Çorap Söküğü
ESKİDENDİ, ÇOK ESKİDEN…
Ne yazmalı, nasıl yazmalı?
Karar vermekte zorlanıyorum.
İşaret parmağımı dudağıma götürüp “O piti piti, karamela sepeti, terazi lastik jimnastik” diye başlıyorum “o mu, bu mu, şu mu?” bir türlü karar veremiyorum.
Şavşatlı Şabanla, Şarkışlalı şipşakçı Şekip ve Şıpsevdi Şehime; Şişhane’den, şeytankuşu mu, şömine maşası mı, masa şemsiyesi mi, şoson mu, şezlong mu ne, bir şeyler almaya gitmiş ya hani. Bunu mu yazsam?
Ya da… Tentürdiyotçu tetik Tahir’le, tahterevallici tekinsiz Tevfik’in, Talimhane’de ters türs konuşarak, ter ter tepinip tir tir titremelerini; Turhallı tombul Turgut’u, Tosbağa sokaktaki tömbekiciye doğru tıpış tıpış yürüttüğünü mü yazsam…
Bilemedim. Bilemiyorum.
Eskiden böyle değildim.
Geçmişten… Hani gençlik yıllarımdan…. Hani çapkınlık mevzuunda haksız edinilmiş şöhretimin olduğu yıllardan kimin bedduasını aldım bilmiyorum.
Eskiden böyle değildim.
**
Sahi kuzum, “eskidendi” deyince… Hatırıma geldi.
Eskiyen, yitip giden yıllarda… Bir Fransız yazar, “Sözün yarısı söyleyene, yarısı dinleyene aittir” demiş. Hani soyadının başında “M” sonunda “E” harfi olan yazar.
- Eee?
E’si şu:
Eskiden dava adamları varmış: Abdi İpekçiler, Cavit Orhan Tütengiller, Çetin Emeçler, Muammer Aksoylar, Uğur Mumcular, Ahmet Taner Kışlalılar...
Şimdi her kapıyı çalıp her çukura giren; karanlık, karışık, yüzsüz, yetersiz, yeteneksiz, niteliksiz, liyakatsiz, kişiliksiz, utanma duygusundan yoksun, şakşakçı ve goygoycu her devrin adamcıkları var.
**
Eskiden özverili insanlar varken…
Şimdi arsızlık ve çıkarcılığı beceri sayan; ihaleci, takipçi, teşvikçi numaracılar; “Rab bena hep bana” diyen açıkgözler var.
**
Hepsi bu kadar mı? Elbette değil.
Eskiden asgari ücretle dört kişilik aile geçiniyormuş mesela.
Şimdi dört asgari ücretin toplamına bir aile geçinemiyor!
**
Eskiden dönekler parmakla gösterilirmiş.
Şimdi parmağınızı sallasanız döneğe çarpıyor.
**
Eskiden basında yalnızca fikir adamları varmış.
Şimdi “onun bunun” adamları var.
**
Eskiden ekranlar hiç olmazsa siyah beyazmış.
“Zengin ve Yoksul, Lorel Hardy, Pilli Bebek, Pinokyo, Sevimli Köpek Lassie, Kaçak Dr. Richard Kimble” çay, oralet ve tarçın kokuları arasında izlenir, ekran Can Akbel’in “Güne Bakış” programının ardından kapanırmış.
Şimdi ekranlar eşkıya istilasında, kan kırmızı… Yeraltı dünyasının acımasız hesaplaşmaları, derin devlet, silah kaçakçılığı, kan davaları, namus meseleleri, tarihimizi öğrendiğimiz diziler say sayabildiğince...
**
Eskiden yollar yürümekle aşınmazmış.
Şimdi yürütmekle aşınmıyor.
**
Sahne ve gösteri sanatları da çok şey yitirmedi mi?
Eskiden güçlü meşe ağaçları varmış: Vasfi Rıza Zobu, Cemal Reşit Rey, Bedia Muvahhit.. Şimdi karşımıza çıkanların çoğu kütük. Bildiğiniz kütük. Elinizi vicdanınıza koyup söyleyiniz; görgüsüzlük, bayağılık, sululuk, savurganlık, şımarıklık fışkırmıyor mu?
**
Size doyum olmaz. Müsaade isterken Murathan Mungan’ın, Eskidendi, Çok Eskiden” şiirine takılıyor aklım:
“Hani hepimiz arkadaşken,
Hani oyunlar tükenmemişken,
Henüz kimse bize ihanet etmemiş,
Biz kimseyi aldatmamışken,
Eskidendi, çok eskiden...”
**
Bitirirken…
Sensizliğin sesini ne bilsin,
“Sessizliğin sesini sonuna kadar açtım” diyen Baha Akıner.
Hayat bayat ekmekten de bayatken… Ses ver Tülay:
“Bu tuzlu meltem mi böyle genzimi yakan?”