İ S K O Ç Y A -5-
MİLLİ MAÇIN HATIRLATTIĞI GEZİ
GLASGOW
İskoçya’dan ayrılmadan önce, ülkenin en büyük kenti olan Glasgow’u da görmek istemiştik. Zaman geçirmeden istasyona gidip bilet almış ve öğle saatlerinde Glasgow’un Quinn Street tren istasyonuna girmiştik.
5 milyondan biraz fazla olan İskoçya nüfusunun 1,5 milyon kadarı Glaskow ve çevresinde yaşıyordu. Merkez nüfusu ise yarım milyondan biraz fazlaydı. Burası salt İskoçya’nın değil, tüm İngiltere’nin sanayi şehriydi. Örneğin, Avrupa’nın, hatta dünyanın en büyük gemi tersanesi de buradaydı. Bu tersanede inşa edilen gemiler, denizle bağlantılı olan Clyde Nehri’ne indiriliyordu. Bu nehir üzerinde pek çok köprü vardı ve bunların en güzeli Clyde Arc Köprüsü’ydü.
Quinn Street tren istasyonundan çıkınca karşımıza geniş bir alan çıkmıştı. Burada meçhul asker anıtı ve bazı ünlü kişilerin heykelleri vardı. Nedense tüm sarhoşlar bu alanda toplanıyorlardı!.. Tüm İngiltere’de var olan alkolikler çalışmıyorlar ama devlet bunlara bir miktar para yardımı yapıyordu. Bir sosyal devlet olan İngiltere’de, bir yıldan fazla ikamet etmiş olan yabancılar da devlet yardımından yararlanıyorlardı.
Ana caddelerde dolaşırken, İngiltere’de sayıları çok olan Fish and Clcips Shop’lardan birisine girmiş; balık ve patatesle karnımızı doyurmuştuk. İskoçya’nın, yediğimiz “hedok balığı” çok lezizdi… Kentin alışveriş merkezi, motorlu vasıtalara kapalı olan “Argyle Str.”, Pazar olduğu için hareketsizdi. Esasen dükkanlar da kapalıydı. Ama özellikle giysi satan dükkanlar açıktı ve “sale” yani ucuzluk başlamıştı.
Glasgow’da pazar günleri, pazar kuruluyordu. Bu nedenle biz de bu büyük pazarı gezip görebilme olanağını bulmuştuk. “Barrowland” (el arabası ülkesi) adı verilen işportacılar merkezinde gerçekten çok ucuz şeyler satılıyordu. Dayanamamış, burada epeyce alış-veriş yapmıştık. Gezmekten yorulunca da bir “Public Bar”a girip birer bira içerek dinlenmiştik.
Glasgow’da da Türkler vardı. Bunların bir kısmı Kıbrıs’tan, bir kısmı da Türkiye’den gelmişlerdi. Ayrıca tüm İngiltere’de 1 milyon dolayında Müslüman yaşıyordu. Türkler de Müslümanlar da örgütlenmişlerdi… Glasgow, Edinburgh’a oranla pis bir şehirdi ve doğal güzelliği de çok azdı. Nehrin suyu, kirli akıyordu. Polisiye olaylar da pek çoktu!.. Sık sık grevler yapılıyordu ve bu grevler, ülke ekonomisini olumsuz etkiliyordu. Zaman zaman 1 milyon işçi greve gidiyor, âdeta hayat felce uğruyordu. Sendikalarla hükümet arasında sık sık pazarlıklar yapılıyordu. Barrowland denilen Pazar yerinde, İskoçya halk yaşantısını somut biçimde görebilmek mümkündü. İnsan tipleri de ilginçti. Deyim yerindeyse her çeşit millet vardı, burada… İki eliyle, iki flüt birden çalan adam, şapkasını yere koymuş, para topluyordu. Az ötede bir trio musiki icra ediyor; Hristiyan misyonerler ise dini musiki ile insanların ruhuna hitap ediyorlardı. Yanlarındaki bir kişi de bedava İncil dağıtıyordu. Bu misyonerlerin hayır işleri de yaptıklarını söylüyorlardı.
Glasgow’u, Edinburgh’u, Dundee’yi ve göremediğim Aberden’i ile İskoçya kendi kendine yeterli olabilecek bağımsız bir ülke görünümündeydi. Ülkenin bağımsızlığını isteyenler vardı ama istemeyenlerin sayıları daha fazla olduğu için, bağımsızlık gerçekleşmiyordu.
Yasin Ceylan
Barrowland’dan ayrıldıktan sonra, geniş caddelerde ve nehir kenarında bir süre dolaşmış; sonra yürüyerek tren istasyonuna gitmiştik. Saat 18.00’de hareket eden trenle Glasgow’dan ayrılmış, bir saat sonra da Edinburgh’a ulaşmıştık. Oradan yürüyerek, doktora öğrencisi Yasin Ceylan’ın evine varmıştık.
Bizi evine davet eden Yasin Bey, daha önce Diyanet İşleri Başkanlığı emrinde Müftü Yardımcısı olarak görev yapmıştı. Doktora yapmak üzere Edinburgh’a gelmişti ve birkaç yıldır yaşamını burada sürdürüyordu. İki kızının, küçük olanı burada dünyaya gelmişti.
Önümüze konan sofrada çorba, tavuk-pilav, patlıcan karnıyarık, baklava, kola ve Türk kahvesi vardı. Günlerdir beslenme sistemimize uygun olmayan yemekleri yemişken; o akşam böyle bir menü ile karşılaşmamız ve yemeklerin nefaseti, midelerimize bayram ettirmişti. Bayan Ceylan, gerçek bir Türk kadını idi.
Yemekten sonra, emanete bıraktığımız valizlerimizi alıp istasyona gitmiştik. Yasin Ceylan da bizimle birlikte gelmişti. Koca istasyonda, bineceğimiz treni güçlükle bulabilmiş ve harekete kıl payı kala binebilmiştik.
Londra
19 Ağustos 1979 akşamı saat 23.00’te Edinburgh’tan ayrılmış; uyur-uyanık geçen bir yolculuktan sonra, 20 Ağustos sabahı saat 07.05’te Londra tren istasyonuna girmiştik. Bir süre istasyon çevresinden oyalandıktan sonra taksiyle hava alanına giderken, adeta bir Londra turu daha yapmıştık… Londra’nın Heathrow hava alanından 11.48’de havalanan Air France’ın Air Bus’ı yaklaşık 1,5 saatlik uçuştan sonra Paris’e iniyordu.
Londra’da
Önemli bir dünya kenti olan Glasgov’un Merkezinde
Edinburg kalesinde