İrfan Ünver NASRATTINOĞLU
Köşe Yazarı
İrfan Ünver NASRATTINOĞLU
 

İ S K O Ç Y A -2-

İ S K O Ç Y A -2- MİLLİ MAÇIN HATIRLATTIĞI GEZİ               EDİNBURG             11 Ağustos 1979 günü akşam saatlerinde, İskoçya’nın başkenti Edinburgh’a gelmiştik. Bizim için üniversitede odalar tahsis edilmişti. Bunlar temiz, bakımlı, yarı lüks odalardı ve biz Edinburgh’ta kaldığımız süre içinde çok rahat etmiştik. Üstelik delegelerin çoğu, büyük paralar ödeyerek otellerde kalmışlar, biz ise, Ahmet Edip hocanın sağladığı burs ile İskoçya seyahatini bedavaya getirmiştik.  Bizi kongreye davet edenler, “Pollock Halls of Recidence” denilen mekânda ağırlamışlardı. Ben “Ewing House” adlı binanın 1. Katındaki 111 numaralı odaya yerleşmiştim. Binaların ortasında mükemmel bir de yüzme havuzu bulunuyordu. Bahçe tanzimi de çok güzeldi. Kısacası suyu da havası da bol ve güzel olan, harika bir mekânda birkaç gün kalacaktık. Yemeğimizi de üniversite restoranında yemiştik. Burada yemekler hem daha nefis hem de ucuzdu. O gün kendimize balıklı bir akşam yemeği ziyafeti çekmiştik.             Odalarımıza yerleştikten sonra Ahmet Edip hocanın Nijeryalı bir dostu ile birlikte kent içinde dolaşmaya çıkmıştık. Yürüyerek bir hayli gezmiş ve kimi bilgiler edinmiştik. Örneğin birçok maddenin fiyatlarını öğrenmiştik. Kimi şeyler bize göre daha pahalı, kimileri ucuzdu. O günlerde ucuzluk da başlamıştı.             Edinburg, bir üniversite kentiydi. Eski ve tarihi bir şehirdi. Eski ve ilginç mimarisi olan binalar çoğunluktaydı. Kızlar güzel, oğlanlar yakışıklıydı. Şehir merkezinde 1 milyon dolayında insan yaşıyordu. Tren istasyonu çok güzel ve bakımlıydı. Kentin temizliği, Londra’ya nazaran daha iyiydi. Gençler çok heyecanlıydı ve bağıra çığıra konuşuyorlardı. Kızlar geç saatlere kadar dışarıdaydılar. Birahaneler tıklım tıklım doluydu. Ve Edinburgh’ta kıştan kalma bir hava vardı. Kent içinde, üniversite hocalarına ait olan bir lokale gidip oturmuş ve bir şeyler içmiştik.                             Ertesi sabah, kapkara bir havaya gözlerimizi açmıştık. Yağmur yağacak mı, yağmayacak mı belli değildi. Dün bir ara güzel yüzünü gösteren güneş, bugün de doğacak mı, doğmayacak mıydı? İskoçya’da kaldığım süre içinde bu ülke insanları için şöyle demiştim: “Güneşe hasret kalan insanlar!..”             Daha sonra Amerika’da da karşıma çıkan priz sorunu, ilk olarak Edinburgh’ta karşıma çıkmıştı. Buradaki elektrik sistemi ve kullanılan araçlar farklıydı. Dolayısıyla traş makinemin fişi buradaki prizlere girmiyordu. Bu nedenle adaptör gerekiyordu.             Saat 10.30’da kongre çalışmalarının yapılacağı binaya giderek kaydımızı yaptırmıştık. O arada bildiri özetleri kitabını, programı falan da almıştık. Tabii kongrenin sekreteri Prof. Dr. Alan Bruford ile de tanışmıştım.               Şehir Turu             Öğle yemeğinden sonra, düzenlenmiş olan şehir turuna çıkmıştık. Otobüsle, Edinburg’un hemen hemen bütün caddelerinden geçmiş ve önemli yerleri görmüştük. Krallığa ait ünlü ve önemli “Holyrood Palace”a girip gezmiş; kraliçenin yatak odasını, yatağını, kendisine ve yakınlarına ait tabloları görmüştük. Sonra yine kent içinden geçerek, “Kale”ye çıkmıştık. 15. yüzyılda inşa edilen ama her çağda onarılan kale, gerçekten çok sağlam olarak duruyordu. Yani bugün bile bu kaleden yararlanabilmek mümkündü. Kalenin önünde ilginç (otantik) giysili askerler nöbet tutuyorlardı. Bu askerlerin yanında, herkes gibi ben de fotoğraf çektirmiştim. Bu arada kaledeki “köpek mezarlığı”nı görünce şaşırıp kalmıştım!.. Kalenin girişindeki festival alanı ise, son derece isabetle seçilmiş bir yerdi.             Londra’da olduğu gibi, Edinburgh’da da iki katlı otobüsler, şehir içi ulaşımı sağlıyorlardı. Tura katılanlar arasında, daha önce çeşitli toplantılardan tanıdığım halkbilim uzmanları vardı. Bunlar arasında Macar dostumuz Vilmoş Voight ile kucaklaşmıştık… Bizim gibi kaleyi gezmeye gelen çok sayıda turistler de görmüştük.             Uysal ve Kazmaz hocalarla, akşam yemeğinden sonra da kent merkezine gidip gezmiştik. Daha önce uğradığımızda, bir haftalığına üye olduğumuz, üniversite profesörler kulübüne giderek birer kadeh viski içmiştik. Daha sonra, gezmekten yorulduğumuz bir sırada bir de birahaneye girmiş ve hem oradaki havayı teneffüs edip içeridekileri izlemiş; hem de birer bira içmiştik. Yürüyerek, Pollock Hall’e geldiğimizde saat 24.00 olmuştu…             Muhteşem bir üniversite             Kral Arthur Tepesi’nin eteğindeki Edinburgh Üniversitesi tesisleri gerçekten muhteşemdi. Her yer ve her şey güzeldi, temizdi ve rahattı. Bu üniversiteye dünyanın her yerinde öğrenciler geliyordu. Ama ücretler oldukça pahalıydı. Tanıştığımız İranlı bir öğrenci, bir yıl için üniversiteye 1000 Sterlin ödediğini söylemişti. Ayrıca konakladığı odaya haftada 18 Sterlin ödüyordu. Güney Azerbaycanlı genç yemek için de günde 1 Sterlin harcıyordu. Kuşkusuz bunların dışında zorunlu masrafları da oluyordu.             Ertesi sabah saat 09.30’da Kongrenin açılış toplantısı başlamıştı. Bu tüm delegelerin katıldığı müşterek toplantıydı. Kimi bölgeler adına, kimi delegelerin yaptıkları açış konuşmalarından sonra kahve molası verilmişti. Saat 11.00’de de 3 Seksiyon halinde kongre çalışmaları başlamıştı. 3 numaralı salonda, benim 3. sırada konuşmam olacaktı. İlk konuşmacı gelmeyince, 2. sıradaki ABD’li Prof. Dr. Walker, Türk halk edebiyatı ile ilgili bildirisini sunmuştu. Meddahlardan ve halk hikayecilerinden falan bahsedip, bir de Erzurumlu Behçet Mahir’in sesini dinletince, bildirisine kaynak olan malzemeyi Ahmet Edip Uysal’dan aldığını anlamıştım. Walker’den sonra da ben bildirimi okumuştum.             Öğle yemeğini, üniversite hocalarının kafeteryasında yemiştik. Bir balık, yanında garnitür sebze ve tatlı için, 1.04 Sterlin ödemiştim. Sonra çarşıya çıkıp, Nail Tan’ın banyo için verdiği filmi banyosu için fotoğrafçıya bırakmıştım.             Öğleden sonraki kongre çalışmaları 5 ayrı salonda ve seksiyonda yapılmıştı. Akşam ise, iki ayrı resepsiyon verilmişti. İlki Edinburgh Üniversitesi’nin “Old College”nin Upper Library Hall’deki resepsiyonu idi. Saat 17.15’deki bu resepsiyonda konukları rektör karşılamıştı. Orada ayaküstü bir şeyler yudumlarken, kimi yabancı bilim adamlarıyla tanışmıştık. Çin asıllı bir Amerikalı bilgin, benim bildirimle ilgilenerek, Çin halk edebiyatında da bizdekine benzer unsurlar bulunduğunu söylemişti. Yıllar sonra Çin’e yaptığım seyahatte, Çin’de de, bizim halk ozanlarının icra ettikleri sanatı icra eden, halk sanatçılarının olduklarını görmüştüm.             Günün ikinci resepsiyonu ise Edinburgh Konsülü (Vali ve Belediye Başkanı) Lord Provost’un resmikabulü idi. George Street’teki vilayet binasına girince görkemli bir manzara ile karşılaşmıştık. Çok geniş ve süslü salonun ortasında konsül, eşiyle birlikte duruyordu. Consül geleneksel resmi giysileri içindeydi. Sağ ve solunda 10’ar kişilik iki kadınlı erkekli grup vardı ki bunlar resmi giysili idiler. Arkalarında ise caz orkestrası vardı. Önlerinde bir mikrofon, mikrofonda teşrifat memuru bulunuyordu. Konuklar, birerli kolda consülün önünden geçerlerken gerek consül, gerekse eşine “merhaba” diyorlardı. Onlar ise konuklara yakınlık göstermeye çabalıyorlardı. Teşrifatçı, konsülün elini sıkan kişinin, sadece memleketini söylemekle yetiniyordu. Bu iş bittikten sonra consül bir konuşma yapmış; konuşmasında Edinburghlu olmakla övündüklerini vurguladıktan sonra, yaptıkları çalışmalar ve Edinburgh hakkında bilgiler vermişti. Onun ve Uluslar arası Halk Hikayecileri Derneği Başkanının konuşmalarından sonra Consül, yanındakilerle birlikte çıkıp gitmişti.             Kapıda görünen kadın garsonların ellerindeki tepsilerde sadece şarap ve limonata vardı. Bir süre sonra da self-servis, yemek başlamıştı. O arada kenardaki bir büfede, içki ve meşrubat satılmakta olduğunu görmüştüm! Bu durumu biraz yadırgamıştım ama sonradan düşündüğümde, uygulanması gereken bir keyfiyet olduğu kanısına varmıştım. Zira kimileri, bedava içkiyi bulunca, sızıncaya kadar içiyorlar ve olay çıkarıyorlardı!..             Resepsiyon esnasında İskoçya halk oyunları da seyredebilme olanağı bulmuştuk. Kongre sekreteri Alan Bufford, resepsiyona İskoç millî kıyafetleriyle gelmişti. Resepsiyonda Süleyman Kazmaz, bir İtalyan profesörle münakaşa etmişti. Nedeni ise, bu densiz İtalyan’ın, “Türk kültürü diye bir kültür yoktur; sadece İslâm kültürü vardır” demiş olmasıydı.             Daha sonra otobüsle Pollock Hall’e gelip odalarımızda istirahate çekilmiştik.             Ertesi sabah Edinburgh’a yağmur yağıyordu. Resepsiyondan bir adaptör bulup, traş olmuştum ama bunun için 1 Sterlin adaptör kirası; 5 peni de elektrik cereyanı için ödemiştim. Ahmet ve Süleyman hocalar Appleton Tower’da bildirileri dinliyorlardı. Daha sonra ben de oraya geçerken, görkemli yüzme havuzunu görmüştüm. Her yaştaki insanın yararlanabildiği bu yüzme havuzu hava durumuna göre ısıtılıyordu. Bu görkemli yapı içinde 3 havuz vardı. Bunlardan birisi, tramplenle atlamak için; öteki büyükler ve erkekler için; diğeri de daha çok kadınlarla çocukların yararlandıkları ve alan olarak en geniş olan havuzdu.             Geldiğim andan itibaren İskoçya’da şunu görmüştüm: Buradaki insanlar, özellikle gençler çok sağlıklı, bakımlı ve besili idiler. Çirkin kız görmemiştim ama güzellik kraliçeliğine aday gösterilebilecek kadar güzel olanı da yoktu! O kadar ki, garson veya temizlik işçisi olarak çalışan kızlar dahi güzel idiler. Havuzdaki kızları görünce bu konudaki kanaatim daha da pekişmişti. Pırıl pırıl ciltli, muntazam vücutlu idi bütün kızlar…             Havuza giriş için, dışarıdaki giriş kapısının hemen içerisindeki gişelerden bilet almak gerekiyordu. Ayrıca bu gişelerden mayo kiralamak da mümkündü. İçeride geniş bir de cafe vardı. Bu havuzlarda yüzme yarışları da yapılıyordu. Böylesi bir havuzu daha önce Almanya’nın Sindelfingen kentinde görmüştüm.             O gün öğle yemeğini Prof. Walker, Prof. Uysal ve Kazmaz’la birlikte Appleton Tower’ın karşısındaki öğrenci sitesindeki yemekhanede yemiştik. Bu yemekhaneyi de gördükten sonra, öğrenciye ne denli önem verildiğini daha iyi anlamıştım. Burada bir kafeterya ve her türlü yemek vardı. Ayrıca bir de cafe bulunuyordu. Öğrenci için gerekli her şeyin yanı sıra banka şubesi bile açılmıştı. En ilginci ise, binanın girişinde kocaman bir çerçeve içinde, öğrencilerin tüm sorunlarının çözümü için görevli olan kişilerin adresleri ve telefon numaraları yazılıydı. Örneğin bir öğrenci alkolik veya uyuşturucu bağımlısı ise, onun sorununa da hemen çözüm getiriliyordu. Hatta bir öğrenci karşı cinsten birisiyle sevişmek için streslere giriyorsa ya da gay veya lezbiyen ise, ona da insanca muamele edilip; gereksinimi karşılanıyordu!..             Bizim hocalar, bildirileri izlerken ben, Edinburgh’un en büyük ve en geniş caddesi olan Princes Street’e, sonra da bu caddeye parelel George Street’te dolaşıp, mağazalara girip çıkmıştım. Yürümekten ayaklarımın tabanı şişmişti ve yağmur çiseliyordu ki, Pollock Halls’e dönmüştüm.             Akşam yemeğinden sonra Süleyman Kazmaz ile birlikte, bir süre daha şehirde dolaştıktan sonra istirahate çekilmiştik. Edinburg kalesine girişteki nöbetçi askerle…  
Ekleme Tarihi: 01 Aralık 2022 - Perşembe

İ S K O Ç Y A -2-

İ S K O Ç Y A -2-

MİLLİ MAÇIN HATIRLATTIĞI GEZİ

 

            EDİNBURG

            11 Ağustos 1979 günü akşam saatlerinde, İskoçya’nın başkenti Edinburgh’a gelmiştik. Bizim için üniversitede odalar tahsis edilmişti. Bunlar temiz, bakımlı, yarı lüks odalardı ve biz Edinburgh’ta kaldığımız süre içinde çok rahat etmiştik. Üstelik delegelerin çoğu, büyük paralar ödeyerek otellerde kalmışlar, biz ise, Ahmet Edip hocanın sağladığı burs ile İskoçya seyahatini bedavaya getirmiştik.  Bizi kongreye davet edenler, “Pollock Halls of Recidence” denilen mekânda ağırlamışlardı. Ben “Ewing House” adlı binanın 1. Katındaki 111 numaralı odaya yerleşmiştim. Binaların ortasında mükemmel bir de yüzme havuzu bulunuyordu. Bahçe tanzimi de çok güzeldi. Kısacası suyu da havası da bol ve güzel olan, harika bir mekânda birkaç gün kalacaktık. Yemeğimizi de üniversite restoranında yemiştik. Burada yemekler hem daha nefis hem de ucuzdu. O gün kendimize balıklı bir akşam yemeği ziyafeti çekmiştik.

            Odalarımıza yerleştikten sonra Ahmet Edip hocanın Nijeryalı bir dostu ile birlikte kent içinde dolaşmaya çıkmıştık. Yürüyerek bir hayli gezmiş ve kimi bilgiler edinmiştik. Örneğin birçok maddenin fiyatlarını öğrenmiştik. Kimi şeyler bize göre daha pahalı, kimileri ucuzdu. O günlerde ucuzluk da başlamıştı.

            Edinburg, bir üniversite kentiydi. Eski ve tarihi bir şehirdi. Eski ve ilginç mimarisi olan binalar çoğunluktaydı. Kızlar güzel, oğlanlar yakışıklıydı. Şehir merkezinde 1 milyon dolayında insan yaşıyordu. Tren istasyonu çok güzel ve bakımlıydı. Kentin temizliği, Londra’ya nazaran daha iyiydi. Gençler çok heyecanlıydı ve bağıra çığıra konuşuyorlardı. Kızlar geç saatlere kadar dışarıdaydılar. Birahaneler tıklım tıklım doluydu. Ve Edinburgh’ta kıştan kalma bir hava vardı. Kent içinde, üniversite hocalarına ait olan bir lokale gidip oturmuş ve bir şeyler içmiştik.                

            Ertesi sabah, kapkara bir havaya gözlerimizi açmıştık. Yağmur yağacak mı, yağmayacak mı belli değildi. Dün bir ara güzel yüzünü gösteren güneş, bugün de doğacak mı, doğmayacak mıydı? İskoçya’da kaldığım süre içinde bu ülke insanları için şöyle demiştim: “Güneşe hasret kalan insanlar!..”

            Daha sonra Amerika’da da karşıma çıkan priz sorunu, ilk olarak Edinburgh’ta karşıma çıkmıştı. Buradaki elektrik sistemi ve kullanılan araçlar farklıydı. Dolayısıyla traş makinemin fişi buradaki prizlere girmiyordu. Bu nedenle adaptör gerekiyordu.

            Saat 10.30’da kongre çalışmalarının yapılacağı binaya giderek kaydımızı yaptırmıştık. O arada bildiri özetleri kitabını, programı falan da almıştık. Tabii kongrenin sekreteri Prof. Dr. Alan Bruford ile de tanışmıştım.

 

            Şehir Turu

            Öğle yemeğinden sonra, düzenlenmiş olan şehir turuna çıkmıştık. Otobüsle, Edinburg’un hemen hemen bütün caddelerinden geçmiş ve önemli yerleri görmüştük. Krallığa ait ünlü ve önemli “Holyrood Palace”a girip gezmiş; kraliçenin yatak odasını, yatağını, kendisine ve yakınlarına ait tabloları görmüştük. Sonra yine kent içinden geçerek, “Kale”ye çıkmıştık. 15. yüzyılda inşa edilen ama her çağda onarılan kale, gerçekten çok sağlam olarak duruyordu. Yani bugün bile bu kaleden yararlanabilmek mümkündü. Kalenin önünde ilginç (otantik) giysili askerler nöbet tutuyorlardı. Bu askerlerin yanında, herkes gibi ben de fotoğraf çektirmiştim. Bu arada kaledeki “köpek mezarlığı”nı görünce şaşırıp kalmıştım!.. Kalenin girişindeki festival alanı ise, son derece isabetle seçilmiş bir yerdi.

            Londra’da olduğu gibi, Edinburgh’da da iki katlı otobüsler, şehir içi ulaşımı sağlıyorlardı. Tura katılanlar arasında, daha önce çeşitli toplantılardan tanıdığım halkbilim uzmanları vardı. Bunlar arasında Macar dostumuz Vilmoş Voight ile kucaklaşmıştık… Bizim gibi kaleyi gezmeye gelen çok sayıda turistler de görmüştük.

            Uysal ve Kazmaz hocalarla, akşam yemeğinden sonra da kent merkezine gidip gezmiştik. Daha önce uğradığımızda, bir haftalığına üye olduğumuz, üniversite profesörler kulübüne giderek birer kadeh viski içmiştik. Daha sonra, gezmekten yorulduğumuz bir sırada bir de birahaneye girmiş ve hem oradaki havayı teneffüs edip içeridekileri izlemiş; hem de birer bira içmiştik. Yürüyerek, Pollock Hall’e geldiğimizde saat 24.00 olmuştu…

            Muhteşem bir üniversite

            Kral Arthur Tepesi’nin eteğindeki Edinburgh Üniversitesi tesisleri gerçekten muhteşemdi. Her yer ve her şey güzeldi, temizdi ve rahattı. Bu üniversiteye dünyanın her yerinde öğrenciler geliyordu. Ama ücretler oldukça pahalıydı. Tanıştığımız İranlı bir öğrenci, bir yıl için üniversiteye 1000 Sterlin ödediğini söylemişti. Ayrıca konakladığı odaya haftada 18 Sterlin ödüyordu. Güney Azerbaycanlı genç yemek için de günde 1 Sterlin harcıyordu. Kuşkusuz bunların dışında zorunlu masrafları da oluyordu.

            Ertesi sabah saat 09.30’da Kongrenin açılış toplantısı başlamıştı. Bu tüm delegelerin katıldığı müşterek toplantıydı. Kimi bölgeler adına, kimi delegelerin yaptıkları açış konuşmalarından sonra kahve molası verilmişti. Saat 11.00’de de 3 Seksiyon halinde kongre çalışmaları başlamıştı. 3 numaralı salonda, benim 3. sırada konuşmam olacaktı. İlk konuşmacı gelmeyince, 2. sıradaki ABD’li Prof. Dr. Walker, Türk halk edebiyatı ile ilgili bildirisini sunmuştu. Meddahlardan ve halk hikayecilerinden falan bahsedip, bir de Erzurumlu Behçet Mahir’in sesini dinletince, bildirisine kaynak olan malzemeyi Ahmet Edip Uysal’dan aldığını anlamıştım. Walker’den sonra da ben bildirimi okumuştum.

            Öğle yemeğini, üniversite hocalarının kafeteryasında yemiştik. Bir balık, yanında garnitür sebze ve tatlı için, 1.04 Sterlin ödemiştim. Sonra çarşıya çıkıp, Nail Tan’ın banyo için verdiği filmi banyosu için fotoğrafçıya bırakmıştım.

            Öğleden sonraki kongre çalışmaları 5 ayrı salonda ve seksiyonda yapılmıştı. Akşam ise, iki ayrı resepsiyon verilmişti. İlki Edinburgh Üniversitesi’nin “Old College”nin Upper Library Hall’deki resepsiyonu idi. Saat 17.15’deki bu resepsiyonda konukları rektör karşılamıştı. Orada ayaküstü bir şeyler yudumlarken, kimi yabancı bilim adamlarıyla tanışmıştık. Çin asıllı bir Amerikalı bilgin, benim bildirimle ilgilenerek, Çin halk edebiyatında da bizdekine benzer unsurlar bulunduğunu söylemişti. Yıllar sonra Çin’e yaptığım seyahatte, Çin’de de, bizim halk ozanlarının icra ettikleri sanatı icra eden, halk sanatçılarının olduklarını görmüştüm.

            Günün ikinci resepsiyonu ise Edinburgh Konsülü (Vali ve Belediye Başkanı) Lord Provost’un resmikabulü idi. George Street’teki vilayet binasına girince görkemli bir manzara ile karşılaşmıştık. Çok geniş ve süslü salonun ortasında konsül, eşiyle birlikte duruyordu. Consül geleneksel resmi giysileri içindeydi. Sağ ve solunda 10’ar kişilik iki kadınlı erkekli grup vardı ki bunlar resmi giysili idiler. Arkalarında ise caz orkestrası vardı. Önlerinde bir mikrofon, mikrofonda teşrifat memuru bulunuyordu. Konuklar, birerli kolda consülün önünden geçerlerken gerek consül, gerekse eşine “merhaba” diyorlardı. Onlar ise konuklara yakınlık göstermeye çabalıyorlardı. Teşrifatçı, konsülün elini sıkan kişinin, sadece memleketini söylemekle yetiniyordu. Bu iş bittikten sonra consül bir konuşma yapmış; konuşmasında Edinburghlu olmakla övündüklerini vurguladıktan sonra, yaptıkları çalışmalar ve Edinburgh hakkında bilgiler vermişti. Onun ve Uluslar arası Halk Hikayecileri Derneği Başkanının konuşmalarından sonra Consül, yanındakilerle birlikte çıkıp gitmişti.

            Kapıda görünen kadın garsonların ellerindeki tepsilerde sadece şarap ve limonata vardı. Bir süre sonra da self-servis, yemek başlamıştı. O arada kenardaki bir büfede, içki ve meşrubat satılmakta olduğunu görmüştüm! Bu durumu biraz yadırgamıştım ama sonradan düşündüğümde, uygulanması gereken bir keyfiyet olduğu kanısına varmıştım. Zira kimileri, bedava içkiyi bulunca, sızıncaya kadar içiyorlar ve olay çıkarıyorlardı!..

            Resepsiyon esnasında İskoçya halk oyunları da seyredebilme olanağı bulmuştuk. Kongre sekreteri Alan Bufford, resepsiyona İskoç millî kıyafetleriyle gelmişti. Resepsiyonda Süleyman Kazmaz, bir İtalyan profesörle münakaşa etmişti. Nedeni ise, bu densiz İtalyan’ın, “Türk kültürü diye bir kültür yoktur; sadece İslâm kültürü vardır” demiş olmasıydı.

            Daha sonra otobüsle Pollock Hall’e gelip odalarımızda istirahate çekilmiştik.

            Ertesi sabah Edinburgh’a yağmur yağıyordu. Resepsiyondan bir adaptör bulup, traş olmuştum ama bunun için 1 Sterlin adaptör kirası; 5 peni de elektrik cereyanı için ödemiştim. Ahmet ve Süleyman hocalar Appleton Tower’da bildirileri dinliyorlardı. Daha sonra ben de oraya geçerken, görkemli yüzme havuzunu görmüştüm. Her yaştaki insanın yararlanabildiği bu yüzme havuzu hava durumuna göre ısıtılıyordu. Bu görkemli yapı içinde 3 havuz vardı. Bunlardan birisi, tramplenle atlamak için; öteki büyükler ve erkekler için; diğeri de daha çok kadınlarla çocukların yararlandıkları ve alan olarak en geniş olan havuzdu.

            Geldiğim andan itibaren İskoçya’da şunu görmüştüm: Buradaki insanlar, özellikle gençler çok sağlıklı, bakımlı ve besili idiler. Çirkin kız görmemiştim ama güzellik kraliçeliğine aday gösterilebilecek kadar güzel olanı da yoktu! O kadar ki, garson veya temizlik işçisi olarak çalışan kızlar dahi güzel idiler. Havuzdaki kızları görünce bu konudaki kanaatim daha da pekişmişti. Pırıl pırıl ciltli, muntazam vücutlu idi bütün kızlar…

            Havuza giriş için, dışarıdaki giriş kapısının hemen içerisindeki gişelerden bilet almak gerekiyordu. Ayrıca bu gişelerden mayo kiralamak da mümkündü. İçeride geniş bir de cafe vardı. Bu havuzlarda yüzme yarışları da yapılıyordu. Böylesi bir havuzu daha önce Almanya’nın Sindelfingen kentinde görmüştüm.

            O gün öğle yemeğini Prof. Walker, Prof. Uysal ve Kazmaz’la birlikte Appleton Tower’ın karşısındaki öğrenci sitesindeki yemekhanede yemiştik. Bu yemekhaneyi de gördükten sonra, öğrenciye ne denli önem verildiğini daha iyi anlamıştım. Burada bir kafeterya ve her türlü yemek vardı. Ayrıca bir de cafe bulunuyordu. Öğrenci için gerekli her şeyin yanı sıra banka şubesi bile açılmıştı. En ilginci ise, binanın girişinde kocaman bir çerçeve içinde, öğrencilerin tüm sorunlarının çözümü için görevli olan kişilerin adresleri ve telefon numaraları yazılıydı. Örneğin bir öğrenci alkolik veya uyuşturucu bağımlısı ise, onun sorununa da hemen çözüm getiriliyordu. Hatta bir öğrenci karşı cinsten birisiyle sevişmek için streslere giriyorsa ya da gay veya lezbiyen ise, ona da insanca muamele edilip; gereksinimi karşılanıyordu!..

            Bizim hocalar, bildirileri izlerken ben, Edinburgh’un en büyük ve en geniş caddesi olan Princes Street’e, sonra da bu caddeye parelel George Street’te dolaşıp, mağazalara girip çıkmıştım. Yürümekten ayaklarımın tabanı şişmişti ve yağmur çiseliyordu ki, Pollock Halls’e dönmüştüm.

            Akşam yemeğinden sonra Süleyman Kazmaz ile birlikte, bir süre daha şehirde dolaştıktan sonra istirahate çekilmiştik.

Edinburg kalesine girişteki nöbetçi askerle…

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve silifkesesimiz.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.

deneme bonusu veren siteler deneme bonusu deneme bonusu https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren bahis siteleri youtube mp3 blossomtips.com