İSVEÇ VE FİNLANDİYA’NIN NATO ÜYESİ OLMALARINA İZİN VERDİK…
Türkiye, NATO’nun sözü dinlenen, güçlü bir ülkesidir. ABD’nden sonra en güçlü orduya da sahip olmamız, NATO içindeki gücümüzün teminatıdır.
Kıbrıs Barış Harekâtından sonra ülkemiz arzu ettiğini alınca, kıskanç ve her vesileyle bizimle sürtüşmeye meraklı olan komşumuz Yunanistan, Türkiye’ye müdahale etmeyen NATO’dan çıktı. Ancak daha sonra ABD’nin de girişimleriyle, o tarihteki askeri yönetiminde başındaki Kenan Evren, hiçbir karşılık beklemeden, Yunanistan’ın tekrar NATO’ya girmesine izin verdi!.. Bu Devletimizin yaptığı büyük bir hata idi…
Şimdi de NATO zirvesinde, Hükümetimiz, İsveç ile Finlandiya’nın üye olmalarına izin verdi. Tabii Devletimizin yönetenler, konuyu çok yönlü inceledikten sonra karar vermişlerdir. Ama benim kişisel kanaatim o idi ki; bir süre daha bu iki ülkeyi içeriye almayıp kapıda bekletmemiz gerekirdi…
Çünkü Türkiye dışında ülkemizin aleyhinde faaliyette bulunan kimi kişilerle, örgütlere, bu iki ülke kol-kanat germekte idi… Örneğin Finlandiya, T.C. pasaportu ile ülkesine gelen turistlere dahi insanca davranmıyorlardı…
Ben bu iki ülkeden İsveç’e birkaç, Finlandiya’ya da bir kez gittim, gezdim, gördüm ve notlar aldım. Bu notlarımdan bir kısmını, gazetemizin değerli okurlarıyla paylaşmak istiyorum…
İ S V E Ç
-I-
Romanya’da katıldığım etkinlik sona ermişti ve ben oradan, Danimarka’ya, İsveç’e ve Norveç’e gidecektim. Bükreş’te bindiğim uçak, 2 Saat 15 Dakikalık uçuştan sonra, Kopenhag’ın muhteşem hava alanına inmişti. Elimdeki hususi (yeşil) pasaporta saygı gösteren Danimarka polisi, bekletmeden geçmeme izin vermiş ve Danimarka’ya girmiştim.
Beni karşılamaya gelen Makedonyalı dostlarım, Rasim Zülfovski ile Avni Arif’le kucaklaşmış ve Rasim’in Ford’u ile kent merkezine gelmiştik. Burada bir süre dolaşıp oyalandıktan sonra, Rasim’le vedalaşıp, Avni ile birlikte, deniz otobüsüne atlayıp Malmö’ye geçmiştik. Böylelikle 06 Ekim 1999 Tarihinde İsveç topraklarına ayak basmıştım.
M A L M Ö
O tarihte İsveç, hususi pasaport taşıyan Türk vatandaşlarına da vize uyguluyordu. Bu nedenle ben Ankara’daki İsveç Büyükelçiliği’nden vize almıştım. Ne var ki Malmö limanından ülkeye girerken, bana ne kimliğimi, ne de pasaportumu soran olmamıştı!..
Limandan bir taksiye atlayıp Avni’nin evine gitmiştik. Evde eşi Gülümser hanımla birlikte çocukları karşılamışlardı. Aile beni sıcak karşıladığı gibi, yatak odalarını da bana tahsis etmek lûtfunda bulunmuştu. Hazırlanan sofraya oturup yemek yemiş; uydudan seyredilebilen Türk televizyon kanallarına bakmış ve yatmıştık.
Ankara’da sabahları geç kalkan ben, nedense yurt dışında sabahın erken saatlerinde uyanmaktayım. İlk Malmö sabahında saat 06.00’da uyanmış; aile bireylerinin mışıl mışıl uyuduklarını görünce de, 07.35’te kalkmıştım. Hava kapalı ve serindi. Kahvaltıdan sonra Avni’yle çıkıp yürümüş, T.C.’nin desteğiyle oluşturulan ve “Ulu Cami” adı verilen güzel camiyi ziyaret etmiş, imamla da görüşmüştüm. Burada, özellikle Türk çocukları için Kur’an kursu düzenlenmekte olduğunu memnuniyetle öğrenmiştim. Bir başka memnuniyetimin sebebi ise, Malmö’de 3 Caminin oluşu idi.
Avni Arif
Malmö’de Türk, Türkmen, Kürt, Prespa Türkleri gibi toplulukların kurdukları dernekler vardı. Bunlardan Makedonya Türklerinin kurmuş olduğu Prespa Türkleri Derneği’ni ziyaret ederek, buradaki gençlerle sohbet etmiştik. Avni, Ohrili idi. Ohri’de popüler bir kişi olan Avni, Öğretmen Vedat Hasan’ın kurduğu “Kardeşlik-Birlik” Folklor topluluğunun solisti idi ve Türk Sanat Müziğine âşıktı. Güzel sesiyle, özellikle, Zeki Müren şarkılarını okurdu. Aynı zamanda fotoğraf sanatçısı idi. Sonraları birçok hemşehrisi ve yurttaşı gibi o da yaşamını İsveç’te sürdürmeye karar verip; Prespa Türkleri’nin yoğunlukta olduğu Malmö’de kendisine iş bulmuştu.
Ohri Kardeşlik-Birlik halk oyunları topluluğunu birkaç kez Türkiye’ye davet etmiştim ve bu toplulukta yer alan gençlerin hepsini de tanıyordum. Bu gençlerin önemli bir kısmı, hayatlarını yurt dışında idame ettiriyorlardı. Örneğin, grubun baş çalgıcısı ve tüm çalgıları aynı ustalıkla çalabildiği gibi; Türkçe, Arnavutça, Makedonca şarkıları aynı güzellikte okuyabilen Zekai Sadık, Danimarka başkentinde yaşıyordu ve Malmö’ye gelmeden önce onunla, Kopenhag’da görüşmüştüm. Prespa Türkleri lokalinde de Yüksel Rahman, Fikri ve Necat gibi bazı gençlerle karşılaşmıştım. Yüksel, topluluğun kanun sanatçısı ve Ohri’deki ünlü Palas Otelinin resepsiyon şefi Cemal Rahman’ın kardeşiydi… Bütün bu çocuklar, Avrupa’nın en zengin ülkesi sayılan İsveç’te tırnakları ile toprağı kazıyarak, ekmek parası kazanıyorlardı.
Avni Arif 1950 yılının Aralık ayında Ohri’de doğmuştu. 7 çocuklu yoksul bir ailenin, üçüncü çocuğu idi. Esasen, Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünden sonra, Makedonya topraklarında kalan ve evlâd-ı fatihan denilen Türkler, büyük ölçüde geçim sıkıntısı çekmişler ve pek çoğu da, anayurt dedikleri Türkiye’ye göç etmişlerdi. Avni’nin ailesi ise, ne olursa olsun, doğduğu topraktan ayrılmamaya karar veren ailelerden birisiydi.
Avni, 8 yıllık ilkokulu, Türkçe okuyarak bitirmişti. Başarılı bir öğrenci olmasına rağmen, maddî imkânsızlık nedeniyle öğrenimini sürdürememiş, ağabeyi ile birlikte birkaç yıl, boyacılık yaparak, ailenin geçimini temin etmeye çalışmıştı. Öte yandan sanat, kültür ve spor gibi, kimi hobileriyle meşgul oluyordu. Örneğin hentbol oynuyor; fotoğraf sanatını öğreniyor; müzik ve halk oyunları ile ilgileniyordu.
Ağabeyi ile birlikte ailenin geçim standardını yükselttikleri sırada, ağabeyini askere çağırmışlardı. Ne var ki ağabey askere giderse, işler yatacak ve yine geçim sıkıntısı başlayacaktı! Bunun üzerine aile meclisi toplanarak, ağabeyinin yerine, Avni’nin askere gitmesine karar vermişti. Nitekim daha 17. yaşını idrak ederken Avni asker olmuş; 18 ay süreyle askerlik yaparken, sadece bir kez, üç haftalık izine gelebilmişti. Askerlik dönüşünde ise, annesinin de çalıştığı araba fabrikasında transport işine alınmıştı. Orada dörtbuçuk yıl çalıştıktan sonra, 1974 yılında Danimarka’ya gidip 3 ay kalmış ve Ohri’ye dönmüştü. Ama eski işine alınmamıştı!..
İşsiz kalan Avni, 3 yıl öğrenim gördüğü Meslek Okuluna yazılmış; fotoğraf sanatında da usta olmaya başlamıştı. İşte bu aşamada ben Avni’yi tanımıştım. Makedonya Türk gençlerinin çoğu gibi, yakışıklı ve o derecede de cana yakın, sempatik bir kişiydi. Her Ohri seyahatimde onunla buluşuyor; aramızdaki ağabey-kardeş ilişkisi gelişiyordu.
1978 Yılında annesinin ısrarıyla, Müberra hanımla evlenmiş ve bu evlilik tam 13 Yıl devam etmişti. Fakat bir çocuklarının dünyaya gelmeyişi ve şiddetli geçimsizlik yüzünden ayrılmışlar; Avni’de tası tarağı toplayıp, İsveç’teki Mensure ablasının yanına gitmişti. Burada Gülümser hanımla evlenmiş ve 1996 Yılında oğlu Aydın doğmuştu. Ne yazık ki bu evlilik de sürdürülememiş, böylelikle benim çok beğendiğim ve takdir ettiğim Avni-Gülümser evliliği de sona ermişti!..
Avni, 2002 Yılında Türkiyeli olan Nezaket hanımla evlenmişti ve mutluydu. Ama bu kez de Nezaket Hanım, Malmö’deki yaşantıyı beğenmiyor; Türkiye özlemiyle yanıp tutuşuyordu. Buna rağmen bu evliliğin sürmesini içtenlikle istiyordum, çünkü birbirlerine çok yakışmışlardı…
Sevgili Avni Malmö’de ağır işte çalışıyor ve zor para kazanıyor. Aile yaşamındaki zikzaklar da sık sık moralini bozuyor ama onu hayata bağlayan en önemli etken, musikiye olan tutkusudur. Boş zamanlarını gitar çalarak, şarkı söyleyip, konserler düzenleyerek geçiriyordu. Esasen o, daha 5 Yaşında iken musiki ile tanışmıştı. Merhum annesi kına gecelerinde türküler söyler, Avni de bunları hemen ezberlerdi. Bugün de eski Ohri türkülerinin hepsini bilmekte ve otantik biçimiyle de okumaktadır.
Avni 1988-1991 Yılları arasında, siyasetle de meşgul olmuştu. Türk Demokrat Partisi’nin Ohri Şubesi Yönetim Kurulunda görev yapmış ve Makedonya Türklüğü için mücadele vermişti. O’nun Makedonya Türklüğü için harcadığı çabalara ben de yakından tanık olmuştum. Avni gerçek bir Türk milliyetçisiydi; Türk’ü de, Türkiye’yi de çok seviyor ama tüm insanlara da saygı duyuyordu. Keza, belki beş vakit namaz kılmıyordu ama imanlı bir Müslümandı. Tüm bu özellikler ona, merhum babası tarafından kazandırılmıştı. O’nun bir başka özelliği ise; Balkan Türklerinin tamamı, İstanbul’un üç büyük takımını (BJK, FB ve GS) tutarlarken, o koyu bir Trabzonspor taraftarı idi.
Korona virüs belasının bütün dünyayı sardığı günlerde aldığım bir haberle sarsılmıştım. Çünkü Avni ölmüştü!..
Avni’nin evinde...