Adı sevilen
Taşucu’nda herkesin sevdiği tatlı dilli, güleç yüzlü, eli açık bir adamdı Ali Dedem… Bu şirin sahil beldesinin meydanında kahve (kıraathane) işletirdi.
Soyadı Kanunu çıktığında akrabalarının bir kısmı “Akış”ı tercih ederken, rahmetli dedem ‘Yörük’ü seçmişti. Zaman zaman Araplı’daki (Bolacalıkoyuncu) akrabalarını ziyarete gittiğimizde “bizim asıl kökenimiz burası” derdi.
Her sabah ezanla birlikte Sivrikuyu Sokak üzerinde, Reşadiye Camiinin yanında bulunan tek katlı mütevazı evinden çıkar, kahvesini erkenden açar, sabahçı müdavimlerini beklerdi. Müşterilerinin çoğu kendi akranları olan Taşucu’nun yaşlılarıydı. Gece uyku tutmayanlar ve yola gidecekler de Yörük Ali’nin kahvesine erkenden damlarlardı.
Halen hayatta olmayan Taşucu’nun ve çevrenin sevilen simaları dedemin kahvesinin müdavimleriydi. Bunlar arasında hatırlayabildiklerim; Hacı Kiya, Halil Dölek ve Kokucu… Onlarla tanışıp tatlı sohbetlerinde bulunabildiğim için kendimi bahtiyar addediyorum.
Müşterileri arasında Toros Dağlarında yaşayan, “tahtacı” dediğimiz Alevi kökenli Türkmen hemşehrilerimiz de vardı. Anlattığına göre isminden dolayı çay-kahve içmeye hep ona gelir ve büyük bir saygıyla “adını sevdiğimiz” diye iltifatlarda bulunurlarmış.
Fakir ama cömert
“Adı sevilen” büyükbabam Ali Yörük çok cömertti. Misafiri sever, evdeki akşam yemeklerine mutlaka yanında birilerini getirirdi. Yaz tatillerinde yanlarında kaldığım zamanlarda babaannem onun öğle yemeğini benimle gönderirdi. En sevdiği yemek patlıcandı. Çok sevdiği ve “Karı değil de bir maya” diye sık sık iltifat ettiği babaannem Emine, sabah işe giderken ona “koca, bugün ne pişireyim?” diye sorduğunda hiç usanmadan “patlıcan” derdi.
Çocukluğumuzda bize de bol bol harçlık verir, kahvesine uğradığımızda en güzel gazoz, kola ve meyve sularını içirirdi. Kendisi de sade gazozu çok sever ve şişeyi bir dikişte bitirirdi. Bizim ağır ağır içişimize de güler ve “ciğerleriniz zayıf!” diye takılırdı.
Titreyen ellerini iş önlüğünün ceplerine attığında bize para vereceğini anlar, sevinirdik. Yanına yardıma gittiğimde zaman zaman önlüğü bana takınca topladığım çay ve meşrubat paralarını buraya koyar, mutlu olurdum.
Malûm Mersin civarında kahvenin pişirildikten sonra fincana değil de çay bardağına konulması daha makbuldür. “Tarsusi” veya “tarz-ı hususi” denilen bu biçim dedemin kahvesinde de yaygın olarak kullanılırdı.
Dedemin ve diğer kahvecilerin kullandığı beyaz zemin üzerine kırmızı çizgilerin yer aldığı çay tabaklarını o günlerin anısına hâlâ çok sever, evimde mutlaka bulundurur ve kullanırım.
İlk ve son rakım
Çay ocağını kapatan büyük ahşap tezgâhının arkasında zaman zaman kendisi de "demlenip" çakırkeyf olurdu. Çay bardağında içtiği rakının yanında meze olarak genellikle balık yer alırdı.
Ziyaretine gittiğim bir gün renginden dolayı rakıyı merak edip “ne içiyorsun dede?” diye sorduğumda “Aslan sütü” dedi. Bu cevabın merakımı daha da artırdığını görünce biraz içirdi. Anasonun kesif kokusu ve acı tadından dolayı tiksinerek yüzümü ekşitince de mezesi balıktan bir parça ağzıma attı. Hayatımın ilk ve son rakısını/içkisini burada içmiş oldum.
Bu ne yaman çelişki
Adımın verildiği annemin babasını anlattığım “Adı verilen” adlı yazımda da bahsettiğim gibi rahmetli Rıfat Dedem beş vakit namaz kılan, gençliğinde kılamadığı namazları da hesaplatıp her gün çokça kaza namazı ifa eden birisiydi. Üstelik hali vakti gayet yerinde olmasına rağmen CHP’liydi. Rakı içen, namazsız niyazsız-arada bir cumaya giden-fakir Ali dedem ise Demokrat Parti/Menderes, Adalet Partisi/Demirel çizgisinin yılmaz bir takipçisiydi. Evindeki dolapta bulunan DP ve AP bayraklarıyla Menderes ve Demirel posterlerini arada çıkartıp bana gösterirdi.
Kahveciliğin yanı sıra bir dönem yaz aylarında pamuk kâhyalığı da yapmış, Taşucu-Silifke civarından bulduğu işçileri Çukurova’nın sarı sıcağına götürerek para ve pamuk kazanmalarına vesile olmuştu. Sert, işçileri ezen, adam kayıran, hak edişlerini çalan biri olmadığı için de o işçilerin yanında ayrı bir yeri vardı.
Gençliğinde ise at arabası ile Taşucu’ndan Silifke’ye yolcu taşırmış. O günkü şartlarda daha rahat bir yolculuk yapmak isteyenler geceden haber gönderip arka tarafı ayırtırlarmış. Dedemin tarihi Reşadiye Camiinin yanına yaptırdığı bir at arabası geçecek büyüklükteki yolu halen kullanıyoruz.
Malda mülkte gözü olmayan dedem günübirlik yaşamayı ve kazandığını yemeyi severmiş. Hiçbir yer satın almamış. Oturduğu evi de birisi zorla, çok uygun şartlarda ona vermiş. Buraya taşındıklarında babaanneme “Karı, tavanın şurası akarsa burada yatarız. Burası da akarsa orada yatarız” dermiş.
Eski dönemlerde yayla olarak Sertavul’a göç ettiklerini anlatan dedem daha sonra birçok Taşuç’lu gibi Gülnar yolundaki Gökbelen Yaylasını tercih etmeye başlamıştı. Yazları Taşucu’ndaki işyerini kapatıp burada kahvecilik yapar, serin çınarlar altındaki mekânına gelenleri tatlı dili, güler yüzüyle karşılar, onlara nefis çayından ikram ederdi.
Rahmetli dedem, İzmir’e babamları ziyarete geldiğinde Basmane Kapılar’daki eve en yakın kahveye gitmiş. Ancak Akdeniz sıcaklığını orada bulamamış. Birkaç gün sonra yine kimse muhabbet etmeyince kahveciye “Yahu insan hiç olmazsa ‘tevellüdün (doğum tarihin) kaç?’ diye sorar. Siz nasıl kişilersiniz?” diye çıkışınca onu şaşırtan bir cevap almış: “Bana ne kardeşim senin tevellüdünden? Ben akşama kadar burada yüzlerce kişiyle uğraşıyorum”
İskele akşamları
Yazları çok sıcak ve nemli geçen Taşucu’nun sivrisineği meşhurdu. Maalesef kökü halen kurutulamadı. Dedemlerde kaldığımız günlerde akşam yemeği dışarıdaki yer sofrasında güneş batmadan yani sivrisinekler mesaiye başlamadan hızlıca yenir, “Kov” marka sivrisinek uzaklaştırıcı yapışkan ilaç vücudumuzun açıktaki bölgelerine sürülür ve doğruca “İskele”ye gidilirdi. Taşucu’nun bir diğer adı olan İskele, liman bölgesinin adıydı. Gemilerin ve teknelerin yanaşması için deniz üzerine inşa edilmiş uzun, beton bir yapıydı. Burada pek sivrisinek olmadığından tüm Taşucu ahalisi yaşlısı, genci akın eder, kimisi oltayla balık avlar, kimi çekirdek çitleyip çay içer, unutulmaz muhabbetler yapılırdı.
Arabaların da girebildiği iskele elîm bir trafik kazasına sahne olunca araç girişine kapatılmıştı. Yıllar önce Gaziantep’teki futbol maçından dönen Antalyaspor taraftarı 4-5 kişi özel araçlarıyla memleketlerine dönerlerken o zaman çarşıdan geçen transit yol kenarındaki iskeleye –yol zannıyla- yanlışlıkla girerek denize uçup ölmüşlerdi.
Baş ustası
Çocukluğunda çok açıkgöz olduğu söylenen Ali Yörük, abilerinin halledemediği birçok işi pratik zekâsıyla çözermiş. Nitekim bize, çarşıya gidip berberi bulamadığı için tıraş olamayan abisinin elinden tutup “baş ustası nerede?” diye sora sora berberi bulduğunu ve onu tıraş ettirdiğini gururla anlatırdı.
Tatlı muhabbeti ve anlattığı az bilinen fıkra ve hikayelerle çok sevilen dedem bu özelliğiyle Taşucu sosyetesine otomatikman dahil edilmiş. Arkadaşı “Kambur Muazzez” lâkaplı neşeli hanımın da renk kattığı ev sohbetleri bazen sabaha kadar sürermiş.
Yörük genetiği
90 yıl kadar yaşayan dedem son yıllarında bile tarak taşır, yaşına göre oldukça gür saçlarını tarardı. Rahmetli babam ve amcam da yaşlarını pek göstermezlerdi. 4 Nisan 1953 tarihinde batan Dumlupınar Denizaltısından sağ kurtulan dört kişiden biri olan babamın amcaoğlu rahmetli emekli deniz astsubayı Hüseyin Akış da yaşını hiç göstermeyenlerdendi. 100 yaşına yaklaşmasına rağmen Türkiye’nin dört bir yanındaki Dumlupınar anma programlarına katılıp, konuşmalar yapardı.
Hafızası da çok güçlü olan Yörük Dedem, askerlikte kullandığı mitralyözün parçalarını biz torunlarına tek tek sayardı. (Dersim/Şeyh Sait isyanı/1925)
Rahmetli dedemin kalp ve yüksek tansiyon rahatsızlığı vardı. “Trinitrin” isimli kalp ilacını sürekli yanında taşırdı. Birkaç kez kalp krizi geçirmiş, birkaç kez de sekerat (Yörükçe zekaret) hali yaşamış, ancak “ölecek” diye kendisini son kez görmeye gelen birçok yaşıtı arkadaşının da cenazelerinde bulunarak son görevini yapmıştı.
Yörük de Ali’yi seçtin mi?
Şimdilerde Aydın/Nazilli yöresinden meşhur “Yörük Ali” türküsünü her duyuşumda rahmetli Ali Dedem aklıma gelir ve gözlerim doluverir. Ve bu türküyü, sözlerini halen Taşucu Mezarlığı’nda yatan dedeme ve memleketim Silifke’ye uyarlayarak şöyle söylerim;
Sertavul’dan geçtin mi? / Soğuk da sular içtin mi?
Yörüklerin içinde / Yörük de Ali'yi seçtin mi
Hey gidinin efesi efesi / Efelerin efesi
Gökbelen’in çeşmesi / Ne hoş olur içmesi
Yörük de Ali'yi sorarsan / Efelerin seçmesi
Hey gidinin efesi efesi / Efelerin efesi
Cepkeninin kolları / Parıldıyor pulları
Yörük de Ali geliyor/ Açıl Taşucu yolları
Hey gidinin efesi efesi / Efelerin efesi