BAŞKENTTEN SELAM
TEMİZ İNSANLAR ÜLKESİ KARDEŞ PAKİSTAN VE KEŞMİR SORUNU
Bilindiği gibi “pak” temiz demektir. Pakistan ise, “Temiz İnsanlar Ülkesi” anlamını içerir. Bu ülkenin, Türk Milleti nezdindeki önemi çok büyüktür. Zira orada milyonlarca kandaşımız, candaşımız yaşamaktadır. Bu nedenledir ki, Pakistan’a giden bir kişi, orada, hiçbir ülkede göremeyeceği itibarı, sevgiyi, saygıyı görecektir.
60 yıl önce bağımsız bir ülke olarak dünya coğrafyasında yerini alan bu ülkenin, istiklal sürecinde önemli yeri olan Allame Muhammed İkbal, 1930 yılında Allahabad’da, Müslüman aydınları bir araya getirdi. Bu toplantıda Pakistan’ın temelleri atıldı. 1933’de Cambridge’de öğrenci olan C.Rahmit Ali, “Ya şimdi, ya asla!” başlıklı bir broşür yayımlamış ve kurulacak olan İslam devleti’nin adının Pakistan olmasını önermişti. Hindistan’da, 1937 yılında yapılan seçimlerde Müslümanlar büyük bir zafer elde ettiler. Bu zafer Hinduları telaşlandırdı; yoksul Müslümanları da yanına alan Gandi yoğun bir propagandaya girişti. Bunun üzerine Muhammed Ali Cinnah harekete geçerek, Müslümanları yeniden örgütlendirdi. 23 Mart 1940’da Lahor’da toplanan Müslümanlar, Bağımsız Pakistan çözümünü benimsediler. 1945-1946 seçimlerinde Müslümanların durumları daha da güçlendi. Seçim sonuçları, Hindularla birlikte İngilizleri de telaşlandırdı. Zira Müslümanlar, bağımsız bir devlet kurma yolunda epeyce yol almışlardı.
1946 yılı Ağustos ayında Nehru’nun kurduğu hükümete Müslümanlar karşı çıktılar. Yer yer meydana gelen çatışmalardan sonra, ülke bir iç savaşa sürüklendi. Ekim ayında hükümete Müslümanlar da girdiler; ama çatışmalar önlenemedi.
Nihayet 14 Ağustos 1947’de Pakistan’ın bağımsızlığı ilan edildi. Bu, İngiliz Milletler Topluluğu çerçevesinde elde edilen bir bağımsızlıktı. Ama artık bir Bağımsız Pakistan Devleti kurulmuştu. Ülkenin Genel Valilik görevini, bir anlamda Devlet Başkanlığını Kaid-i Azam Muhammed Ali Cinnah üstlenmişti. Ne var ki bir yıl sonra, 1948 yılında bu büyük lider, hayata gözlerini yummuştu.
1956 yılında Kurucu Meclis’in kabul ettiği Anayasa ile birlikte tam bağımsız Pakistan İslam Cumhuriyeti ilan edildi. Ülkenin ilk cumhurbaşkanlığını General İskender Mirza üstlendi.
Pakistan Cumhuriyeti, sık sık hükümet ve cumhurbaşkanı değiştirdi; bu arada askeri darbeler oldu.
Şurası bir gerçektir ki; zaman zaman çok partili demokratik bir sisteme de bürünen Pakistan’da yönetim kimin ya da hangi siyasal partinin elinde olursa olsun; Türkiye’ye karşı uygulanan politikalar aynen devam etmektedir. Bu politika, kayıtsız şartsız, Türkiye’nin yanında yer almak ve her platformda Türkiye’yi desteklemektir. Nitekim, Birleşmiş milletler Genel Kurulunda yapılan müzakerelerde, Pakistan delegesi, Türk delegesiyle aynı doğrultuda oy kullanmaktadır. 1974 Kıbrıs Barış Harekatından sonraki gelişmelerde Pakistan, her şeye rağmen, Türkiye’yi desteklemiş ve sonraki aşamada KKTC’ni tanımıştır. Gerçi, ABD baskısı ve tehditleriyle, tanımanın resmi boyutu geri alınmıştır ama o günden bu yana, İslamabad’da, KKTC’nin temsilciliği bulunmaktadır.
Kardeş Pakistan Devleti’nin sorunları ile Türkiye’nin sorunları büyük ölçüde benzerlikler arz etmektedir. Türkiye’nin altını oymak, bölüp parçalamak için, sinsi sinsi çaba harcayan dış güçler; benzeri çalışmaları Pakistan’da da yapmaktadır. Örneğin, İngiltere ile A.B.D., sürekli olarak Pakistan’ın iç işleriyle oynamaktadır!...
Pakistan İslam Cumhuriyeti, 796,096 Km. karelik toprakları ve 100 milyonu aşan nüfusu ile dev bir ülkedir. Ekonomisi, sanayisi, tarımı, ticareti; ulaştırma, eğitim ve sağlık gibi önemli konularda kaydettiği aşamalar ile hızla büyüyen, dev bir ülke… Ve muhteşem tarih ve kültür hazineleriyle dolu dev bir ülke… Geçmişi binlerce yıl önceye dayanan Rawalpindi yakınlarındaki yazılı kayalar; İskitler, Parslar, Kuşanlar, Ak Hunlar, Persler, Türkler ve Timuroğulları’ndan kalan gizemli sanat abideleri… Ekber Şah’ın inşa ettirdiği kale; Cihangir, Şah Cihan, Evrenzeb’in Lahor’da inşa ettirdikleri sayısız eserler; yine Lahor’da Şah Cihan’ın yaptırdığı ünlü Şalimar Bahçesi…Türk asıllı Sultanların Sind Eyaletinde, Haydarabad yakınlarındaki anıt mezarlar…
Bütün bunlara bakınca görülüyor ki, Pakistan’da yaşayan insanlar, milletimizin kardeşleridir… Bu kardeşlerimiz Milli Mücadele yıllarında, dişlerinden tırnaklarından keserek topladıkları paraları, Mustafa Kemal Atatürk’e göndermişlerdir.
Kuşkusuz, Milletimiz bütün bunları unutmamıştır ve unutmayacaktır. Unutmamış olduğumuzun somut kanıtı, Pakistan’da meydana gelen her olumsuz durumlarda, halkımızın, yardım konusunda gösterdiği duyarlılıktır.
KEŞMİR
Hint Yarımadasında, Himalaya Dağlarının eteklerinde bulunan Keşmir, Doğu Türkistan ve Afganistan ile sınırdaştır. Bu bölgenin güneybatısında Pakistan, güneydoğusunda Hindistan, kuzeydoğusunda Tibet ve biraz da Tacikistan yer almaktadır. Özgür ve işgal altındaki Keşmir’in yüzölçümü toplam 100,569 Km.kare; nüfusu ise 10 milyonun üzerindedir. Bu özellikleriyle Keşmir, yeryüzündeki 184 devletin 87’sinden daha geniş bir alana sahiptir ve 114 devletten daha fazla sayıda insan yaşamaktadır.
Keşmir, kuzeyde Baldistan, güneyde Cammu, doğuda Ladak ve batıda Gilgit Eyaletlerine ayrılmaktadır. Buradan çıkan İndus, Celum ve Çenab gibi büyük ırmaklar, Pakistan’a doğru akar. Başkent Srinagar 1768 metre yükseklikte kurulmuş olup medrese, cami ve türbeleriyle ünlüdür. Diğer önemli yerleşim bölgesi olan Cammu, vadinin güneyinde yer alır. Denizden 1500-1800 metre yüksek olan Keşmir vadisinin verimli topraklarında pirinç, buğday, mısır ve arpa gibi tarım ürünleri yetiştirilir. Meyvecilik, hayvancılık ve ipek böcekçiliği de yapılan bölgede bakır, demir, çinko ve mermer madenleri çıkarılır. Keşmir, coğrafi ve doğal güzellikler bakımından dünyanın en güzel yerlerinden biridir.
Keşmir, Gazneli Mahmut, Cengiz Han ve Timur tarafından ele geçirilemedi. Hint Racalarının yanına paralı asker olarak giren Şah Mir Svati, becerileri sayesinde kısa zamanda yükselerek, Raca Sinha Deva’ya vezir oldu. Deva’nın ölümünden sonra Keşmir tahtını ele geçirerek bölgeye hakim oldu ve Keşmir Sultanlığı’nı kurdu. Şah Mir Svati’nin neslinden gelen sultanlar 1339-1589 yılları arasında bölgeyi yönettiler ve İslamlaştırdılar. Babür’lülerden Ekber Şah 1589’da bölgeye hakim olarak Keşmir Sultanlığı’na son verdi. 1739’da Nadir Şah’ın Afganistan Krallığına ilhak ettiği Keşmir’i 1819’da Sih Mihracesi Ranjit Singh ele geçirdi ve bu sülale İngiliz vesayeti altında 1947 yılına kadar ülkeyi yönetti.
1990 yılından bu yana her yıl, 5 Şubatta Pakistan’da “Keşmirle Dayanışma Günü” kutlanmaktadır. Bu günün amacı, Keşmir sorunu için uluslararası alanda kamuoyu oluşturmak ve gerekli desteği sağlamaktır. 5 Şubat 1989 tarihinde başlatılan “Keşmir Demokrasi Yılı”, giderek, her yıl aynı tarihte bir dayanışma gününe dönüşmüştür.
Pakistan ile Hindistan’ı zaman zaman savaşın eşiğine getiren Keşmir sorununun ne olduğuna da kısaca değinmekte yarar görüyorum.
Olay, 1947 yılında başladı… Hindistan hiçbir hakkı olmadığı halde Cammu ve Keşmir’i işgal etti. Oysa bu bölgede yaşayan insanların tamamına yakını Müslümandı ve onların Pakistan’a katılmaları gerekirdi. Ya da en azından bağımsız bir Keşmir devleti kurulmalıydı. Buna da, insanlar, kendileri karar vermeliydi. Hindistan, Müslüman Keşmir’lilerin feryatlarına kulak asmadığı gibi, terör estirmeye başladı. Sorun, B.M. (Birleşmiş Milletler) Teşkilatına götürüldü.
Lahor kentinde yaşayan Türkmenlerle pilav yerken
B.M.Güvenlik Konseyi, 13 Ağustos 1948 ve 5 Ocak 1949 tarihlerinde, bölge halkına self-determinasyon hakkını veren karar tasarılarını kabul etti. B.M.Güvenlik Konseyi, Cammu ve Keşmir’in Hindistan toprakları olmadığını vurguluyor ve bölgede yapılacak bir halk oylamasıyla, halkın iradesinin saptanmasını ve tarafların da buna göre hareket etmeleri gerektiğini karar altına alıyordu. Yani, Cammu ve Keşmir’de yaşayan Müslüman halk, isterse bağımsız bir devlet kurabilir, isterse Pakistan’a veya Hindistan’a katılabilirdi.
Hindistan, B.M. kararlarını görmezden geldiği gibi; bölgeye yığdığı 700 bin dolayındaki bir ordu ile, katliamlar yaparak, halkı sindirmeye çalıştı. Estirilen korku ve teröre rağmen, mücadeleyi sürdüren Müslüman Keşmirliler, bugüne kadar 75 binden fazla şehit verdiler. Adeta, yabancı askeri güçler tarafından işgal edilmiş olan Keşmir’de insan haklarının ihlal edilmekte olduğu, uluslararası insan hakları kuruluşlarınca da belgelenmiştir. B.M. Teşkilatı ve O’nun başındaki Genel Sekreter de durumun vehametini bilmektedir. Keza B.M.Güvenlik Konseyi de, Daimi Delegeler de Keşmir gerçeğini bilmektedir. Ne var ki; ezilenler, sömürülenler, kendi ülkesinde esaret hayatı yaşayanlar ve öldürülenler Müslüman olunca; New York’ta dünyanın düzenini sağlamakla görevli olanlar, kör ve sağır olmakta; haksız ve güçlü olandan yana tavır almaktadır!...
Kuşkusuz, Keşmir’de olup bitenlere, Pakistan Devleti kayıtsız kalmamaktadır. Pakistan daima Müslüman Keşmir halkının yanında olmuş ve onları desteklemiştir. Üstelik, Hindistan ile, üç kez savaşa girmiştir. Bugün bu iki ülke, nükleer silahlara sahiptir ve Güney Asya’da, Keşmir sorunu nedeniyle, nükleer bir savaşın patlaması, uzak bir ihtimal değildir.
Öyleyse, B. M. Genel Sekreteri, teşkilatının almış olduğu kararların uygulanması için neden gayret sarf etmiyor acaba?. Diye sormak, insan haklarından yana olan herkesin hakkıdır.
Sanırım, bu sorunun yanıtını en iyi, Milletimiz bilir. Kıbrıs konusunda hazırlanan Annan Planını Türk tarafı kabul edip, Rum tarafı reddettiği halde, B. M. Teşkilatı neden kılını kıpırdatmamış ise; Keşmir’deki mezalime de aynı nedenle sessiz kalınmaktadır.
Muhtemel bir Pakistan-Hindistan savaşı, sadece Güney Asya’yı değil, bütün dünyayı olumsuz yönde etkileyecek bir savaş olacaktır! O halde, yüreğinde insanlık duygusu tükenmemiş olan tüm milletlerin, Keşmir sorunu ile ilgilenmeleri ve çözümünün bir an önce ve barışçı yollardan gerçekleştirilmesi için çaba harcamalıdır.
Çok yönlü ve başarılı diplomatik girişimleriyle, artık bir Dünya Devleti olan Ülkemiz, bu Keşmir meselesi ile de ilgilenmelidir.