BİZ VE DÜNYA
AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ -3-
TALAT SAİT HALMAN
New York’ta rutubetli bir hava vardı ve bu hava benim bacaklarımda ağrı yapıyordu. Ama biz buraya yatmaya değil, gezmeye gelmiştik. Ertesi sabah kahvaltıdan sonra, Avrupa’da da ünlü olan “woolwort” mağazasına giderek alışveriş yapmıştık. O arada Amerikan aspirini, vitamini gibi şeyler de almıştık. Geldiğimiz günden beri Manhattan’ın belirli noktalarında dolaşıp durmuştuk. Cankurtaran arabalarının sirenleri 24 saat durmak bilmiyordu.
Saat 13.00’te otele gelen Prof. Talat Sait Halman, otelin yakınındaki bir restorana götürmüştü. Yemekte ünlü karikatürist- ressam Bedri Koraman ile oğlu Murat da vardı. Talat Bey, T.C.’nin ilk Kültür Bakanı idi. Müsteşarlığını ise Mehmet Önder yapmıştı. Bu iki kültür adamı, Türk kültürü adına önemli başarılara imza atmışlardı. Ve Talat Bey yemeği, aslında Mehmet Önder onuruna vermişti.
Yemekte (soldan): Bedri Koraman, Talat Halman, M.Önder, B.Güney ve Ben.
Halman o tarihte hem New York Üniversitesi’ndeki kürsüsünde ders veriyor; hem de UNESCO Yönetim Kurulu Üyesi olarak Paris’e gidip geliyordu. Uluğ Bey, Fuzuli ve Manas gibi, tarihimiz için önemli kişilerin, dünya genelinde anılmalarını o sağlamıştı.
Yemekten sonra Türk Evi’ne giderek, kültür ve eğitim ataşelerimizi bir daha ziyaret etmiştik.
Akşam saat 19.00’da Ayhan Tan ve Nazım Çoker otele gelmişler ve bizi özel otomobilleri ile New Jersey’e götürmüşlerdi. Ama bu gidiş, Hudson Nehrinin altındaki tünelden olmuştu. Böylelikle New York’tan bir başka eyalete gitmiştik. Ki burada hava da manzara da hemen değişmişti.
Nazım Çoker New Jersey de oturuyordu. Ev kirasının 2000 dolar olduğunu söylediğinde şaşırmıştık… Bu bölgeden Manhattan’ı seyir, gerçekten muhteşemdi. Daha sonra Chine on the Hudson lokantasında yemek yemiş, oradan da otele giderek istirahata çekilmiştik.
Türk Camileri
Ertesi gün, New York’taki bazı Türk camilerini ziyaret edecektik. Öğleye doğru Din Ataşemiz Sabit Şimşek’le New Jersey’de buluşmuş; önce onun konuğu olarak “Beyti” adlı Türk lokantasında yemek yemiştik. Sonra Paterson kasabasındaki Karaçay Camii ile Ulu Camii görüp, imamlardan bilgi almıştık. Adından da anlaşılacağı gibi, Karaçay Camiini, Karaçay Türkleri açmışlardı.
Akşama doğru Manhattan’a dönmüş ve buradaki lüks mağazaların yanı sıra, rezilane faaliyette bulunan mekânları görmüştük!..
New Jersey’de, birçok Türk, petrol istasyonu işletiyordu. Petrol istasyonları, eşkiyalar tarafından sık sık soyulduğu için, Amerikalılar, korkup, bu istasyonları çalıştırmıyorlardı ve bunları daha çok yabancılar ele almışlardı.
New York metrosu, gördüğüm en kötü metro idi. Eski, pis ve basitti! Örneğin Moskova ve Bakü metroları, bunun yanında çok lükstü. Bir ara metroyla Buffalo’ya gitmiştik. Karşıdan Atlantik Okyanusu’nu, Özgürlük Anıtını seyredip, fotoğraf çekmiştik. Yolda gördüğümüz, rock müziği yapan zenciler ise ilginçti.
O gün ziyaret ettiğimiz New York Başkonsolosumuz Yusuf Buluç, delegasyonumuzun iyi tanıdığı, Prof. Dr. Sadettin Buluç’un oğluydu.
Ali Rıza Bozkurt
Büyükelçi İnal Batu’nun verdiği yemekte tanıştığımız iş adamı Ali Rıza Bozkurt, o akşam özel ciplerle bizi otelden alıp, New Jersey’deki malikanesine götürmüştü. O akşam onun muhteşem malikanesinin bahçesinde, mükemmel bir şölen vardı. Çok geniş bir bahçenin ortasında villa-şato karışımı bir mekân… Kızı, damadı, yardımcısı Aybars ve bizzat Ali Rıza Bey, konuklarını ağırlamak için âdeta çırpınıyorlardı. Şölende, New York’taki misyon temsilcilerimiz de bulunuyorlardı.
Sohbet esnasında Ali Rıza Bozkurt’la müşterek bir yanımızın olduğunu saptamıştık. Ben âşık edebiyatı ve ozanlık geleneği ile meşgul oluyordum; Ali Rıza Bey ise, ozandı ve saz çalıyordu. Bu yönümüz anlaşılınca, konukları bahçede bırakıp, beni mekânın içerisine götürmüş; önce duvarlardaki resimleri göstermiş; sonra duvarda asılı olan sazı alıp, birkaç türkü çığırmış; o arada defterine kaydettiği bazı şiirlerini okumuştu.
Duvarlardaki fotoğraflar arasında, Baba Bush ile yan yana çekilmiş olanlar da vardı. Söylediğine göre, Bush birkaç kez bu mekâna gelmişti ve onun cumhurbaşkanı seçilmesinde, Ali Rıza Bozkurt’un da parasal desteği olmuştu. Görüldüğü kadarı ile başarılı bir iş adamıydı. Devlet erkânıyla yakın ilişkileri vardı ve kendisi de politikaya soyunacaktı. Sivas’ın bir köyünde doğmuştu ve özlem duyduğu köyü ile ilgili şiirler yazıyordu…
İkizler
New York’taki son günümüzde, Dr. Nazım Çoker ve Daimi Temsilciliğin makam şoförü Hayri ile Broodway’e gitmiş; “İkizler” denilen Dünya Ticaret Merkezi binalarından birisinin tepesine çıkmıştık. Çıktığımız 107 katlı binaya kolayca çıkabilmek mümkün değildi. Önce bilet alınmış, sonra 1 saat kadar kuyrukta beklenilmiş; sıramız gelince de asansörle doruğa çıkabilmiştik. New York’un bu en yüksek binasının bulunduğu yer, ünlü Wall Street idi. O binanın inşaatı 1962 yılında başlamıştı ve halen içerisinde 50 bin kişi çalışıyor; günde yaklaşık 200 bin kişi gelip gidiyordu. Binanın tepesine çıkıp, şehri temaşa edebilmek için 4,75 dolar ödemek gerekiyordu. Evet, bu iki görkemli bina, Usame Bin Ladin’in emriyle yerle yeksan edilirken, çok sayıda insan da hayatlarını kaybetmişlerdi.
Arkamdaki yüksek binalar, uçakla yerle yeksan edilen ikiz kuleler görülmektedir
Tepeden biz de New York’u temaşa eylemiştik. İki nehrin birleşip, Okyanusa dökülmeleri görülesi bir manzaraydı. Atlantik Okyanusu’nu, Özgürlük Anıtını, Adaları böylesine yüksekten seyretmek çok güzeldi. Yükseklik ve belki de yorgunluk Mehmet Önder’i çarpmıştı. Bu nedenle yukarıda fazla kalmayıp inmiştik. Sonra Nazım Çoker’in önerisi üzerine, bu kez Hollanda tünelini kullanarak, New Jersey’e geçmiş ve bir Çin lokantasında yemek yemiştik.
Sık sık mağazalara girip çıkıyor, fakat pahalılık nedeniyle bir şey almıyorduk. Aldığımız şeyler ise ıvır zıvırdı!..
Dönüş
Daimi Temsilciliğimizin makam otomobili ile J. F. Kennedy Hava Alanına gelip, Air France’ın Boing 767 uçağına binmiştik. 21 Mayıs 1994 günü saat 10.09’da kalkan uçak, 7 Saat sonra Paris’e inmiş; 5 saat de orada bekledikten sonra güzel ülkemize uçmuştuk.
DEVAMI VAR