BAŞKENT’TEN SELAM
BAĞIMSIZ DEVLETLER TOPLULUĞU (BDT) KÜLTÜR BAŞKENTİ: LAHIÇ
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin dağılmasından sonra, Rusya liderliğinde, uluslararası bir birlik kuruldu ve ilk etapta, bu Birliğe, SSCB egemenliği altında yaşamış olan Azerbaycan, Belarus, Ermenistan, Gürcüstan, Kazakistan, Kırgızistan, Moldova, Özbekistan, Rusya, Tacikistan, Türkmenistan, Ukrayna gibi Devletler katıldılar. Güney Osetya Savaşı nedeniyle, Gürcüstan bu birlikten ayrıldı. Türkmenistan da bir ara, ayrılmış, ama bilahare “Gözlemci” Statüsü ile, yine Birlik içerisinde yer almıştır.
BDT bünyesi içerisinde Ortak Ekonomik Alan Anlaşması (OEA) ve Avrasya Ekonomi Topluluğu (AET) oluşturulmuş olup, Topluluğun dili Rusçadır ve dönem başkanlığı şu anda Kırgızistan tarafından yürütülmektedir.
İşte bu Birlik, 2024 yılında Özbekistan’ın Semerkand kentine verdiği, BDT Kültür Başkenti ünvanını, 2025 yılında Azerbaycan’ın Lahıç kentine vermiştir. Birlik sekreteryasının yaptığı açıklamaya göre, aynı unvan 2026 yılında Ermenistan’ın “Meğri”, 2027 yılında da Belarus’un “Molodeçno” kentine verilecektir.
BDT’nın bu yılki Kültür Başkenti Lahıç’ı ben, yıllar önceki bir Azerbaycan seyahatimde görmüştüm. Seyahat günlüğümü karıştırarak, buraya aktarmak için Lahıç için yazdıklarımın bir özetini sunmak isterim…
***
…İsmayıllı kentinde, (otelde) sabah uyandığımda, Hüseyin Arif (Aşıklar Birliği Başkanı)’in yeni bir şiir oluşturmakta olduğunu gördüm. Dizeleri dudaklarıyla, ama sessiz bir şekilde söylüyor; ara sıra da parmaklarıyla, heceleri sayıyordu… Benim uyandığımı görünce; “İrfan bey kalkın, buranın sabahı güzel olur, yitirmeyin” dedi.
Kalkıp giyindim Hüseyin Arif’le birlikte aşağıya indik. Biz üç katlı, 80 yataklı otelin üst katında idik. Henüz salonda kimse yoktu. Çıkıp yürüdük. Hüseyin Gağa (ağa) düşünceliydi; sordum, konuşmaya başladı… “Bu Ermeniler, Garabağ meselesini ortaya atmakla Azerbaycan’da huzursuzluk yarattılar! Azerbaycan galeyan hâlinde! Moskova, olayları yatıştırmak için tanklar ve askerler göndermiş. Tavus kentinde halk birinci kâtibi (kentin mülki âmiri) devirmiş! Kazak’ta da aynı şeyi yapmak istediler. 2 ve 3 Temmuz 1988 günleri bütün Kazak ayaktaydı. Lakabı İt Abdullah olan bir kişi, halkı kışkırtıyordu. Bazı gençler ‘Ruslar Kazak’ı terk etsinler!’ sloganları atıyorlardı. Ben Kazak’a gittim; (sonradan Başbakan olan) Hasan Hasanov’la birlikte, halkı yatıştırmaya çalıştık. Ben halkın karşısına çıkıp ‘Bir Rus’a dokunursanız, üzerinize ateş açarlar. ’ dedim. Hasan Hasanov, Kazak’a bazı vaatlerde bulundu. Sonra birkaç bakan daha gelip halkı vaatlerle yatıştırdılar. Eğer yatıştırılmamış olsaydı, 5 Temmuz’da Ruslar halkın üzerine ateş açacaklardı!..”
Hüseyin Arif bunları anlatırken heyecanlanmış ve üzüntüsü ikiye katlanmıştı.
Otele dönüp kahvaltıya oturduk.
LAHIÇ
İsmayıllı’dan sonraki hedefimiz Lahıç kentiydi. Büyük Kafkas dağlarını bir kez daha tırmanırken son derece tehlikeli geçitler ve uçurumlar gördük! Yalçın kayalar, tehlikeli tepeler ve heyelan korkusu ile geçen yolculuk… Sekiz on yıl önce bu dağlarda yolculuk etmek daha da çetinmiş ama Haydar Aliyev’in himmetiyle bir köprü yapılmış. Yolculuk esnasında gördük ki iki dozer sürekli olarak yolu açmaktaydı…
Lahıç’ı bizden evvel, Orhan Şaik Gökyay önderliğinde, Dede Korkud sempozyumu için Türkiye’den gelen heyet ziyaret etmiş. Makamında görüştüğümüz, kentin Valisi konumundaki Bn. Ruhi Aleskerova, “Türk gardaşlarımızın bizi ziyarete gelmelerinden şad oluyoruz.” derken gözleri parlıyordu.
Lahıç’ın nüfusu 1945 yılına kadar 7000 iken, 1988’de 2000’e inmiş! Halkın tamamı tipik Kafkasya Türk’ü. Küçük el sanatı üretiminin dışında gelir kaynağı yok. Oysa Lahıç kadim bir kent; hatta Bakü’den de Moskova’dan da eski. Vaktiyle burada 7 cami, 7 hamam, 7 su sarnıcı ve 120 çeşit sanatla meşgul olan insanlar varmış. Şimdi ise 5 cami, 2 hamam ve sadece 1 tane su sarnıcı kalmış. Kasabada, 7. asırdan kalma kanalizasyon şebekesi bulunuyor.
Lenin adlı sokak (şimdi bu adın değişmiş olması lâzım) kasabanın can damarı. El sanatları ile uğraşanlar burada faaliyette bulunuyorlar. Demirciler, bıçakçılar, bakırcılar, kalaycılar, kazancılar vb. Yani elle yapılan zanaatlar.
Lahıc'da Arnavut kaldırımlı dar sokaklar, atölyeler ve dükkanlar tıpkı yüzyıllar önce olduğu gibi görünüyor. Muhtemelen o zamanki gibi hareketli. Burası yüzyıllardır zanaatkarlar kasabası olarak biliniyor. Burada yapılan 40’tan fazla el sanatı var. Ancak ününü bakırcıları sayesinde duyurmuş.
Lahıç’ta otantik bir sokak ve çarşı
Lahıç’ın içinden, aşağıya doğru akıp giden “Cirdiman” nehri, kasabanın önemli güzelliklerinden biri. Kasabaya egemen “Niyat” ve “Fit” dağları ve bu dağlardan süzüle süzüle akarken oluşan “Lulo Deresi” de Cirdiman Nehrine dökülüyor.
Kasabadaki halı dokuma atölyelerinden birini de ziyaret ettik. Günlerden Pazar olmasına rağmen, genç ve yaşlı kadınlar harıl harıl çalışıyorlardı. Biz atölyeye girince kısa bir mola verildi. Ben bir konuşma yaptım. Aramızdaki şairler de birer şiir okudular. Refik Zeka’nın “Türk oğlu Türkem men” şiiri, büyük alkış topladı; hatta kadınlardan biri, fırlayıp Refik’i öptü. İçlerinden birisi; “Ben devamlı Türkiye’nin Sesi radyosunu dinliyorum.” dedi.
İsmayıllı’nın Valisi İmran Bey, orada bana bir halı hediye etti. Daha sonra çıkıp bir çayhanenin önünde oturup dinlenirken sohbeti sürdürdük. O arada tesadüfen orada bulunan Manaf Süleymanov’la tanıştık.
Manaf Süleymanov, Azerbaycan’da tanınan ve saygı duyulan bir insan. Ünlü bir yazar ve bilim adamı. Yüreğiyle Türklüğü yaşayan adam… Sohbete Fatih Sultan Mehmet’in, İstanbul’u fethettiği gün okuduğu şiirle başladı.
Süleymanov, 3 Mart 1912’de Lahaç’ın Aracist mahallesinde doğmuş. İlk ve orta öğrenimini burada tamamladıktan sonra Bakü’ye giderek Pedagoji Enstitüsü’ne kaydolmuş. Daha sonra Neftçi Kimya Enstitüsü’ne girip 1937’de jeolog olarak mezun olmuş. Bir süre madenlerde çalışmış. 1939’da mezun olduğu enstitüde ders vermeye başlamış. 1942’de doktora çalışmasını tamamlamış. “49 yıldır aynı yerde çalışıyorum.” dedi.
Bilimsel ve edebî eserler yayımlamış. “Yerin Sırrı, 1947”, “Dalgaların Koynunda, 1956”, “Fırtına, 1960” ve “Zirvelerde, 1970” adlı romanları ve birçok hikâyeleri bulunuyor. En ilginç eseri ise 1984’de Azerbaycan Dergisinde yayımlandıktan sonra 1987’de kitap bütünlüğünde yayımlanmış olan “İşittiklerim, Okuduklarım, Gördüklerim” adlı eseri imiş ve bu kitabı iki kez basılmış ve 100 bin tiraja ulaşmış. O arada tercümeler de yapmış. İngiliz, Fars ve Arap dillerine hâkim imiş. Reşat Nuri Güntekin’i çok seviyor; ama “psikoloji yok” dediği, yeni Türk yazarlarını beğenmiyormuş.
“Şimdilerde Lahıç tarihini yazıyorum.” diyen Manaf Hoca; devamla dedi ki: ”1918 Eylül ayında Lahıç’a, Şamahı tarafından Bnb. Hayrettin Bey komutasında, ikisi çavuş, 15 kişilik bir Türk askeri timi gelmiş. Lahıç’ta iki ev Sünni, diğerleri Şii imiş. O iki evden birisindeki bir kadın, kendisinin de Sünni olduğunu beyan ederek oğlunun askere alınmamasını istemiş; ama binbaşı kadını kovmuş. Nuri Paşa gelince bu askerler kasabayı terk etmişler. ”
Süleymanov’un dediğine göre, Nazım Hikmet’in şiirinde söz ettiği devrimci Ali Bayramoğlu Lahıçlı imiş.
İşte bu Lahıç, sırtını yalçın dağlara ve “Karlıkayın Ormanı”na dayamış olan ilginç, güzel; ama ekonomik gelişmelerden yoksun bir kasaba…
Lahıç’tan İsmayıllı’ya dönüşte, Vali İmran Mehdiyev, Hüseyin Arif’le beni arabasına aldı. İmran Bey, gerçekten son derece mütevazı, tam bir halk adamı...Yol sohbetimizdeki şu sözlerini hemen kaydettim:
-Halkımın, beni istemediğini anlarsam, bir gün durmaz, istifa ederim.
-Bana çeşitli ülkelerden davetler geliyor; gitmiyorum. Gidip görmek istediğim tek ülke Türkiye’dir.
-Türkiye’de petrol var. Hem de çok var. Bunu şimdi çıkarmayın.
-Amerika Araplardan aldığı petrolü, kendisini için stok yapıyor.
-Türkiye’deki Ermenileri de çıkarmalısınız. İleride bunlar çıbanbaşı olurlar.
Sohbet, bu minval üzere devam ederken “Şirinsu”ya geldik. Burası ormanlık bir alan olup ileride turistik bir bölge olmasına çalışıyorlarmış. İmran Bey; “İlk etapta 50 villa tipi ev yapacağız.” dedi. Burada konaklayıp yemek yedik. İki gün boyunca tüm yemeklerde tamadalık yapan Feramez Maksudov’un sofrayı yönetim biçimine hayran kaldım. Hem sofrada bulunan herkes için güzel sözler söylüyor hem de herkese eşit oranda söz hakkı veriyordu. Böylelikle, masada bulunanlar, birbirleri hakkında ayrıntılı bilgiler edinebilme imkânını buluyorlardı. Kuşkusuz abartılı övgüler de oluyordu ama belki bu da gerekiyordu?..
Dönüş yolumuzun üzerinde şehit bir Türk askerinin mezarı vardı. Bu askerin kim olduğunu bilmiyorlardı. Oradaki bir köylüye sorduğumda; “Burada Türk paşası yatıyor” demişti…
***
Benim yaklaşık 40 yıl önceki notlarım, artık geçerli değildir. Zira Azerbaycan’da hızlı bir gelişme oldu ve benim gördüğüm Lahıç bu yıl, Bağımsız Devletler Teşkilatının Kültür Başkenti oldu. Son bir Azerbaycan seyahati daha yapabilme olanağını bulursam, mutlaka bugünkü Lahıç’ı da görebilmeyi çok arzu ederim. “Görelim Mevlâm neyler, neylerse güzel eyler…”