Çorap Söküğü
TAK-ŞAK
Sokaklarına çirkinlik yığınları çöktü şehrimin; keyfî sebeplerle dökülen çirkinlik…
Önce şehrin ağır abisi, Büyükşehir Belediyesi’ni izledik.
Şimdi de mahallenin abisi, Akdeniz Belediyesi’ni izliyoruz.
Ağır abi, günler önce onlarca gazetecinin ilanını kesip, aboneliğini iptal ettiğinde gazetecilere verilen ayar, gözdağı sadece kulaktan kulağa fısıldanabildi, o kadar!
Ayar verilmeyen, listede kalmayı başaran ‘suya sabuna dokunmaz’ gazeteciler, bu keyfi durumu görmezden geldi, temsil ettikleri yayın organlarında ‘haber’ değeri biçmedi.
Şimdilerde mahallenin abisi, ağır abinin açtığı yolda, gösterdiği hedefe ilerliyor.
Mersin’in eline yüzüne bakılabilen, ne dediği anlaşılan gazetesi Güney, ‘hoşa gitmeyen sorular’ sorduğu, ‘hoşa gitmeyen yorumlar’ yaptığı için kış bakımına alındı “Bu aşka biraz ara verelim” denildi, ilanı, aboneliği kesildi.
Ağır abi yol açtı, mahallenin abisi asfalt döktü! “Tak” diye emredildi, “şak” diye gereği yerine getirildi.
**
Z kuşağı bilmeyebilir ama biz bu filmi daha önce görmüştük, bir başka senaryoda... Ta 90’lı yıllarda… Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, Çiller’in Başbakanlığı döneminde “Tansu hanım tak diye emrediyor, ben de şak diye yapıyorum” deyivermişti. Bu sözlerin ardından “TAK-ŞAK PAŞA” olarak anılır olmuştu.
Günümüze gelirsek… Ağır abi yol açtı, mahallenin abisi asfalt döktü! “Tak” diye emredildi, “şak” diye gereği yerine getirildi.
Meseleyi Türk edebiyatının yüz akı Oğuz Atay’a fısıldadım.
“Tutunamayanlar”daki Selim işitip, lafa karıştı.
“Onlar utansın.” dedi.
“Hangi onlar Selim?” dedim.
“Onlar işte.” dedi. “Onlar, canım. Onlar, onlar, onlar…”
“Öyle ya” dedim. “Onlar. Yani biz değil.”
Zaman zaman ağır abi ve mahallenin abisinin “Uzlaşabildikleri bir konu var mı?” diye kendime sorup, yanıt arardım. Var mıymış Canaran?
**
Bitirirken…
Ey ‘Dağ başında bir gül gibi boynu bükük kalan yârim’, mesleğim…
Ey ‘sarı öküzü’ kurban verdiğinde üç maymunu oynayan… Onlarca gazeteci budanırken sinen, susan, görmemiş, duymamış gibi yapan cümle âlem, bizim mahalle!
Ülkemizde matematiğin simgesi haline gelen Prof. Dr. Cahit Arf’tan selam getirdim size.
Hani şu “10 Liralık Banknot”un arkasındaki adamdan.
“Rakamlar birbirine yardım eder, yardımlaştıkça çoğalır. Günümüzde insanın yalnızlaşması bundan işte. El ele tutuşmayı unuttu insanoğlu. Birbirine vurmak için kullanıyor ellerini.”
Ey muhterem basın;
Sindin, sustun, görmemiş, duymamış gibi yaptın. Keyif senin. Keyif senin de köy Mehmet Ağa’nın. Bugün ona, yarın sana. İlandı, aboneydi şuydu, buydu değil mesele. Kafa aynı kafa, politikacı kafası. Ha solcu, ha sağcı... Fark etmiyor. Ya tarafsınız, ya bertaraf! Hâlâ anlamadınız mı?
Mesleğimiz erozyona uğradı. Tamam. Yozlaştı. Tamam. Defedilmesi gerekenler var. Tamam da yaşam biçimi ‘gazetecilik’ olan gazeteciler dayanışmayı ne zaman başaracaksınız?
Günün sorusu budur!