İrfan Ünver NASRATTINOĞLU
Köşe Yazarı
İrfan Ünver NASRATTINOĞLU
 

BİRÇOK ÜNLÜ ŞARKININ ŞAİRİ HALİL SOYUER

BAŞKENTTEN SELAM   BİRÇOK ÜNLÜ ŞARKININ ŞAİRİ HALİL SOYUER               Diyarbakır’daki görev süremin sona ermesinden sonra, tekrar başkente atanmış; gıyaben tanıdığım birçok şair ve yazarla sık sık biraraya gelme olanağı bulmuştum. Tabii en çok da hemşehrim Osman Attilâ ağabeyimle buluşup, birlikte kimi toplantılara gidiyorduk. Böyle bir birliktelikte, Ankara’nın Sakarya caddesindeki ünlü bir restoranında, Halil Soyuer’le tanışmıştım. Halil ağabey, deyim yerindeyse, tam benim kafama uygun yapıda bir insandı!...             Soyuer, âşık tarzı, yani her kesimden insanımızın anlayacağı ve seveceği şiirler yazardı. Bu yüzden onun birçok şiiri, ünlü bestekârlar tarafından Türk Sanat Müziği tarzında bestelenmiş, böylelikle geleceğe aktarılmıştır. O âşık tarzı şiirde, gerçek anlamda ustaydı.             Ben burada Halil Soyuer’in hayatı ve eserlerinden uzun uzadıya söz edecek değilim. Zira kızı Nursel Soyuer Gündüz hanımefendinin hazırlayıp, yayınını sağladığı “Kazdağı Eteklerinden Ankara Doruklarına Halil Soyuer” adlı kitap, bu değerli insanımızın tüm hayatı ile ilgili, bilinen, hatta bilinmeyen pek çok konuyu ve tüm şiirlerini içermektedir.             Halil Soyuer’le ağabey-kardeş ilişkimiz vardı. Ortak noktalarımızdan birisi, ikimizin de profesyonel gazeteci olmamızdı. Yazdığım gazetelerde, onunla ilgili çok yazım yayımlanmıştı ve gazetede düzenlediğim sanat-edebiyat sayfalarında, onun şiirlerine ve onunla ilgili haberlere yer verir, yeni çıkan kitaplarıyla ilgili tanıtma yazıları yayımlardım.             Ayrıca, başkanlığını yaptığım Halk Kültürü Araştırmaları Kurumu’nun çeşitli kentlerimizde düzenlediği şiir şölenlerine davet eder; açtığımız şiir yarışmalarına katılımını sağlardım. Her konuda, kısa sürede şiir yazabilme yeteneğine sahipti.             Onunla ilgili dosyayı açtığımda, bana hitaben yazdığı birçok mektup ve şiirler arasından bazılarını seçerek, burada söz etmek istiyorum.                      4.12.1985’de yazdığı ve 18.01.1986’da, üzerine “Dost, İrfan Ünver Nasrattınoğlu’na” yazarak gönderdiği şu şiirini yıllardır saklıyorum:                           MECBUR’LAR                         Mecbur ki bahar gelmeye dünyamıza her yıl                         Yağmur, doğanın emri ki hep yağmağa mecbur.                         Ay parlayacak, gösterecek kendini gökte,                         Mecbur şu güneş, ertesi gün doğmağa mecbur.                           Seller köpürüp taşsa da toprak ana bekler                         Kökler suya, yaprak dala, dal gövdeye mecbur.                         Dünya dönecek, devredecek günlere günler Yaprak düşecek titreyerek, düşmeye mecbur.   Basmışsa sıcak yaz günü mecbur da o yüzden Dağ ormana tutkunsa da orman dağa mecbur Binbir çiçeğin açması hoş, kokması hoştur, Mecbur arının ağzına bal sığmağa mecbur.   Göz görmeye mecbur, açılıp baktığı anda Yıllar ay’ı aylar gün’ü terketmeye mecbur. Geldik şu güzel aleme, emreyledi Allah,                         Ermişse vakit, can gidecek, gitmeye mecbur.                           Konmuş bu düzen bir kere, kim gelse değişmez                         Bin’ler yüz’e, yüz’ler on’a, onlar bir’e mecbur.                         Takdir-i ilâhi denilen bir yasa var ki…                         Yerler göğe mecbur yine gökler yere mecbur.                                                  Halil ağabey, çok renkli bir insandı. Gazeteci olarak yazdığı yazılarla ve özellikle “Ankara Kabadayıları” röportajları ve kitabıyla, başkentteki mafia babaları ve bütün kabadayılarla tanışmıştı ve onların mekânlarına rahatlıkla girip çıkar, ağırlanır ve saygı görürdü. Bir akşam vakti bana, “gel seni bir yere götüreceğim” demiş ve Ulus-Dışkapı arasındaki “bar” olarak da bilinen bir gece kulübüne gitmiştik. Bu mekânın bodyguard’ları kapıda karşılamışlar, önce “baba”nın odasına gidilmiş, sonra da salonun en önemli masasına oturtulmuştuk. O mekanda müzik ve raks da vardı, assolist, o tarihte arabesk müziğin ünlü isimlerinden Dursun Salkım’dı…             Halil Soyuer zaman zaman, kendi adına jübileler düzenliyordu. Bunlardan birisini planlarken, bana yolladığı, 10.3.1994 tarihli bir mektubu buraya almak isterim:             “İrfan kardeşim… Ricam şu. 29 Nisan 1994 Cuma gecesi Büyük Sürmeli Otelinde gecem yapılacak. Düzenleme Komitesi öncüsü de değerli hemşehrin (Maliye eski Bakanı) İsmet Attila olacak. Bir çok ünlü sanatçının yer alacağı gecenin yönetimini sizin tecrübeli yeteneğinize bırakacağım. İtiraz yok. Senden güzel yönetecek de yok...”               Bu mektubunda Halil ağabey, üç konuya değiniyordu. Birincisinde, Halk Kültürü Araştırmaları Kurumu olarak İznik’te düzenlediğimiz, uluslararası düzeydeki sempozyum ve şiir şöleniyle ilgili davetimize olumlu cevabını bildiriyordu… İkincisi, gönderdiği yeni kitabını aldığımı bildiren mektubumun kendisini memnun ettiğini öğrenmiştim… Üçüncüsü ise, düzenleyeceği jübilenin yönetimini bana veriyor ve emr-i vaki yapıyordu… Ünlü ses sanatçısı Mine Koşan’ın assolist olduğu gecenin programını ben yönetmiştim… ***             Ülkemizin çok sayıdaki bestekârları, çok sayıdaki şiirlerini besteledikleri Soyuer şiirleri, çok ünlü bestekârlar tarafından musikimize kazandırıldı ve ünlü ses sanatçıları tarafından da seslendirildi. Bu şarkılar arasında en çok okunanı ise şu dizeler idi: Hançer-i aşkınla, ey yâr, gönlüm üzre vurma hiç Öyle bir derde giriftkârım ki hâlim sorma hiç Ağladıkça gözlerimden kan gelir yaş yerine Öyle bir derde giriftkârım ki hâlim sorma hiç               Şarkı sözlerinden kaynaklanan ilginç şiirsel mektup             Halil Soyuer’le ilgili ilginç bir mektubu da buraya almadan geçemeyeceğim. “Gezilerden şayet eline geçip de okuyabilirsen ne mutlu…” kaydıyla, 7 Temmuz 1999 tarihli ilginç mektubun, sevdiği ve değer verdiği başka dostlarına da gönderilmiş olduğunu sanıyorum.  Mektup aynen şöyledir:             Sevgili dostum, Nasrattınoğlu             “Derdimi ummana döktüm-Asumana inledim” diyebilirsin. “Nereden sevdim o zalim kadını/ Bana zehretti hayatın tadını” diyerek de isyancılara katılabilirsin. Hatta; “sormadın halimi hiç, kalbimin esrarı nedir” diyerek de sitemlerde bulunabilirsin. Bu hallerinde, hiç canını sıkma. Sıkacaksan yumruklarını sık, dişlerini sık. “Güzel gün görmedi âvâre gönlüm” şarkısının havasından uzaklaş.             “Aman sâki canım sâki doldur doldur da ver” diye diye “mest oldu gönül gözlerini gördüğüm akşam” şarkısının salıncağında sallan. “Enginde yavaş yavaş günün minesi soldu” diyebilirsin. Fakat “mâni oluyor hâlimi takrire hicâbım, üzme yetişir üzme firâkınla hârâbım” diyerek, kendini üzüntünün kollarına bırakma.             “Bahtının rüzgarına kapılıp gidenleri” düşünürken, “gam çekme güzel, nolsa baharın sonu yazdır” deyiver. Gecenin matemine aşkını örtüp saranları, gönül yarasından acı duyanları, Sesinde şarkısı aşkın figan olup gidenleri, ömrümüzün son demi son baharıdır artık diye hıçkıranları unutma. Böyle anlarında dudaklarından; “zamanla belki geçer bu aşk da hicran da, seven gönülde muhabbet söner mi bir anda” şarkısının rüzgârını eksik etme. Hayatından “bin hüzün çöktü yine gönlüme akşamla benim” şarkısını çıkart at. Çıkar at ki, “yosun tutan taşlar” gibi olan eski dostlarınla gönlünce eğlen. Eğer aziz dostum içerinde “bilmem ki sefa neş’e bu ömrün neresinde” diye bir şüphen varsa ve arada da olsa “bir gönlüme bir hali perişanıma baktım, zalim seni âh eyleye vah eyleye çaktım” diyerek yeis ırmağına olta atıyorsan sabırla bekle. Çıkıp yücelerden haber sorma, mehtap uyanmasın diye de kürekleri aheste çekme. Ömrün sevdalarla geçmiş olabilir. İhtiyar değil, bahtiyar ol.             Kendinden hiç kaçma. Yanılıp da kaçarsan sonra da pişmanlık içinde kendine gelirken “Rüzgâr uyumuş ay dalıyor, her taraf ıssız” olabilir. Kendine kendin gibi bir taze baharı seçmende zarar değil yarar var.Bazan da; “Gül hazin, sümbül perişan bağ-ı zârın şevki yok” diye hıçkıran merhum besketâr Rahmi beye rahmet dileyerek; “Maziye bir bakıver, neler neler bıraktık” diye kıvanç duy. “Rüya gibi uçan yıllar, durum durun durun biraz” diye haykırsan da zaman durmayacaktır. Kulaklarında hep; “Kalplerden dudaklara yükselen sesi dinle” şarkısı yankılansın.             Arada sırada da bunları yazıp bize ulaştıran bir gönüldeş dostumuz vardı diyerek kulaklarımın çınlamasına yardımcı ol.”             ***             4 Ocak 1921 tarihinde Balıkesir’in Havran ilçesinde dünyaya gelen, 83 yıllık hayatını dolu dolu yaşayan Halil Soyuer, 17 Ocak 2004 tarihinde vefat etti. Çok renkli, güzel bir insandı. Ona bir kez daha Allah’tan Rahmet diliyorum.  
Ekleme Tarihi: 11 Temmuz 2023 - Salı

BİRÇOK ÜNLÜ ŞARKININ ŞAİRİ HALİL SOYUER

BAŞKENTTEN SELAM

 

BİRÇOK ÜNLÜ ŞARKININ ŞAİRİ HALİL SOYUER

 

            Diyarbakır’daki görev süremin sona ermesinden sonra, tekrar başkente atanmış; gıyaben tanıdığım birçok şair ve yazarla sık sık biraraya gelme olanağı bulmuştum. Tabii en çok da hemşehrim Osman Attilâ ağabeyimle buluşup, birlikte kimi toplantılara gidiyorduk. Böyle bir birliktelikte, Ankara’nın Sakarya caddesindeki ünlü bir restoranında, Halil Soyuer’le tanışmıştım. Halil ağabey, deyim yerindeyse, tam benim kafama uygun yapıda bir insandı!...

            Soyuer, âşık tarzı, yani her kesimden insanımızın anlayacağı ve seveceği şiirler yazardı. Bu yüzden onun birçok şiiri, ünlü bestekârlar tarafından Türk Sanat Müziği tarzında bestelenmiş, böylelikle geleceğe aktarılmıştır. O âşık tarzı şiirde, gerçek anlamda ustaydı.

            Ben burada Halil Soyuer’in hayatı ve eserlerinden uzun uzadıya söz edecek değilim. Zira kızı Nursel Soyuer Gündüz hanımefendinin hazırlayıp, yayınını sağladığı “Kazdağı Eteklerinden Ankara Doruklarına Halil Soyuer” adlı kitap, bu değerli insanımızın tüm hayatı ile ilgili, bilinen, hatta bilinmeyen pek çok konuyu ve tüm şiirlerini içermektedir.

            Halil Soyuer’le ağabey-kardeş ilişkimiz vardı. Ortak noktalarımızdan birisi, ikimizin de profesyonel gazeteci olmamızdı. Yazdığım gazetelerde, onunla ilgili çok yazım yayımlanmıştı ve gazetede düzenlediğim sanat-edebiyat sayfalarında, onun şiirlerine ve onunla ilgili haberlere yer verir, yeni çıkan kitaplarıyla ilgili tanıtma yazıları yayımlardım.

            Ayrıca, başkanlığını yaptığım Halk Kültürü Araştırmaları Kurumu’nun çeşitli kentlerimizde düzenlediği şiir şölenlerine davet eder; açtığımız şiir yarışmalarına katılımını sağlardım. Her konuda, kısa sürede şiir yazabilme yeteneğine sahipti.

            Onunla ilgili dosyayı açtığımda, bana hitaben yazdığı birçok mektup ve şiirler arasından bazılarını seçerek, burada söz etmek istiyorum.         

            4.12.1985’de yazdığı ve 18.01.1986’da, üzerine “Dost, İrfan Ünver Nasrattınoğlu’na” yazarak gönderdiği şu şiirini yıllardır saklıyorum:

 

                        MECBUR’LAR

                        Mecbur ki bahar gelmeye dünyamıza her yıl

                        Yağmur, doğanın emri ki hep yağmağa mecbur.

                        Ay parlayacak, gösterecek kendini gökte,

                        Mecbur şu güneş, ertesi gün doğmağa mecbur.

 

                        Seller köpürüp taşsa da toprak ana bekler

                        Kökler suya, yaprak dala, dal gövdeye mecbur.

                        Dünya dönecek, devredecek günlere günler

Yaprak düşecek titreyerek, düşmeye mecbur.

 

Basmışsa sıcak yaz günü mecbur da o yüzden

Dağ ormana tutkunsa da orman dağa mecbur

Binbir çiçeğin açması hoş, kokması hoştur,

Mecbur arının ağzına bal sığmağa mecbur.

 

Göz görmeye mecbur, açılıp baktığı anda

Yıllar ay’ı aylar gün’ü terketmeye mecbur.

Geldik şu güzel aleme, emreyledi Allah,

                        Ermişse vakit, can gidecek, gitmeye mecbur.

 

                        Konmuş bu düzen bir kere, kim gelse değişmez

                        Bin’ler yüz’e, yüz’ler on’a, onlar bir’e mecbur.

                        Takdir-i ilâhi denilen bir yasa var ki…

                        Yerler göğe mecbur yine gökler yere mecbur.

                        

                        Halil ağabey, çok renkli bir insandı. Gazeteci olarak yazdığı yazılarla ve özellikle “Ankara Kabadayıları” röportajları ve kitabıyla, başkentteki mafia babaları ve bütün kabadayılarla tanışmıştı ve onların mekânlarına rahatlıkla girip çıkar, ağırlanır ve saygı görürdü. Bir akşam vakti bana, “gel seni bir yere götüreceğim” demiş ve Ulus-Dışkapı arasındaki “bar” olarak da bilinen bir gece kulübüne gitmiştik. Bu mekânın bodyguard’ları kapıda karşılamışlar, önce “baba”nın odasına gidilmiş, sonra da salonun en önemli masasına oturtulmuştuk. O mekanda müzik ve raks da vardı, assolist, o tarihte arabesk müziğin ünlü isimlerinden Dursun Salkım’dı…

            Halil Soyuer zaman zaman, kendi adına jübileler düzenliyordu. Bunlardan birisini planlarken, bana yolladığı, 10.3.1994 tarihli bir mektubu buraya almak isterim:

            “İrfan kardeşim… Ricam şu. 29 Nisan 1994 Cuma gecesi Büyük Sürmeli Otelinde gecem yapılacak. Düzenleme Komitesi öncüsü de değerli hemşehrin (Maliye eski Bakanı) İsmet Attila olacak. Bir çok ünlü sanatçının yer alacağı gecenin yönetimini sizin tecrübeli yeteneğinize bırakacağım. İtiraz yok. Senden güzel yönetecek de yok...”

 

            Bu mektubunda Halil ağabey, üç konuya değiniyordu. Birincisinde, Halk Kültürü Araştırmaları Kurumu olarak İznik’te düzenlediğimiz, uluslararası düzeydeki sempozyum ve şiir şöleniyle ilgili davetimize olumlu cevabını bildiriyordu… İkincisi, gönderdiği yeni kitabını aldığımı bildiren mektubumun kendisini memnun ettiğini öğrenmiştim… Üçüncüsü ise, düzenleyeceği jübilenin yönetimini bana veriyor ve emr-i vaki yapıyordu… Ünlü ses sanatçısı Mine Koşan’ın assolist olduğu gecenin programını ben yönetmiştim…

***

            Ülkemizin çok sayıdaki bestekârları, çok sayıdaki şiirlerini besteledikleri Soyuer şiirleri, çok ünlü bestekârlar tarafından musikimize kazandırıldı ve ünlü ses sanatçıları tarafından da seslendirildi. Bu şarkılar arasında en çok okunanı ise şu dizeler idi:

Hançer-i aşkınla, ey yâr, gönlüm üzre vurma hiç
Öyle bir derde giriftkârım ki hâlim sorma hiç
Ağladıkça gözlerimden kan gelir yaş yerine
Öyle bir derde giriftkârım ki hâlim sorma h

 

            Şarkı sözlerinden kaynaklanan ilginç şiirsel mektup

            Halil Soyuer’le ilgili ilginç bir mektubu da buraya almadan geçemeyeceğim. “Gezilerden şayet eline geçip de okuyabilirsen ne mutlu…” kaydıyla, 7 Temmuz 1999 tarihli ilginç mektubun, sevdiği ve değer verdiği başka dostlarına da gönderilmiş olduğunu sanıyorum.  Mektup aynen şöyledir:

            Sevgili dostum, Nasrattınoğlu

            “Derdimi ummana döktüm-Asumana inledim” diyebilirsin.

“Nereden sevdim o zalim kadını/ Bana zehretti hayatın tadını” diyerek de isyancılara katılabilirsin. Hatta;

“sormadın halimi hiç, kalbimin esrarı nedir” diyerek de sitemlerde bulunabilirsin. Bu hallerinde, hiç canını sıkma. Sıkacaksan yumruklarını sık, dişlerini sık.

“Güzel gün görmedi âvâre gönlüm” şarkısının havasından uzaklaş.

            “Aman sâki canım sâki doldur doldur da ver” diye diye

“mest oldu gönül gözlerini gördüğüm akşam” şarkısının salıncağında sallan.

“Enginde yavaş yavaş günün minesi soldu” diyebilirsin. Fakat

“mâni oluyor hâlimi takrire hicâbım, üzme yetişir üzme firâkınla hârâbım” diyerek, kendini üzüntünün kollarına bırakma.

            “Bahtının rüzgarına kapılıp gidenleri” düşünürken,

“gam çekme güzel, nolsa baharın sonu yazdır” deyiver.

Gecenin matemine aşkını örtüp saranları, gönül yarasından acı duyanları,

Sesinde şarkısı aşkın figan olup gidenleri,

ömrümüzün son demi son baharıdır artık diye hıçkıranları unutma. Böyle anlarında dudaklarından;

“zamanla belki geçer bu aşk da hicran da, seven gönülde muhabbet söner mi bir anda” şarkısının rüzgârını eksik etme.

Hayatından “bin hüzün çöktü yine gönlüme akşamla benim” şarkısını çıkart at. Çıkar at ki, “yosun tutan taşlar” gibi olan eski dostlarınla gönlünce eğlen. Eğer aziz dostum içerinde “bilmem ki sefa neş’e bu ömrün neresinde” diye bir şüphen varsa ve arada da olsa

“bir gönlüme bir hali perişanıma baktım, zalim seni âh eyleye vah eyleye çaktım” diyerek yeis ırmağına olta atıyorsan sabırla bekle.

Çıkıp yücelerden haber sorma,

mehtap uyanmasın diye de kürekleri aheste çekme.

Ömrün sevdalarla geçmiş olabilir. İhtiyar değil, bahtiyar ol.

            Kendinden hiç kaçma. Yanılıp da kaçarsan sonra da pişmanlık içinde kendine gelirken

“Rüzgâr uyumuş ay dalıyor, her taraf ıssız” olabilir.

Kendine kendin gibi bir taze baharı seçmende zarar değil yarar var.Bazan da;

“Gül hazin, sümbül perişan bağ-ı zârın şevki yok” diye hıçkıran merhum besketâr Rahmi beye rahmet dileyerek;

“Maziye bir bakıver, neler neler bıraktık” diye kıvanç duy.

“Rüya gibi uçan yıllar, durum durun durun biraz” diye haykırsan da zaman durmayacaktır. Kulaklarında hep;

“Kalplerden dudaklara yükselen sesi dinle” şarkısı yankılansın.

            Arada sırada da bunları yazıp bize ulaştıran bir gönüldeş dostumuz vardı diyerek kulaklarımın çınlamasına yardımcı ol.”

           

***

            4 Ocak 1921 tarihinde Balıkesir’in Havran ilçesinde dünyaya gelen, 83 yıllık hayatını dolu dolu yaşayan Halil Soyuer, 17 Ocak 2004 tarihinde vefat etti. Çok renkli, güzel bir insandı. Ona bir kez daha Allah’tan Rahmet diliyorum.

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve silifkesesimiz.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.

deneme bonusu veren siteler deneme bonusu deneme bonusu https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren bahis siteleri youtube mp3 blossomtips.com