ŞEHRİN IŞILTISI
Şehrin ışıltısı kandırıyor bizleri, verdiğinden çok aldığı var bu hayatta bizden. Hastane vb.ye ulaşım kolaylığı, belki daha iyi okullar, alma-bulmaya yönelik kolaylıkları, alternatifleri çok ama ya aldıkları. Zaman, sağlık, afiyet, huzur, doğal ve daha neler neler. Küçük bir yerde olsan işe 10-15 dk.da gideceğin bir yola trafikle birlikte 40-45 dk.nı vermen gerek şehirde ve birde akşam dönüşü varsa yaklaşık 1 saatten fazla alacaklısın şehirdeki hayattan, gitti zaman, geçiyor ömür. Sağlık, tamam hastane çokluğu iyi doktor bulma vs alternatif ve imkan daha iyi şehirde, tabi ona da ulaşabilirsen, olağanüstü bir hastalık olmazsa, yaptığın küçük yerle aynı, devam devlet hastanesine ama ya karşılığı, sağlıksız bir hayat, yediğin içtiğin ne olduğu belli değil ve bir dünya para, şehrin stresi vs hat safhada, evde sokakta caddede kısaca her yerde dört duvar arası, ne bir nefes, ne bir temiz hava hiçbir şey yok, gitti sağlık, geçiyor ömür.
Doğal'dan, toprak’tan uzaklaştıkça beden ve ruh, unutuyor insan ne olduğunu, nereden gelip nereye gideceğini. Çok katlı apartman, gökdelenlerin bilmem neresinde şehirde, sanki en tepeden bakan daha havalı, arşa değmiş başı. Ama yeşili, doğalı, toprağı kısacası güzele dair her şeyden uzaklaşıyor, yükseldikçe yerden. Şimdilerde pek moda olan şeyler, aslında bildiğimiz eski usul tarım, ilaçsız gübresiz, kimyasalsız ve bir dünya paraya satıyorlar, ne güzel dünya, kimyasalı fabrikasyonu sat boz, sonra düzelsin diye eskiye dön, düzelteceğiz diye uğraş bir şeyler daha sat. Giden geri gelir mi, gelmiyor, olmuyor işte. Olsa bile kaybolan giden canlar n’olacak, hesabı kim verecek. Birde sürdürülebilir diyoruz eskiye döndürmeye, kendi haline bırakıp bozduklarımızı düzeltmeye çalıştığımız her şeye, halbuki müdahale etmesek, kendi halinde eskisi, ilkeli gibi yapsak bir sıkıntı yoktu, olmayacaktı aslında...
Ruhunu satıyor kısacası şehirli üç kuruş fazlaya, rahata, refaha. Huzuru gidiyor, sağlığı gidiyor, ömrü gidiyor, eee napsın gelişmiş, aydın, ileri, zengin, elit diyor kendine. Velhasıl a dostlar aldığımızdan çok verdiklerimiz var ve çok alacaklıyız bu şehirlerden biz, ünlü bir sosyoloğun dediği gibi kimse zorlamıyor bizi ve çok memnun olsaydık bırakmazdık kırı, kırsalı ama şehirler çalıyor bitiriyor bizleri...
Kısacası toprağa basmalı insan, yere yakın olmalı, kırı kırsalı bilmeli yaşamalı, yeşili doğalı sevmeli. Olmuyorsa şehri oralara çevirmek olsun gayemiz, kıra, kırsala, köy'e dair hayatlar. Ne dersiniz?
KARA ÇADIRIN KARA EVLADI