BAŞKENTTEN SELAM
İPEK YOLU
Çin Halk Cumhuriyeti Devletinin konuğu olarak dört kez Çin’e gittim. Bu seyahatlerimin birisinde, İpek Yolu üzerindeki kentleri görmek istediğimi söyledim ve bu talebim yerine getirildi.
Çin’den Avrupa’ya kadar uzanan dünyanın en uzun ve en eski ticaret yolu olarak bilinen İpek Yolu, (Kürk Yolu, Baharat Yolu ve Kral Yolu adlı bağlantılı kollarıyla) yaklaşık 8000 Km. uzunluktadır.
Orta Çağ’da, ticaret kervanları, Çin'in Şian kentinden hareket ederek Kaşgar kentine gelirler, burada ikiye ayrılan yollardan ilkini izleyerek Afganistan ovalarından Hazar Denizi'ne, diğeri ile de Karakurum Dağları'nı aşarak İran üzerinden Anadolu'ya ulaşırlardı. Anadolu'dan deniz yolu ile Akdeniz ve Karadeniz limanlarından ya da Trakya üzerinden kara yolu ile Avrupa'ya gidilirdi.
Çin’i Orta Asya üzerinden batıya bağlayan bu tarihî kervan yoluna İpek Yolu adını veren Alman Coğrafya bilgini Von Richthofen’dir. Çin’den Anadolu ve Avrupa’ya kadar uzanan bu yol boyunca en çok taşınan ticaret malı o dönemin en değerli ürünü ipek olduğu için bu ad benimsenmişti. O dönemde ipek o kadar önemlidir ki, bu madde, M.Ö. 206’dan itibaren Çin ekonomisinin temel unsurlarından biri hâline gelmişti. Altın gibi saklanmış, ticarette para yerine kullanılmıştı. İpeğin anavatanı denilince Çin (ve elbette Doğu Türkistan) akla gelmektedir. Zira ipeğin Orta Asya’dan ihraç noktası Doğu Türkistan’dı. Çin İmparatoru M.Ö. 177’de Hun hükümdarının dostluğunu kazanmak için en değerli hediye olarak işlemeli, nakışlı bir ipek elbise, ipek entari, ipek kumaşlar, göndermişti. İpek Yolu ile Doğu-Batı arasında karşılıklı zenginlikler paylaşılmış, insanlığın bugünkü gelişmişlik düzeyinin temelleri atılmış ve yol kültürü insanlığın ortak mirası olmuştu.
İpek Yolunun dünya tarihindeki en önemli rolü, Doğu ile Batı’nın arasındaki kültürel köprüyü sağlamasıdır. Çeşitli Türk uygarlıklarının ekonomik kaynağı olan İpek Yolu, Asya'yı Avrupa'ya bağlayan bir ticaret yolu olmasının ötesinde, 2000 yıldan beri bölgede yaşayan kültürlerin, dinlerin, ırkların da izlerini taşımış, olağanüstü bir tarihsel ve kültürel zenginlik sunmuştur. Bu nedenle bu yol sadece tüccarların değil aynı zamanda, doğudan batıya ve batıdan doğuya bilgelerin, orduların, fikirlerin, dinlerin ve kültürlerin de yolu olmuştur. İpek Yolu farklı medeniyetlerin, farklı kültürlerin, farklı siyasi olayların, farklı dil ve dinlere sahip milletlerin, yaşadığı coğrafyaları birbirine bağlamıştır.
Türklerin yaşadığı geniş coğrafi bölgeleri bir birine bağlayan tek ulaşım yolu olan Büyük İpek Yolu, tüm Türk boylarını bir birine bağlarken, ticari ilişkilerini geliştirmiş, akrabalık bağlamında birlik ve beraberliklerini güçlendirmiştir.
Kral Yolu da dediğimiz İpek Yolu’nun Anadolu’daki bölümü Güney’de Cizre, Hasankeyf, ortada Doğubayazıt, Erzurum, Erzincan, Sivas, kuzeyde de Kars, Trabzon yoluyla ilerlemektedir. Kuzeyden giden kol Erzurum, Erzincan, Tokat, Amasya, Sinop ve Kastamonu yönünden Karadeniz limanlarına; Güneyden giden kol ise Bitlis, Malatya, Kayseri, Kırşehir, Konya, Isparta, Antalya üzerinden Akdeniz limanlarına ulaşmaktadır.
UNESCO tarafından Dünya Mirası olarak belirlenen İpek Yolu’nun Ülkemiz ve Milletimiz için önemi çok büyüktür. Her ne kadar ticaret yollarının genel adı İpek Yolu ise de bu yollarda taşınan; ipek, porselen, kâğıt, baharat, kıymetli maden ve değerli taşların taşındıkları yollar boyunca yer alan pazar yerlerinde el değiştirdiği ve bölgesel anlamda bir kazanç kapısı olduğu da bir gerçektir. Yani İpek Yolu, en doğudan en batıya ipek ticaretini ifade eden basit bir yol değil, kurumsallaşmış bir ticaret kültürünün de genel adıdır. Milletimizin bu yola verdiği önem bir Özbek atasözünde, şöyle ifade edilmiştir:
“Kainatta iki büyük yol vardır: Gökyüzünde Samanyolu, yer yüzünde İpek Yolu.”
Çin’den gelen ipek, Hindistan ve Güneydoğu Asya’dan gelen baharat Batı dünyası için doğudan yapılan iki temel ithalât malı idi. Ticaret bu iki ürün üzerinde çok yoğunlaşmış olmasının yanı sıra Çin’de üretimi yapılan metal eşyalar, çömlekçilik maddeleri, hediyelik eşyalar ve diğer ticaret eşyalar İpek Yolu sayesinde Orta Asya’dan ve Anadolu coğrafyasından geçerek Roma’ya götürülüyordu. Geri dönerken de kervanlar Çin’e Avrupa’da üretilen eşyaları taşıyorlardı. Sonraları ortaya çıkan diğer Türk devletlerinin egemenlik döneminde de sürekli olarak bu yollar kullanılmıştır.
Asya’nın orta kuşağını bir baştan bir başa aşan bu ana kervan yolu, iki uç arasında aşırı bir uzaklık farkı bulunması, yolculuğun çok zaman alması, doğa koşullarının yolcuların önüne yer yer büyük engeller çıkarması yol almayı güçleştirdiği için, yol üzerinde konaklama mekanları oluşturulmasını gerektirmiştir. Başlangıçta basit mimarî mekanlar biçiminde inşa edilen bu yerler, daha sonra büyük han ve kervansaraylara dönüşmüştür. Anadolu’da bu amaçla oluşturulan han ve kervansaraylardan bazıları: Afyonkarahisar’da İshaklı (Sahipata) Kervansarayı, Döğer Kervansarayı, ay Kervansarayı, Eğret Kervansarayı, Aksaray’da Sultan Hanı, Nevşehir’de Sarı Han, Antalya’da Şarapsa Han ve Alara Han, Denizli’de Ak Han ve Çardak Han, Aksaray’da Ağzıkara Han ve Alay Han, Burdur’da İncir Han ve Susuz Han, Tokat’ta Sulu Han, Taşhan, Deveciler Hanı, Mahperi Hatun Kervansarayı ile Malatya’da Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayıdır.
İpek Yolu sadece bir ana yol değil, çok farklı kervan yollarını birleştiren ve başlangıç olarak Çin’deki Şiyan’dan başlayan ve Avrupa’da Roma’daki ticaret yollarıyla birleşen 7 ve 8. Yüzyılların en parlak ve en güvenli ağıdır. Bu ağın işlevi, Han Hanedanlığının Batı ile resmî olarak ticarete başladığı M.Ö. 138'den, Osmanlı İmparatorluğu'nun Batı’yla ticareti boykot edip yolları kapattığı M.S. 1453'e kadar düzenli olarak sürmüştür.
***
İkinci Çin seyahatimin planlanması aşamasında yaptığım görüşmeler ışığında, Lan Cou – Şanghay seferi yapan Sovyet yapısı Andropov-24 uçağı 08.00’de havalanmış ve 09.30’da Şen Si Eyaletinin başkenti Şi An hava alanına inmişti. Alanda bizi Şi An Dostluk Kurumu Başkanı Bay Yü Fung ile genç rehber Vang Huey karşılamışlar, iki otomobillik konvoyumuzla kent merkezine hareket etmiştik.
Öğleye değin zamanımızın olması nedeniyle, ilk olarak Büyük Kazlı Pagoda’ya gitmiştik. Bir de Küçük Kazlı Pagoda olduğunu söylemişlerdi. Tang Hanedanı döneminde yapılan pagodanın yüksekliği 64 metre idi.
M.S. 6.asırda Şuang Cong adlı bir rahip, Buda dininin kurallarını anlatan bir kitabı almak amacıyla Hindistan’a gider ve alır gelir. Hintçe yazılmış olan kitabı Çince’ye tercüme eder. Bu kitap Şi An’da saklanmaktadır. Gördüğümüz bu Büyük Kazlı Pagoda, işte bu rahibin anısına inşa edilmiş. Pagodanın yapılışı aşamasında rahip, oradaki manastırda kalıyormuş. Halen manastırdaki, karşılıklı iki yapıda korunan 2 m. çapında büyük bir davul ile 35 metre yüksekteki çan çalınarak uyanır ve çalışmaya başlarmış…
Çinli bilim adamları, tarihi İpek Yolunun, başlangıç noktasının işte bu Manastır olduğunu saptamışlar. O dönemde, Manastırın kapsadığı alanda 70 bin kişi yaşıyormuş ama büyük bir yangının vuku bulmasıyla birlikte, insanlar başka yerlere taşınmışlar.
Manastırın ortasındaki Büyük Kazlı Pagodaya, neden bu adın verildiği üç şekilde yorumlanıyor. Birincisi, pagodanın üstüne yaban kazları gelip yuva yapıyorlarmış… ikinci yorum, anılan rahibin, Hindistan’da gördüğü bir pagodanın benzerini burada inşa etmiş olmasıdır… Üçüncüsü ise yaban kazları oradaki konaklama süresini tamamlayıp, göç etmek üzere havalandıklarında, içlerinden birisinin düşüp ölmesi yüzünden, oranın kutsal mekan sayılmasıdır…
Yerli yabancı turistler, pagodanın en üst katına çıkarak, şehri temaşa ediyorlardı. Manastırda Buda dini ile ilgili müzeler de vardı. Tatil günlerinde, mekanı ziyarete gelen insan sayısı hayli artıyordu.
Şi An’daki Konfüçyus Manastırı da benim seyahatimde kısa bir süre önce müze haline getirilmiş ve buradaki bir bölümde değerli el sanatı ürünleri sergilenmişti. Ayrıca Şen Si eyaletindeki kazılarda elde edilen eşsiz eserler de burada sergileniyordu…Müzenin başka bir kısmında da altın ve gümüş de dahil, madeni eşyalar yer alıyordu. Keza heykeller, mezar taşları, budalar ve hayvan heykellerinin sergilendiği bir bölüm daha vardı.
Müzede gördüğümüz büyük bir taş heykelin, Hunlar’a ait olduğu, üzerindeki nottan öğreniliyordu. Rehberimin yaptığı çeviriye göre; Hun Tefur Kabilesinin lideri Hılen Bobo, Taş Ya adlı devletinin 6. Kuruluş yılında törenler yaparken bu taş at heykelini yaptırmıştı. Ölümünden sonra bu heykel, mezarının yanına konulmuştu. Bu heykel, Şen Sı eyaletinde bulunduğuna göre, Hunlar buralara kadar gelmişlerdi. Esasen Hunlar bir dönem, Çin’in büyük bir bölümüne hakim olmuşlardı. Ne var ki Çin’deki sürekli kazılarda, Hunlar’a ait pek bir şey yoktu veya oralarda henüz kazı yapılmamıştı ya da bulunan arkeolojik malzemeler açıklanmıyordu!..
Mezardan çıkarılan bronz at heykeller
Mezardaki asker heykellerinden bir kısmı
Şİ AN, Çin tarihindeki 11 Hanedana başkentlik etmiş olan önemli bir şehir. Tarihte Çin’in kültür merkezi Kabul edilen Şi An bugün de bu özelliğini koruyor. Nitekim çok sayıda fakülte ve yüksek okul bulunmaktadır. Bu yönüyle Şi An Pekin ve Şanghay’dan sonra üçüncü sırada bulunmaktadır.
Bu kentteki en önemli ziyaret mekanı Atlı Askerler Mezarlığıdır. 1974 yılında bir komün işçisinin kuyu kazması esnasında görüp devlet yetkililerine haber vermesiyle öğrenilen bu mezarlarda çeşitli sınıf ve rütbede asker heykelleri, at heykelleri ve arabalar vardı. Mezarlar üç bölümden oluşuyordu:
1. 230x62 metre eb’adında ve 5 metre derinliğinde, tabanı tuğlayla döşeli 15260 metrekarelik alanda, savaş düzeniyle sıralanmış, 6000 kadar asker heykeli olup, 14 kapısı bulunmaktaydı.
2. 6000 metrekarelik alanda at, araba ve insan heykelleri vardı.
3. 520 metrekarelik alanda 68 asker, 4 at heykeli ve bir de komutan arabası vardı. Bu yerin komutan karargahı olması olasılığı vardı.
Benim ziyaret ettiğim günlerde 2. ve 3. Mezarlar henüz tam olarak açılıp, düzenlenip, turizme açılmamıştı. Bu üç mezarlıkta toplam 8000 parça heykel ve arabaların bulunduğunu söylemişlerdi…