DEVRİMCİ PIRASA
Çinci arkadaşım Kâzım, o gün fakülte kantininde yine pirinç pilavına iştahla kaşık sallıyordu. Örnek aldıkları devrimci Çin’de emekçilerin yetiştirdiği bu pirinçler ne kadar da lezzetliydiler. Muhtemelen, liderleri Dov-Gu Pirinç-Ek aracılığıyla gümrüksüz, vergisiz, ücretsiz ithal ettikleri bu ürünü zevkle tüketiyorlardı. Başta liderlerinin sevgili eşleri Şule Ablaları olmak üzere devrimci bacılarının bunlardan nefis sütlaçlar yaptıklarını gururla anlatırdı. “Halkın Sesi” (PDA/Proleter Devrimci Aydınlık) fraksiyonundaki bu arkadaşların pirinçle ilişkileri, muhafazakâr Türklerin ekmekle ilişkisi gibiydi. Kantinde pilav çıktığı zamanlar tabakta birkaç tane de olsa pirinç bırakanlara “Çin’de bu pirinçlerin ne kadar zor şartlarda üretildiği” konusunda uzun nutuklar atmaya ve onları devrimci bilince davet etmeye başladıkları için korkudan herkes tabağını iyice sünnetlerdi.
Adı “Halkın” ile başlayan diğer gruplardaki arkadaşlar da Çinci ve Maocu idiler. Onlar da pirinci bulgura tercih ediyorlar, mümkün olduğunca Çin usulü beslenmeye çalışıyorlardı. Ellerinde sadece waribashi adı verilen çubukları eksikti. Estetik operasyonlar o dönem günümüzdeki kadar gelişmiş olsa, ameliyat masasına yatıp gözlerini çekikleştirecek, renklerini de biraz sarılaştıracak kadar Çin muhipleriydiler.
12 Eylül öncesinde, anarşinin gemi azıya aldığı, cunta hayali kuran paşaların ise “şartlar biraz daha olgunlaşsın” diye avuçlarını ovuşturarak bekledikleri dönemdi. Komünist grupların “devrim çok yakın. Öyleyse ne bulursanız yıkıp yakın!”; “faşist” dedikleri ülkücü/milliyetçi grupların da “Milli devlet/Kuracağız elbet!/Komünistleri kıracağız elbet” diye düşündükleri daha doğrusu düşünmedikleri yıllardı.
Sağdaki aktif gruplar “Ülkücüler, Akıncılar, Mücadeleciler” şeklinde üç ana damar altında toplanırken, sol gruplarda fraksiyon (Klik, hizip, bölüngü) patlaması yaşanıyor, adeta sabah erken kalkan bol harfli yeni bir teşkilat kuruyordu. “Vizontele Tuuba” filminde de tiye alınan bu durum yüzünden alfabede kullanılmadık harf kalmamıştı.
Okuduğum fakültede Çinci fraksiyonlar güçlü durumdaydı. Bunların adları hep “Halkın” kelimesiyle başlıyor, ikinci kelime o grubun yapısına göre değişiyordu. Bu kliklerin en meşhurları “Halkın Sesi, Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu ve Halkın Birliği” idi. Biz bunları toptan “halkın zımbırtıları” olarak nitelendiriyor, yayınladığımız dergi ve gazetelerin mizah sayfalarında onları “bir halkın kulak arkası kalmıştı.” şeklindeki yazılarla tiye alıyorduk.
“Moskofçular” dediğimiz TKP, TİP, TSİP ve İGD gibi Rusçu parti ve dernekler bunlara “goşist” diye hitap ediyor, onlar da Rusçuları “sosyal faşist” olarak nitelendiriyorlardı. Okuduğum Güzel Sanatlar Fakültesi'nde “Çinci/Maocu” arkadaşların Rusçulara göre sayısal üstünlüğü vardı. Az sayıdaki milliyetçi muhafazakâr genç olarak seçimlerde hep Maocu gruplara oy veriyorduk. Nedense onlar bize daha saf, daha samimi, daha Anadolu kokulu geliyordu. Onların güçlü olduğu dönemde kısmen rahattık.
Bir sabah okula geldiğimde ortalığı çok gergin buldum. Ama gerilim sadece Çinciler arasındaydı. Kantine girdiğimde, “Halkın Sesi” haricindeki gruplar Çin’in artık revizyonistleştiğini, bundan sonra Arnavutluk yanlısı politikalar izleyerek, yoldaş Enver Hoca’nın izinden gideceklerini ve sadece Tiran Radyosunu dinleyeceklerini ilan ediyorlardı. Baktım sefertaslarında bu defa pirinç değil pırasa vardı. Üstelik pırasayı da sevmediğim tarzda pirinçsiz pişirmişlerdi.
“Niçin pırasa?” diye düşündüğümde babamın sık sık anlattığı “Arnavut’u yemeğe davet etmişler ‘more, pırasa olsa yemem!’ demiş” hikâyeciği aklıma geldi. Yani çok sevdikleri milli yemekleri pırasayı bile yiyemeyecek kadar tokmuş.
Çevreme baktığımda bir tek Rusçu bile olmadığını gördüm. Uyanıklar, rakiplerini birbirine düşürerek “halkın cılkı”nı çıkarmak istiyorlardı. Kıyamete kadar Çinciler ile eski Çinciler/yeni Arnavutlukçular arasında karşılıklı ağız dalaşı sürüyor, iki taraf da ötekini suçlayarak “özeleştiri” yapmaya davet ediyordu.
Halkın Sesi grubundan militan bir Aydınlıkçının masanın üzerindeki filede bulunan pırasaları yere atıp ayaklarıyla ezmesi fitili ateşledi. Beklenen kavga başlamıştı. Ancak sayısal üstünlüğü olan “Pırasacılar”, Maocuları ortalarına alıp teker teker döverek kantinden attılar. Savaşı kazanıp revizyonistleri kovduktan sonra, dün gece çalışıp ezberledikleri yeni sloganlarını devrimci pırasa bıyıklarını kabarta kabarta coşkuyla söylemeye başladılar;
“-Yaşasın Arnavutluk Halk Cumhuriyeti! Yaşasın Enver Hoca Yoldaş!
-Ne Amerika, ne Rusya, ne Çin! Her şey Arnavutluk için…
-Yaşasın pırasa direnişimiz!
-Kahrolsun patates, pirinç, votka! Yaşasın devrimci pırasa!”