GÖKBELENİN “SULTAN”I
Sesimiz Haber Merkezi
Söyleşi: Rıfat Yörük
“Gölgel’olur Gökbelen’in çınarı
Elind’olur yiğitlerin hüneri
Sana derim sana Gayfeli Pınarı
Benim Aslım pınarından içti mi?
“Bad-ı Saba Derler Erken Esene” ya da “Kerem Havası” olarak bildiğimiz Silifke türküsünde bahsedilen Gökbelen Yaylasının çarşısındayım. Etrafımda yaşlı, yüksek ve gölgeli çınarlar… Hepimizde tatlı hatıraları olan ancak şimdilerde suyu akmayan Gayfeli Pınarı da tam karşımda duruyor.
Yaylamızın sevilen simalarıyla yaptığım söyleşilerimden birini gerçekleştirmek üzere Sultan Üredi hanımın yanındayım.
O Gökbelen çarşısının sembollerinden… 20 yıldır açık havada, bir çınarın altındaki sabit yerinde esnaflık kendi deyimiyle “pazarcılık” yapıyor. Yaş ve kuru meyveler, sebzeler, salça, zeytinyağı, nar ekşisi, kekik, sumak gibi çeşitli yöresel ve doğal ürünler satıyor.
Güler yüzlü, hoş sohbetli, yayla insanı olmanın alâmet-i fârikası al yanaklı… Çevresindeki esnafla şakalaşmayı seviyor. Bazen tatlı sert ifadeyle bağırsa da, kızsa da kimse ondan incinmiyor.
Maşallahı var. Yetmiş yaşında ama hâlâ iş başında. Yaşına göre oldukça dinç. Evi biraz yokuşta, Alatopaktaş’ta… Biraz mecburiyetten biraz da hareket olsun diye o yolu her gün gidip geliyor. Özelikle akşamları elinde nevalesiyle yokuş yukarı çıkıyor. Beslediği hayvan ve tavuklara da yiyecek götürüyor.
Kendisiyle tezgâhının başında sohbet ediyoruz;
Doğma büyüme Gökbelenli
“1953 doğumluyum. Doğma büyüme Gökbelenliyim. Sadece ilk ve ortaokul dönemimde Taşucu’nda kaldım. Taşucu İlkokulunda okudum. Çocuklukta bayramlarda ezbere güzel şiirler okurdum. Beldenin sevilen sâkinlerinden, Taşucu konusunda güzel yazılar kaleme alan Emel Hicran Nakipoğlu ile aynı sınıftaydık. Okulumuz gümrük binasının hemen arkasındaydı. Ardından Silifke Akşam Sanat Okulunu bitirdim. Müdürümüz Cemile Yalçın’dı.
İki oğlum, bir kızım ve dokuz torunum var. En büyük oğlum özel bir firmada güneş enerjisi işiyle uğraşıyor. Küçük oğlum Devlet Hastanesinde memur. Kızım da ev hanımı. Kocası halde çalışıyor. Biri Taşucu’nda, ikisi Silifke’de oturuyor.
Yakın zamanda çok sevgili eşim Murat Üredi’yi KOAH hastalığından dolayı kaybettim. On yıldır rahatsızlık yaşıyor, zaman zaman hastanelerde yatıp tedavi görüyordu. Kendisi orman muhafaza memuruydu. Çok okuyan birisiydi. Emekli olduktan sonra koyun üreticiliği yaptı, hayvan güttü. Beş sene önce işi bırakmak zorunda kaldı. Çünkü rahatsızlığı artmış, sık sık hastaneye gitmek zorunda kalmıştı.”
İyi bir kitap okuru
Hayatında hiç gözlük kullanmadığı gibi halen zevk için dantel ören Sultan Hanım, ürettiklerinden yastık yapıp aile fertlerine, arkadaşlarına hediye ediyor. “Silifke türkülerinin hepsini özellikle de düğünlerde tahta kaşıkla oynamayı çok severim” diyen Gökbelen Yaylasının sembol ismi aynı zamanda iyi bir kitap okuru…
“Kitap okuma aşkı içimden geliyor. Sağ olsun Ayşe Erdeviren öğretmen de teşvik ediyor. En beğenerek okuduğum yazarlar Sabahattin Ali ve Orhan Kemal. ‘El Kızı’ romanını çok beğendim ve iki defa okudum. Bulduğum her kitabı okumaya çalışırım. Şimdilerde daha çok Ayşe Hocamın kütüphanesinden ödünç alıp okuyorum. Şiir ve hikâyeyi de seviyorum.
Ancak rahmetli eşim benden çok daha iyi bir kitap okuruydu. Fikrî düzeyi çok yüksek olan ve bana ağır gelen kitaplar okumayı severdi. Evimizdeki kütüphanesi oldukça zengindir.”
Fotoğraftaki sağdaki belikli kız Sultan hanım
Nerede o eski Gökbelen?
Emekliliği olmayan, eşinden kendisine kalan maaş ve günlük kazancıyla hayatını sürdüren Üredi, yaylacılığın çok durgunlaşmasından yakınıyor;
“İşler eskisi gibi değil. Çok kesat. Zira Gökbelen eski canlılığını yitirdi. Eskiden çarşıda anamı babamı yitirsem bulamazdım. Şimdi in cin top oynuyor. Sadece bayramları ve hafta sonları biraz hareket oluyor. Fahiş kiralar istenince dükkânların çoğu bu yıl açılmadı.”
Gökbelen’in havasını, suyunu ve toprağını çok sevdiğini belirten Sultan Üredi, söyleşimizin sonunda biraz hüzünlenip uzaklara doğru bakarak finalimizi yapıyor;
“Burada erezil (rezil) olmaktan artık çok yoruldum. Soyum sopum, sülâlem Gökbelen’de yatıyor. Eşimi de burada defnettik. Ben de doğduğum ve büyüdüğüm bu topraklarda gömülmeyi arzuluyorum.”
Anlıyorum ki, yalnız kalan ve çok ama çok yorgun olan Sultan Ablamız, zamanı geldiğinde hepimizin göçeceği “o âsude bahar ülkesinde, serin bir servinin altında” dinlenmek istiyor.